Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sahile doğru yürüyüş yaptım, biraz deniz havası almak iyi gelir diye düşündüm. Uzaklara bakarak dalıp gitmek istiyorum İstanbul’da başlayacak güne şahitlik etmek amacım…
Gün İstanbul’da yeni başlıyor. Güne erken başlayanların koşuşturması görülüyor. Kimi taksi durduruyor, kimi limana doğru gidiyor, kimi halk otobüsünü bekliyor, kimi de metro, tramvay, Marmaray’a gibi araçlara aktarma yapmak için yol arıyor.
Halk otobüslerinden yolcuların bastığı akıllı kartların sesleri geliyor.
Denizden, içerilere doğru gezi yapan martıların sesleri yükseliyor.
Bir tatlı esinti geliyor limandan…
Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesinden çan sesi yükseliyor ve sesle birlikte kuşların kanat çırpması da artıyor, göğe doğru uçuyorlar…
Büyük Mecidiye camisine doğru yol alıyorum.
Ortaköy’den Beşiktaş’a inen yol, henüz yeni dolmaya başlamış.
Beşiktaş tarafından gelip, Kuruçeşme, Arnavutköy, Bebek ve Sarıyer’e gidecekler de yavaş yavaş görünmeye başlıyor.
Camiye doğru giderken esnafların tatlı telaşını görüp, izliyorum.
Lokantalar ve kafeler yeni bir güne hazırlanıyor; sandalyeler, masalar düzenleniyor, çalışanlar bir yandan siliyor, bir yandan süpürüyor.
Kumpirciler tezgâhlarını yeni güne hazırlama telaşında.
Aynı telaş waffle, midye, tantuni, kebap, döner satanlarda da gözleniyor.
Takı işi yapan esnaf, tezgâhına özenle kolye, yüzük halhalları dizmeye başlamış. Çeşit çeşit meraklısına göre olan takılar, tezgâhtaki yerini alıyor.
Nihayet sahildeyim, ilk boş banka oturup, denizi seyre daldım.
Hemen yan tarafımda şehir hatları vapurunun yanaşacağı iskelede hazırlık başlamış.
Akşamdan kalan gitarın izi yok ama nağmeleri sanki kulaklarımda…
Deniz hafif dalgalı, masmavi rengiyle insanı kendine çekiyor.
Martılar uçuyor, bir o yana bir bu yana. Hem uçuyor hem şarkı söylüyorlar.
Bir vapur yukarıya doğru gidiyor, bir başka vapur aşağıya doğru.
Boğaz Köprüsünün üzerinde hareketlilik başlamış. Sarı dolmuşlar, metrobüsler, otobüsler, özel taksiler bir yandan gidiyor, bir yandan dönüyor.
Gece Galata Köprüsünün açılmasından istifade eden devasa gemiler de denizin üzerinde arz-ı endam etmeye başlamış.
Denizin üzerinde bir ilçe kalabalığını taşıyan gemiler, görenleri derin hayallere daldırıyor; bir dünya turu, her ihtiyacının karşılanacağı bu gemide ne güzel olurdu…
Sahilde kuşlar rızkını arıyor, akşamdan kalan ve avuç avuç atılan yemlerden kalanları midelerine indirmeye çalışıyorlar.
İki sarhoş, ağacın altında sohbet ediyor. Henüz kahvaltı ettiler mi diye sormak istedim ama hallerinden etmiş gibi gözükmüyorlardı ama içkiyi de içiyorlardı.
Sohbetleri derindi ama sözcükleri o kadar derin ve anlamlı değildi.
Birden Beylerbeyi Sarayıyla göz göze geldik.
Tarihten bir şeyler anlatmak ister gibiydi ama o mesafeden ne anlatacağını okuyacak halde değildim.
Ben Üsküdar tarafını dinlemek istiyordum, Kız Kulesi ufukta görünüyor ve sanki buraya da bekleriz der gibiydi.
Çamlıca’ya gözüm kayıyor, üzerinde ihtişamlı şekilde yükselmeye başlayan camiyi görüyorum ama uzak olduğundan pek de net seçilmiyor. Belki de gözler eskisi gibi görmüyordur, kim bilir?
Camiden çıkıp, sahile gelen az sayıda insana, vapura binecek insanlar da ekleniyor. Sabaha kadar uyumamış olanların kahvaltı için yer arayışı sürüyor ve bir anda sahil kalabalıklaşmaya başlıyor.
Genç bir kız köpeğine sabah yürüyüşü yaptırıyor, yaşlı bir teyzenin köpeğiyle didişecek gibi oluyorlar ama ikisi de kendine doğru çekerek bir banka oturuyorlar.
Kayıklarda bir telaş da başlıyor. Kayıkçılar, kayıklarını temizliyor.
Uzaklardan bir vapur çığlığı daha duyuluyor, ardından martı sesleri ekleniyor ve bir dalga hemen yanıma kadar geliyor.
8.20 vapuru görünüyor köprünün hemen altında, bana doğru bakarak, “hadi gel” diyor ve ben limana yanaşıyor, kartımı basıyorum…
Gemi yaklaşıyor, Ortaköy’de inecekler iniyor ve bizi farklı bir limana ulaştıracak vapura biniyoruz…
Vapurda en iyi manzarayı izlemek isteyenler yerlerini seçiyor, güneşi hesap ediyor ve ben de bir köşeye oturuyorum. Kimi gazetesini açmaya başlıyor, kimi çok uzak kalmış gibi bir heyecanla cep telefonunu karıştırıyor ve kimi de manzaranın doyulmaz güzelliğine dalıp gidiyor, nereye gidiyorlarsa…
Vapur hareket edince, köpükler savrulmaya başlıyor ve uzaklaşıyorum Ortaköy’den…
Bu şehre ilk geldiğim 1976 yılı aklıma geliyor, çocukluğuma gidiyorum. Küçücük bedenimle içinde kaybolduğum Haydarpaşa Lisesi aklıma geliyor, ürperiyorum…
Sonra denize bakıp, kendime geliyorum; Hep bu anı beklemiştim, hep bu anı; İstanbul’un bana yâr olacağı anı…
Bir gün başlıyor İstanbul’da, bir tatlı telaşın ilk kıpırtıları oluyor denizin dalgalarına karışan yüreğimin kıpırtıları…
Tweetimden seçmeler
Eğer bir gün umut fakirin ekmeği, zenginin gerçeği olmaktan çıkarsa insanlık kemale ermiş demektir.