Son bir haftadır Paris’te öldürülen PKK’nın kurucularından Sakine Cansız, Leyla Söylemez ve Fidan Doğan’ı konuşuyoruz.
Önce “kim öldürdü” tartışmalarıyla suçlamalar havada uçuştu ama çabuk toparlanıldı.
Kimin öldürdüğünden çok niye öldürdüğü önemliydi ve bu da “barış olmasın”dan başka bir amaç gütmeyen cinayetti.
Tıpkı örneğini çok gördüğümüz diğer cinayetler gibi.
Bu tartışmalar henüz nihayetlenmemişken, cenazelerin gelmesi halinde “olaylar” çıkacağını büyüte büyüte iddia edenler vardı.
Bunun için de her kesimi sağduyuya çağıran. Asıl istenenlerden birisi de cenazelerin gömüleceği zaman çıkacak olaylar ve ölecek insanlardı.
Şükür bu defa tutmadı.
Barışın önünde hangi zihniyetin durduğu anlaşıldı.
Ve büyük bir kalabalıkla da olsa cenaze töreninin devletin temel nizamının altına dinamit koymadığı da, kalabalığın isterse provokasyonları önleyebileceği de, polis olmadan da güvenlik sağlanacağı da öğrenildi.
Belki de bu önemli bir sınavdı.
Hem BDP’liler, hem PKK’lılar barışta ne kadar samimiydi, bu cenaze töreni onlar için önemli bir sınavdı, niyetlerini ortaya dökecekleri bir alandı.
Cenaze töreninde kendisi küçük anlamı büyük bir pankart vardı ve her şey onda gizliydi zaten.
Pankarta; “Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz” yazıyordu.
Ve günlerdir, aylardır, hatta yıllardır söylediklerimizin tek cümleyle özetiydi bu.
Bu söz sadece terörün içinde olanlara değil, terörle mücadele edenlere de, terörün bitmesi için bir şekilde destek olacaklara da veya karşı çıkanlara da bir mesajdı.
Tarihin hiçbir döneminde savaş, bir kazanım aracı olmamıştır.
Barıştan da hiç kimse bir şey kaybetmemiş, aksine barış, insanlara verdiği huzur ve ekonomik yönden de getirisi olan bir süreci başlatmıştır.
Yine “despotlukla” ortamın huzurunun sağlanmadığı da bir kez daha ortaya çıktı.
Polis baskısının gereksizliği,
Gaz bombasının çözümsüzlüğü,
Copların, panzerlerin, askerlerin, polislerin huzur sağlayamadığı bir kez daha kanıtlandı.
Güce güçle karşılık vermek, toplum psikolojisinin de bir gereğidir.
Her sokak eyleminde katılımcıdan daha çok polis veya askerin olması, huzur sağlama adına bir adım değil, gerginliği arttırma adına bir adımdır.
Devlet, elbette ki güvenlik önlemi almalı, halkın huzurunu sağlama adına tedbire başvurmalıdır ama bu tedbir, olmayan olayın çıkmasına zemin hazırlayacak kadar katı bir şekilde planlanmamalıdır.
Ve belki de en önemlisi olayı önlemeye çalışan polis ve askerin psikolojisinin çok sağlam olması gerekir. Aksi halde, her toplumsal olayda yaşadığımız istenmeyen görüntüler çıkar.
Sağduyu halindeyse dünkü görüntü…
Dün, kanımca PKK ve BDP’liler, kendilerinden beklenen sınavı başarılı bir şekilde verdi.
Belki o görüntülerden hoşnut olmayan milyonlar vardı.
Belki üç PKK’lının cenazesi için hakaretler yağdıranlar da vardı.
Ama bundan daha önemlisi, o kalabalıkta tek olay olmadı ve barış sürecini sekteye uğratacak girişimde bulunan taraflar bulunmadı.
Hükümet de bu konuda iyi bir sınav verdi.
Günlerdir olay olacak diye hükümeti “gaza” getirmeye çalışanlar, hayalleriyle baş başa kaldı.
Şimdi sırada diğer taraf var.
Aynı sınavı başarılı bir şekilde verebilmeliler.
Paris’te sıkılan kurşunlar savaşın devamına değil, barışın başlangıcına vesile olmalı.
Her kötü olay, iyi olayı beraberinde getirmeli.
Ve kurulan her tuzak, gerisin geri püskürtülmeli.
Bugüne dek bu yapılmadığı için 40 yılı bulan bir sürede insanlarımızı kaybediyorduk.
Uğur Mumcu’yu da böyle kaybettik, Eşref Bitlis’i de, Muhsin Yazıcıoğlu’nu da, nicelerini de…
Hep bir şeylere engel olmak için ortamı karıştıranlar oldu.
Her zaman kaos isteyenlerin ekmeğine yağ sürecek tepkiler geldi.
Ve şimdi de Paris’te, silahlar hiç susmasın diye tetiğe dokunuldu.
Bu defa tutmamalı.
Dün tutmayacağının sinyali verildi.
Bugün o sinyal devam etmeli, hiç kesilmeden…
Twitimden Seçmeler
Gazeteci ve yazarların kıymet-i harbiyesinin olmadığı bir zamanda Mehmet Ali Birand'ın ölüme kadar giden sürecinde gösterilen ilgi dikkate değerdi. Merhuma Allah'tan rahmet diliyorum, sevenlerinin başı sağ olsun.