Belki her geçen gün ömürden eksiye düşen günlerin huzursuzluğu mu? Yoksa bu güne kadar geçen yılların boşa geçirilişine ruhumuzun isyanımıdır bilmiyorum.
Bildiğim bir şey var ki; son aylarda “hiç uyku için yatağa girmeme arzumun giderek artıyor olması”
ETRAFIMA BAKIYORUM bomboş vaktini geçiren insanlar, boş söylenen sözler ve boşa geçen nice ömürler. Aslında büyük çoğunluğumuz böyle değil miyiz?
Hangimizin hangimize bu konuda söyleyecek sözü var ki?
“Faruk Çetin isimli bir yazarın Allah için vermek” isimli kitabını okurken 17 Şubat tarihi geride kalmış 18 Şubat’a girdiğimiz gecenin 02.00’de bunları yazıyorum.
Bu dünyaya gelme gayesini tesadüfe bağlayarak sadece boğazını geçindirmek gibi boş bir düşünce içinde yaşamını sürdüren insanlar için söyleyecek bir sözüm zaten yok.
KENDİ hayatını ÇOCUKLARINA mal, mülk ve iyi bir gelecek hazırlama hastalığına indirerek sadece bunun için yaşayan insanlara da söyleyecek bir sözüm yok.
MAKAM, şan ve şöhret için her türlü entrikayı yaparak bir yerlere gelme hırsı içinde olarak bu dünyayı kendine ve çevresine yaşanamaz yapacak kadar hırs içinde olanlara da bir sözüm yok.
MÜSLÜMAN profili çizerek, Müslüman’ın yapması gerekeni sadece NAMAZ kılmaya indirgeyen, mal, mülk ve çocuklarına çok daha fazla bırakabilme hastalığına yakalananlara da benim bir sözüm yok.
Yukarıda adını verdiğim kitabı okurken çok çok işçi çalıştıran ve bu nisbette de eli, gönlü ve yüreği açık olan işadamlarına gıpta ettim.
Elindeki birikimlerini üretime bağlayan, üreten, bu üretim için binlerce insana ekmek kazandıran, bunu yaparken de kapısına geleni boş çevirmeyen, Allah versin! demeyen İş adamlarımıza gıpta ettim.
Bu güne kadar bu konuda onlarca kitap okuduğumu hatırlıyorum. Beni bu kadar etkileyene rast gelmedim. Belki de bu derinliği yeni yeni kavrıyor, muhasebe ve karşılaştırma, kıyas yapma, öz eleştiride bulunma donanımına yeni ulaşıyor olabilirim.
Dini konuda yetkin, ehil ve hüküm verecek konuda kendimi hiç hissetmiyorum. O konuda uzman kesilemem, haddim değil.
“…Yani elindeki mevcut para veya mal cinsinden şeyleri meşru dairede yatırıma dönüştürüp insanlara ekmek kapısı açan işverenler de Allah’ın hoşuna giden bir davranış ortaya koymakta ve bir anlamda infak edenler zümresine dahil olmaktadırlar.” (Tevbe suresi)
“….Efendimiz (SAV) bir hadisin de “Cömertlik bir ağaç gibidir. Kökü Cennet’te, dalları ise dünyaya sarkmıştır. Her kim, o ağacın altında yaşar ve cömertçe davranırsa, er-geç o ağacın dallarından birine tutunur ve o ağacın kökünün bulunduğu Cennet’e yükselir” diye bize kurtuluşun ipuçlarını vermektedir.
Ve… “ Cennete ilk defa alimler, vaizler veya hocalar değil, hak ve hakikati neşir uğruna malını ve canını hak yolunda harcayan, esnaf, tüccar ve kazanç seviyesi ne olursa olsun, bütün cömertler, Hakk’a Dilbeste civanmertler girecektir” (M.Fettullah Gülen, fasıldan fasıla)
Sanırım işçi çalıştıran, insanlara ekmek kapısı açarak, toplumda var olması muhtemel gayri ahlaki işlerin önüne sosyal manada engel olan ve aynı zamanda da kapısı açık olan iş adamlarına neden gıpta ile baktığımı anlamışınızdır.
Kahramanmaraş’ta Trabzon caddesinde yıllık yüz binlerle ifade edilen kira ödeyen kimi esnaflarımızın yanında otururken, kapıdan sessizce içeri giren davetsiz misafir dediğimiz ama Allah’ın adını anarak yardım isteyen dilencilere yapılan muameleyi hiç uygun bulmam. Allah versin, İnayet olsun…gibi ifadelerle, dilenci kapıdan uzaklaştıktan sonra ise; bütün servetimi versem servetim bir günde biter tarzındaki muhabbetler. İşte ben bunu sevmiyorum. Bu davranış biçimini sevmiyorum.
Oysa en küçük para biriminden olsa bile, en azından bir tek ekmek alabilecek kadar her gelene verecek olsak günlük ancak 10 Tl tutar. Her gün bunu yapacak olsak 300 Tl yapar, yılın 12 ayı bunu yapacak olursak ise 3600 Tl yapar. Bir yılda 100 bin dolar işyeri kirası ödeyen bir esnaf için bu rakam sizce neyi ifade eder? Bana göre devede kulak gibi bir şey!...
Merhum Faruk Arıkan’dan bir anımı anlatarak konuyu devam ettirmek istiyorum.
“Bir öğle vaktiydi sanırım. Fabrikaya vardık. Yanımda birkaç yaşlı ihtiyar var. Bir kenar mahallede camii yaptırma gayreti içindeler. Benden yardımcı olmamı istediler. Merhum Arıkan’a uğramadan başka işadamlarına da uğramıştım. Her uğradığım iş adamı yeni yatırıma başladıklarını söyleyerek kendilerine yakışmayacak rakamlar vererek bizi başından savdılar.
Kıpıdan giriyorum…yanımda birkaç ihtiyarı görünce yüzüne hafif bir gülümseme gelerek hayırdır bu ihtiyarları nereden bulup getirdin diyerek bir şeyler söyledi. Oturduk yaşlılarla tek tek ilgilendi. Sohbet etti. Derdimizi anlattık. Ne kadar ihtiyacımız olduğunu söyledik. Ne kadar para topladığımızı söyledik. Önce karnımızı doyurduk. Sonra da ihtiyacımızın tamamını aldık.”
Bunun üzerine “- ya Faruk abi sen ihtiyacımızın tamamını verdin diğer uğradığım yerlerde ise bunlarla karşılaştım dediğimde ise bana şu cevabı verdi.”
“- Ben bu güne kadar Allah rızası için verdiğimden hep çok daha fazlasını Allah bana verdi. Neden vermeyeyim ki!...”
Meselenin özü bu değil mi?
Fazlası kendine verildiğine göre, Allah rızası için neden insanlar yardım etmez?
Cennete ilk giren insanların Cömert insanlar olduğu bu kadar açık açık izah edilmesine rağmen Müslümanlığı sadece Hac ve Namaz’a indiren, çoluk çocuğuna hep bir şeyler bırakma uğraşı içinde olan çevremizdeki onca insanı görünce, bu yukarıda yazılanları öğrendikten sonra kızmak yerine acımaya başladım.
Kusara bakmayın da beyler; gerçekten acınacak durumda olanların sayısı da bu şehirde çok çok fazla.
Ne mutlu alınteri ile bu şehirde yaşayan garip gurebaya iş veren, ekmek veren ve bunu da ibadet aşkıyla yapan, yüreği ve gönlü açık, eli açık iş adamlarımıza.
İyi ki varsınız.
İyi ki sizleri tanıyoruz.
İyi ki bu ülke için yatırım yapıyorsunuz.
İyi ki şehrimizde asayişin berkemal olmasına katkı yapıyorsunuz.
Ve bir tek işçi çalıştıranın önünde saygıyla eğiliyorum.
Allah her iki cihanda da sizlere huzur ve saadet nasip eylesin.
Mal mülk kaygısı içine girerek, vakti boşuna geçirenlere, Allah versin diyerek kapılarının önünden kovanlara da Allah merhamet versin!...
Başka ne diyebiliriz ki?....