Sevinmeyi bilmeyen bir millet olduğumuz kesin; ne şampiyonluğu kutlayabiliyor, ne bayramları coşkuyla kutlama alışkanlığı edinmişiz.
Ne eylem yapmayı biliriz, ne eylemleri kontrol altına almayı. Ne kutlama yapmayı biliriz, ne kutlama yapanlarla diyalogu öğreniriz.
Ne polisimiz, ne eylemcimiz, ne basınımız, ne de siyasilerimiz “kutlama yapma” adına değil, “yapmama/yaptırmama” adına işe başlar gibiler…
Hatta özüne uygun olarak sevinç ve neşeyle kutlayanların “demokrat” sayılmadığı nadir ülkelerden birisiyiz.
Spor karşılaşması öncesinde de sonrasında da çıkan olaylar, “bu insanların derdi maç değil” diye zaten kendisini belli ediyor; her türlü şiddet, küfür, hakaret ve cinayet.
Bunun sevinçle alakası yok, deli gibi bir sevgiyle de ilgisi yok.
Bu sadece vahşiliktir.
1 Mayıs da böyle…
1 Mayıs İşçi Bayramı, “bayram” sayılıp, “tatil” edilmeden önce de şiddetin, nefretin, öfkenin ve kinin günüydü.
Bayram sayılıp, “resmi tatil” ilan edildikten sonra da değişmedi.
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günüydü.
Ama sokağa çıkan “emekçi”nin herhangi bir talebi yoktu.
Sadece “marjinal” gruplar vardı, ortalığı savaş alanına çevirerek bayram kutlama alışkanlıklarına bir yenisini ekliyorlardı.
Sendikaların davullu, zurnalı, halaylı, müzikli ve oldukça coşkulu kutlamaları ise olayların gölgesinde kaldı.
Yüzleri maskeliydi, bayram kutlayanların…
Gözlerinden kin ve nefret fışkırıyordu…
Yüzü açık olanların mimikleri hiç de sevecen durmuyordu…
Elleri kolları doluydu.
Kiminde sapan vardı, “düşman polisi”ne atılıyordu…
Hatta pusuya yatmış, “işgal ettikleri ülkede” hiç suçu olmayan ve gerçekten emekçi olan insanların dükkânlarını nişan alıyorlardı; camlar, çerçeveler aşağıya iniyordu.
Kiminin elinde sopa vardı, önüne çıkan hain polisleri alaşağı edecekti, direnen sivilleri bir güzel benzeteceklerdi.
Bazısının elinde bomba vardı…
Bazısında Molotof kokteyl…
Ölüm kusmaya gelmişlerdi…
Ya onlar ölecek ya onlardan birisi ölecekti ki, yeni bir “sahte kahraman” çıkaralar…
Bazısı kaldırımları söküyor, muharebe meydanında aslanlar gibi sağa sola saçıyordu.
Gösterici değil, yaralanan polisler oluyordu, çevreden geçen ve hiç suçu olmayan insanlar.
Polisin attığı gazdan etkilenen mahalle sakinleri…
Özgürlüğü elinden alınan ve sokağa çıkamayan insanlar…
Canından emin olmayan ve evinde bile güvende kalamayan aileler…
Korkudan çığlık atan veya sessizce tantananın sonlanmasını bekleyen bebekler, çocuklar…
Sabretsin canım, ne var bunda?!
Dışarıda abileri, ablaları bayram yapıyor…
Keyiften çılgına dönmüşler…
O kadar sevinçlileri ki, gözlerinden ateş fışkırıyor…
Öyle sevinçlileri ki, yüzlerindeki öfke midir, sevgi midir belli olmayacak derecede karmakarışık bir hal almış.
İçinde pek “emekçi” yok…
Varsa da “iyi maaş aldıkları” giydikleri elbiseden, ayakkabıdan ve karşıya attıkları cephaneden belli…
Aybaşını zor getirenin halinden anlamazlar.
Rakamlarla tanıtılan 4-C, 4B ve memurları ve işçileri ve taşeronları tanımazlar, çektiklerini bilmezler.
Emekçinin derdinden bihaberlerdir hepsi…
Sorunlarını bilmediklerinden talep edecekleri çözüm de olmaz.
Onlar, Gezi’nin çocukları…
Sponsorların besledikleri…
Hepsi “iyi çocuk” bunların…
Bayram kutluyorlar…
Tarzları bu…
Kendilerine ihale edilen bölüm, tam da burası…
İşçiler bayram yapmasın, kimse hakkını aramasın, sorunlar çözüm bulmasın, hatta sorunlar dillendirilmesin diye sokaktalar…
Ve herkesin bir sınırı olan sabrı taşar…
İşte oyunu kuranların bayramı, tam bu taşma anında başlar…
Ve o zaman Berkinler ölür, Buraklardan intikam alınır…
Onlar amacına ulaşmıştır, gerisi laf-u güzaftır; eylemci yaralanmış, hatta ölmüş, polis veya vatandaşın kayıpları, devletin ve milletin talan olan malları onların umurunda değildir.
Oyun kuranlar, oyunun sonucuna bakar, sahnede yaşanan zayiatı önemsemezler.
Bu arada olan “emekçinin” deva bulmayan derdine olur…
İşçinin sorunu yine aynı yerde kalır…
Hatta “güvenlik” gerekçesiyle devlet, daha sıkı önlemler almaya başlar.
Belki “özgürlükleri” kısıtlama adına, güvenliği seçer…
Ve dün aldığı ihaleyi sokaklarda yerine getirenler, çantalarına doldurdukları paralarla Hawaii’nin yolunu tutarlar…
İşçi Bayramını kutlamaya…
Tweetimden seçmeler
30 yıllık çalışan olarak 1 Mayısı, ailece piknikte ve bayram tadında kutluyoruz. Bayramı, bayram olarak kutlamak gerek, savaş olarak değil.