İstanbul Sözleşmesine karşı çıkanlarla taraf olanların detaylı bir şekilde sözleşme maddelerini okuduklarını düşünmüyorum. Bir şeye karşı çıkmak veya taraf olmak için sadece duymak yetmez, okumak da yetmez; değerlendirmek, üzerinde kafa yormak, eksi ve artılarını tartmak da gerekir. Bütün bunların her iki kesim tarafından da yapıldığını düşünmüyorum.
Sözleşmeye iman edip, amel etmeyenler işin trajikomik yönü. Aslında, 7 yıldır bütün kadınları hayatta tutan İstanbul Sözleşmesiymiş gibi davrananlara şaşırıyorum.
Çok şükür 10 yıl önce yapılan yanlıştan dönüldü ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla ‘tek taraflı’ olarak sözleşme feshedildi. İyi de edildi.
Doğrusunu söylemek gerekirse İstanbul Sözleşmesini ‘genel olarak’ beğenen birisiyim. Beğendiğim yönleri, benim de hayatımda uyguladığım, inancıma, kültürüme uygun olan kısımları.
Elbette beğenmediğim yönleri de var. Kadın ve erkekten oluşan aile yapısını, cinsel kimliğe indirgeyen ve hayata sadece ‘cinsellikle’ bakan bir kesimin yerleştirdiği maddelerdi. İnsanlar erkek ve kadından oluşur. Aileler de erkek ve kadın arasında kurulur. Bunun dışındaki farklı tercihtir ve onların kendi tercihlerini doğru sayma ve bütün bir topluma dayatma hakları yoktur.
Nasıl ki biz ulu orta, her yerde, her zaman hayatımızı, yaşam tarzımızı, kültürümüzü, konuşmamızı, siyasetimizi, felsefemizi cinselliğimizle sınırlandırmıyorsak, bir kesimin de sadece cinselliğiyle sınırlı bir hayatlarının olmasını kabullenmek mümkün değil. Onlar kabul edebilir ama başkalarına kabullendirmek, hele hele bunu ‘normal, ‘doğal’, ‘sıradan’, ‘uygulanabilir’, ‘doğru’, ‘gerçek’, ‘hak’ gibi göstermek kabul edilemez.
İnsanlar iradesiyle veya bazen de ‘hastalıkla’ ‘yanlış’ yapar, farklı tercihlerde bulunabilir ama bu, sadece kendilerini bağlar ve bu sadece kendi dünyalarında, kendi özellerinde, kendi gizlilerinde oluğu müddetçe. Normalin dışında cinsel tercih, kişisel bir tercihtir, toplumsal kabul gören bir yaklaşım tarzı değil.
Bir toplumu ‘cinsel organıyla düşünen’ duruma indirgemek, insan onuruna, haysiyetine, şerefine hakarettir. Kısaca LGBT denen ve nedense bütün zararlı akımların da ‘destek’ verdiği bir kesimin ‘cinsel organıyla düşünen’ olması çok garip.
Hayat cinsellikten ibaret değildir.
İstanbul Sözleşmesine taraf olan ve hararetle savunanların garipliği de işin cabası.
Birisi kendi partisindeki taciz ve tecavüzlere tek ses edemiyor.
Diğeri ufacık kızları dağa götürüp, taciz ve tecavüz ettikten sonra önce özgürlüğünü, sonra iradesini ve daha sonra da hayatını elinden alırken, aynı zamanda çocuk, kadın, genç ve yaşlı demeden acımasızca insanları katledenlerin sözcüsü olmakla övünüyor.
Başkası da var, onlar da ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmayan tipler!
***
Bu işin bir yönü, diğer yönü ise kadına yönelik şiddettir.
2011 yılında ülkemizde imzalanan, 2014 yılında yürürlüğe giren ve üzerinden tam 7 yıl geçen İstanbul Sözleşmesi, sadece bir iki maddesi itibariyle bizim camiada eleştiri konusu oldu. Diğer bütün maddeleri zaten kanunlarımızda, yasalarımızda, inançlarımızda, geleneklerimizde, göreneklerimizde ve toplumsal kültürümüzde vardı.
Sadece kadına değil, erkeğe, herkese ve her kesime, hatta her canlıya, hayvana, bitkiye, uçan kuşa, kaçan tavuğa, börtü-böceğe bile şiddet, bizim inancımızda yer bulmayan bir davranış metodudur.
Doğal olarak yasalarda yazmasa da, kanunen “cinayet” ve “şiddet” yasak olmasa da, biz cinayet işlemeyiz, şiddete başvurmayız, kalp kırmayız, kötü söz söylemeyiz.
Yapanlar var mı, elbette var ve bunun bir sözleşmenin çerçevesine sığdırmak haksızlıktır. Üstelik her ülkede, her toplumda, her inanca mensup olanlarda var. Gönül hiç olmamasından yana.
Diyelim ki ortada bir cinayet söz konusu. Faili belli, maktulü belli. Yasalarda da bunun cezası belli. Bir cinayete engel olmak için onu ‘yasak’ maddesiyle kanunlara koyup, cezai müeyyide uygulamanız tek başına yetmez. Birçok toplumsal iyileştirmeler, tedbirler, eğitimler de gerekir. Kaldı ki, bir cani, cinayet işlerken, “Aaa ben bu cinayeti işlemeyeyim, kanunen yasakmış, yeni öğrendim” veya “hayır bu cinayeti işlememeliyim, İstanbul Sözleşmesine aykırıymış” mı diyor.
Cani, cinayet işlerken, zalim şiddet uygularken, fiilinin yasak olup olmamasına bakmıyor. Baksa zaten o haltı yemeyecek.
İstanbul Sözleşmesi, tek başına bir cinayete engel olmaz, bir şiddeti önlemez. Engel olacaksa zaten bütün dinlerde ve bütün ülkelerde cinayet/şiddet yasal değildir, cezası da ağırdır, daha da ağırlaştırmak gerekir.
Özellikle belli bir kesimin İstanbul Sözleşmesini “yeryüzünün en iyi, en doğru, en uygulanabilir sözleşmesi” gibi sunmasının altında yatan neden, sözleşmenin değil, ‘cinsel organıyla düşünen’ kesimin bayraktarlığını yapmak içindir.
Olaya cinsel kimlikle değil, ‘insani’ kimlikle baktığınızda, ‘vicdani’ yönünüzü harekete geçirdiğinizde, bir de ‘merhamete’ sahip olduğunuzda, doğumunuzdan ölümünüze kadar sizden incinen olmaz.
İncitenlerden olmamak dileğiyle…