Tarihçinin görevi geçmişi sevmek ya da geçmişten kurtulmak değil, bugünü anlamanın anahtarı olarak onu öğrenip, anlatmaktır. Edward Hallett Carr
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali tartışmalı bir konudur. Paris anlaşmasına dayanılarak, Rum -Yunan azınlığın can ve mal güvenliğini korumak için yapıldığı söylenen işgalde aslında Yunan Devletinin işgal için çok da hazırlıklı olmadığı iddiası pek de hafife alınacak iddia değildir. Yunanlıların İzmir’i işgalinde, özellikle o dönem Avrupa’nın en büyük silah tüccarı 1849 Muğla Menteşe doğumlu Sir Basil Zaharoff’un katkısı önemlidir. İzmir’in işgaline izin verilmesinin gizli nedeni, İtalyanların kendi başlarına fiili bir işgale kalkmalarından korkulması olduğu genel olarak kabul edilir. Rum-Yunan azınlığın can ve mal güvenliği gerekçesi ise, doğru bir gerekçe değildir. Zaten daha sonra müttefiklerde bu gerekçenin doğru olmadığını kabul etmek zorunda kalırlar.
, Miralay-Albay Süleyman Fethi Bey’in, Nurettin Paşa yerine tayin edilen ALİ NADİR PAŞA’nın henüz İzmir’e gelmemiş olması nedeniyle kolorduya vekaleten komutanlık ettiği 17 Nisan günü karaya çıkan bir grup Yunan askerini zorla gemilerine yolladığını ve bu durumu HARBİYE NEZARETİNE (Savaş Bakanlığı) bildirdiği söylenmektedir.
İzmir’in işgalinden önce 14 Mayıs günü İngiliz Amiral Calthorpe hem vali KAMBUR İZZET PAŞA’ya hem de 17. Kolordu komutanı ALİ NADİR PAŞAya bir nota vererek Foça, Urla, Karaburun ve Yenikale istihkâmlarının işgal edileceğini bildirdi.
İzmir valisi KAMBUR İZZET PAŞA, heyete; “Boşuna telaş ediyorsunuz. Heyecanınız lüzumsuzdur. Ortada endişe yaratacak bir durum yok. Bunlar hep İttihatçıların uydurdukları maksatlı söylentilerdir. Merak etmeyin, hükümet her türlü tedbiri alacaktır” demeye utanmıyordu. İlginç olan İzmir’de ki Hürriyet ve İtilaf partisi üyeleri de vali gibi düşünüyordu. Onlara göre de direnmek yanlıştı ve olay ittihatçıların kışkırtması idi. İttihatçı düşmanlığı vatan sevgisinin önüne geçmişti.
İzmir’in İngiliz ve Amerikan desteği ile Yunanlılar tarafından işgal edilmesi için bir engelde, ALBAY SÜLEYMAN FETHİ BEY’dir. ALİ NADİR PAŞA, gelip Kolordunun başına geçince senaryo tamamlanmış, Yunanın nabız yoklamasına net tutum sergileyen Albay Süleyman Fethi Bey’de işgal günü kışladan çıkarılırken süngülerle öldürülmüştür. Yunan askeri 17 NİSAN 1919 gününü unutmamıştır
15 MAYIS 1919 günü İzmir'in Yunan ordusunca işgalinin başlamasıyla, Hasan Tahsin'in "ilk kurşununun sertleştirdiği bir ortamda, SARIKIŞLA'da esir alınan Osmanlı askerleri arasında yer almış,
“HASAN TAHSİN RECEP ya da gerçek adıyla OSMAN NEVRES, 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir'e çıkartma yapan, seçkin askerlerden oluşan Yunan Efzon Alayı işgal askerine, Konak Meydanı’nı Kemeraltı Caddesi’ne bağlayan köşe dönülürken, alayın önünde Yunan bayrağını taşıyan Teğmen YANNİS açılan ateş yere yuvarlandı. Bu Yunan askerlerinin şaşkınlığı geçince Kemeraltı girişini, otelleri ve kahveleri yaylım ateşine tuttular ortalık kan gölüne dönmüştü. Ali Nadir Paşa, kışladan sarkıttığı beyaz perdeyle teslim olurken, subaylardan ve memurlardan oluşan bir gurup dipçik darbeleriyle Paris vapuruna ve Averof zırhlısına bindiriliyordu. Ayrıca Zahire Borsası’na sevk edilenlerde olmuştu. Bazıları açılan ateş ve dipçik darbesiyle öldürülmüşlerdi. O sırada yağmur başladığı için Yunan askerleri limana çekilmişlerdi. Kordonboyu'ndan İzmir’de ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan ulusal sembol kişi, yazar ve gazeteci. HASAN TAHSİN’den başkası değildi.
NOT: Sarıkışla veya Kışla-i Humayun, İzmir Konak Meydanı'nda 1829'da inşa ettirilmiş ve 1955'te Demokrat Parti yönetimindeki İzmir Belediyesi tarafından yıktırılması zamanla şehir bilinci açısından cinayete eşdeğer görülmüş büyük bir idari yapıdır. Yıkılmasından önce İzmir'in sembollerinden biriydi.
ALBAY SÜLEYMAN FETHİ BEY
Bu yazımızda İzmir işgalinde az bilinen kahramandan bahsedeceğim. Albay Süleyman Fethi Bey, kimdir bu? Kordon'da ahalinin (özellikle Rum ahalinin) içinde Yunanların tüm zorlamalarına rağmen "ZİTO VENİZELOS" diye bağırmayı reddetmesi üzerine 22 süngü darbesi ile öldürülmüş bir Osmanlı subayıdır.
HAYATI
İstanbul’da, Sirkeci’den Gülhane Parkı kapısına doğru giderken yol sağa kıvrılır. Yolun bu dönemecinde, sağda, eskiden bir tekke vardı. SALKIMSÖĞÜT KADİRİ TEKKESİ denilirdi. Bu tekkeyle bitişiğindeki yapılar sonradan yıktırılmış, yol biraz genişletilmiştir
On dokuzuncu yüzyılın sonlarında SALKIMSÖĞÜT TEKKESİNİN ŞEYHİ İZZÎ EFENDİ’ydi. Şeyh İzzî Efendi’nin Üsküdar’daki evinde 1877 yılında bir oğlu dünyaya geldi. Çocuğun adını SÜLEYMAN FETHİ koydular. Büyük Türk ansiklopedilerinin pek çoğunda Süleyman Fethi adını görebilirsiniz. Şeyh İzzî Efendi’nin oğlu ne yapmıştı da, adını ansiklopedilere geçirmişti? İşte bu sorunun cevabını anlatacağız.
Küçük Fethi askerliği çok seviyordu. Bu yüzden askeri okula girdi. Her ders yılı sınıflarını başarıyla geçiyordu. 1896 yılında, sınıfının onuncusu olarak Harp Okulu’nu bitirdi. 1899'da kurmay subay oldu. Askerlik göreviyle Hicaz’da bulundu. Sonra savaşlara katıldı. Savaşta yaralandı. Üstün başarılar gösterdi. Rütbesi yükseldi. 1912’de, o zamanın Savunma Bakanlığı olan Harbiye Nezareti’nde danışman yardımcılığına atandı. 1914’te albaylığa yükseltildi.
Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. Kurmay albaylığa yükselmiş olan Süleyman Fethi Bey, savaşta gösterdiği üstün başarılar ve fedakârlıklarından ötürü nişanlar, madalyalar kazandı. Ne yazık ki, aldığı yaralar yüzünden hastalandı. 1916 yılında tedavi için Wiesbaden kaplıcalarına gönderildi. ALMANYA'nın Wiesbaden kenti yeraltı sıcak su kaynakları ile geçtiğimiz yüzyıllarda olduğu gibi bugün de dikkatleri üzerine çekiyor. Yaklaşık 2000 bin yıl önce Romalıların keşfettiği şifalı sular, hala halkın derdine derman oluyor.
Albay Fethi Bey tedavisinden sonra Wiesbaden’den yurda döndüğünde, Türkiye, tarihinin en üzünçlü günlerinden birini yaşamaktaydı. Büyük Savaş’ta, işbirliği yaptığımız savaş ortaklarımız olan uluslarla birlikte yenilmiştik. Yengin devletler, Türkiye’yi parçalayıp bölüşmeye çalışıyorlardı. İşte bu acı günlerde Wiesbaden’den yurda dönen Fethi Bey, Dördüncü Kolordu’nun İzmir Askerlik Şubesi başkanlığına atanmıştı.
FETHİ BEY EVLİYDİ, AMA ÇOCUĞU OLMAMIŞTI
Çocukları çok severdi; o denli çok severdi ki, sık sık yanma gelip kendisiyle konuşan çocukları sevindirmek için masasının gözünde çikolata bulundurur, bu çikolataları çocuklara dağıtırdı.
O günlerde Yunanlıların İzmir’e asker çıkaracakları söylentisi çok yaygındı. Sonunda bu söylentiler gerçekleşti. Yunan savaş gemileri İzmir Limanı’nda göründü.
1919 yılının 15 Mayıs’ı; işte o kara gün Yunan ordusu İzmir’i işgal etmişti.
Albay Fethi Bey, her günkü gibi o sabah da, İzmir’in Karantina denilen semtindeki evinden çıkıp işine gitmek için hazırlanmaktaydı. Eşi Edibe Hanım, düşmanın İzmir’i işgal ettiği böyle bir günde askerlik şubesine gitmemesi, bir süre evinde kalıp durumu gözlemlemesi için rica etmekteydi. Fethi Bey’in, eşi Edibe Hanım’a cevabı kısa olmuştu:
— Ben askerim! İşime böyle bir günde gitmezsem, başka ne zaman gideceğim!
Fethi Bey evinden çıktı. Görevi başına gitti. Masasına daha yeni oturmuştu ki, başlarında iki Yunan subayı bulunan erler içeri girdi. Yunanlı subaylardan biri Fethi Bey’e esir olduğunu söyledi. Fethi Bey, İzmir işgal edildiğine, savaş da olmadığına göre, esir olamayacağını söyledi. Ama Yunanlı subaylara söz anlatmanın olanağı yoklu Fethi Bey’i zorla odasından çıkardılar. Silahlı Yunan erleri arasından yürüterek Kordon denilen rıhtım yolundan geçirdiler; PASAPORT denilen yere getirdiler. Pasaport’un rıhtım boyunda esir diye getirdikleri başka Türk subaylarını da tek sıra olarak yan yana dizmişlerdi. Fethi Bey’i bu sıranın başına koydular. EFZUN denilen özel kılıkta giyimli Yunanlı erler de rıhtım boyuna dizilmişlerdi. Yunan savaş gemileri limandaydı. Kıyıya asker çıkaran Yunan gemileri rıhtıma yanaşmıştı.
NOT: EFZUN ALAYI NE DEMEK?
(Efzun) Alayı, Yunan Ordusunun halen aktif bir piyade birimidir. Diğer dört Efzun alayı ile birlikte 23 Aralık 1913 tarihli Yunan Kraliyet kararnamesi ile Orta Yunanistan'ın merkezi olan Lamia'da kurulmuştur. İsmi verilen bir çeşit etekli giysileriyle ve ayakkabılarındaki tüylerle belirgin Yunanistan Silahlı Kuvvetleri'nin askerî birimi. Evzonlar "efsun" ismiyle de bilinir ve bugün ağırlıklı olarak tören kıtası görevi yaparlar.
İşgalden sevinç duyan yerli Rumlar alanı doldurmuş, bayram havası yaşıyorlardı. Kimi Rumlar da yapıların damlarına, çatılarına çıkmışlardı. Balkonları, terasları doldurmuşlardı. Sevinç çığlıkları atıyorlardı. Bir Yunan subayı, yanında bir Efzun eriyle, tek sıra dizilmiş olan Türk subaylarından biri önünde duruyor, onlara kollarını yana kaldırtıp indirterek “ZİTO VENİZELOS!” yani “YAŞASIN VENİZELOS!” diye bağırmalarını söylüyordu.
Venizelos, o zamanki Yunanistan’ın başbakanıydı. “Zito Venizelos!” diye bağırttıktan sonra Türk subaylarına bir de kollarını yana kaldırtıp indirtmesinin hiçbir anlamı yoktu elbet. AMA AŞAĞILAMAK, KÜÇÜLTMEK İÇİN TÜRK SUBAYLARINA BÖYLE YAPTIRIYORLARDI. “Zito Venizelos!” diye bağırtan Yunan subayının yanındaki EFZUN ERİNİN elinde süngü takılmış tüfek vardı. Söylenileni yapmayan, karşı gelen Türk subayı olursa Efzun eri onu süngüleyecekti.
Yunan subayının karşısına geldiği her Türk subayı, kollarını yana kaldırıp indirerek “Zito Venizelos!” dedikçe, yapıların damlarındaki, çatılarındaki, evlerin balkonlarındaki Rumlar, alanı dolduranlar alay ederek kahkahalar savuruyorlardı. “Zito Venizelos!” diye bağırtılan bu Türk subayları, sonradan bir yolunu bulup Anadolu içlerine geçecek, işgalci Yunan ordusuyla çarpışacak ve bu üzünçlü anının acısını onlardan çıkaracaktı. Ama şimdi “Zito Venizelos!” diye bağırmak zorundaydılar. Çünkü karşılarında, süngüsünün ucunu göğüslerine dayamış Efzun eri duruyordu. Her “Zito Venizelos!” diye bağıran Türk subayının düşmana olan hıncı daha da bileniyordu.
Yunan subayı sırayla gele gele Albay Süleyman Fethi Bey’in karşısına gelmişti. Fethi Bey, Yunan subayının dediğini yapmıyordu. Ne kollarını yana kaldırıp indiriyor, ne de “Zito Venizelos!” diye bağırıyordu. Bakışlarını karşısındaki Yunan subayına dikmiş, ateş saçan gözlerini kırpmadan dimdik bakıyordu. Yunan subayı buyruğunu birkaç kez yineledi. Fethi Bey’e “Zito Venizelos!” dedirtmek için birkaç kez boşuna bağırdı. Fethi Bey sanki onu duymuyordu, kayadan bir yontu gibi dimdikti.
Yunan subayı ummadığı bu direniş karşısında öyle kızmıştı ki, o kızgınlıkla birden elini uzatıp, Fethi Bey’in omuzlarındaki albaylık apoletlerini sökmek istedi. Fethi Bey, Yunan subayının elini şiddetle iterek,
— Onları sen takmadın ki sen sökesin! diye bağırdı.
Yunan subayı, “Zito Venizelos” demesi için son bir kez daha Fethi Bey’e bağırdı. Fethi Bey oralı değildi. Yunan subayı, yanındaki Yunan erine komut verdi. Efzun eri. Fethi Bey’in göğsüne dayalı süngüsünü hızla itti. Süngü albayın göğsüne saplanmıştı. Süngünün açtığı yaradan kan fışkırıyordu. Ama Albay Fethi Bey’in yüz kaslarında en küçük bir kıpırtı, bir acı belirtisi yoktu. Yine öylece dimdik duruyordu. Efzun eri, Türk albayını süngülerken, alanı doldurmuş ve damlarda, çatılarda, balkonlarda, pencerelerde toplanmış Rumlar’ın çığlıkları göklere yükseliyordu.
Efzun eri, kanlı süngüsünü Albay’ın göğsünden çekti. Yunan subayıyla birlikte, sırada bir sonraki Türk subayının karşısına geçti. Sıradaki her Türk subayına, Yunan subayı isteğini yaptırttı. Sıradaki Türk subayları bitince, Yunan subayıyla Efzun eri yeniden sıranın üst başına geçtiler. Sırayla gele gele yine Albay Fethi Bey’in karşısına geldiler Yunan subayının sözlerini İzmirli bir Rum, Türkçe’ye çevirdi:
— Kollarını yana açıp indirirken “Zito Venizelos”, diye bağıracaksın!
Fethi Bey’de yine ne ses, ne bir kıpırtı vardı. Yunan subayı bir kez daha yanındaki Efzun erine komut verdi. Efzun eri, ikinci kez Fethi Bey’i süngüledi. Fışkıran kanlardan Fethi Bey’in giysisi kan içinde kalmıştı. Yerli Rumların bağrışmalarından, haykırışmalarından yer-gök inliyordu.
Yunan subayı ve elinde kanlı süngüsüyle Efzun eri, Fethi Bey’den sonraki Türk subayının karşısına gittiler. Bir kez daha bütün sırayı dolaşıp Türk subaylarına istediklerini yaptırdılar. Gele gele üçüncü kez Albay Süleyman Fethi Bey’in karşısına gelmişlerdi. Ama bu kez, alanı dolduranların bağrışmaları, sövgü haykırışmaları, kahkahaları, homurtuları, uğultuları birdenbire kesilmişti. Onca kalabalık sanki birden donup kalmıştı. Kimseden ses soluk çıkmıyordu. Oradaki binlerce Rum merak içindeydi: Türk albayı üçüncü kez de direnecek mi, yoksa ölüm korkusuyla “Zito Venizelos!” diye bağıracak mıydı? Sonunda süngü zoruyla Türk albayı amana gelecek miydi? Kimseden çıt çıkmıyordu. Görünmez bir taş kesilmiş o sessizlik içinde Yunan subayının sözleri ve bir yerli Rum’un çevirisi alanın her yanından duyuluyordu:
— Kollarını kaldırıp indirirken “Zito Venizelos” diye bağıracaksın!
İki kama ucu gibi parlayan gözlerini Yunan subayına dikmiş olan Fethi Bey’in dudakları bile kıpırdamıyordu. Üçüncü kez süngülenmeyi göze almış, yine direnmişti. Yunan subayının buyruğuyla Efzun eri, Fethi Bey’i üçüncü kez süngüledi: bu kez süngüsünü daha hınçlı, daha hızlı dürtmüştü. Fethi Bey’den yine ses çıkmadı, ama alanı dolduran insanlardan birden bir uğultu yükseldi; şaşkınlık mırıltılarının oluşturduğu bir uğultuydu.
TAM YİRMİİKİ KEZ... Evet, yirmi iki kez Yunan subayı, Albay Fethi Bey’in karşısına dikilip, O’nu “Zito Venizelos” diye bağırtmaya zorladı. Hayır! Fethi Bey sesini bile çıkarmadı. Yirmiiki kez süngülendi. Süngülenirken gözünü bile kırpmıyordu. Yalnız her süngülenişinde daha çok kan yitirdiği için yüzü daha çok soluyor, ak donuk bir renk alıyordu. Yaralarından akan kanlar, ayaklarının dibinde gölleniyordu. Süngüleye süngüleye bile Üsküdarlı Albay Süleyman Fethi Bey’e “Zito Venizelos!” dedirtemediler Ama yaralarından çok kan yitiren Türk albayının gücü gittikçe azalmaktaydı. Ayakta zor durabildiği belliydi. Yirmiiki yarasından kan akarken, yine de düşmanının karşısında dimdik durabilmek için insanüstü bir çabayla son gücünü harcıyordu. Kanı çekilen yüzü, dudakları aka kesmişti. Yunan subayı yirmiikinci kez haykırdı. Yerli Rum, O’nun sözlerini yine çevirdi:
— Zito Venizelos, diye bağıracaksın!
Hayır, Fethi Bey yine bağırmadı. Efzun eri, subayının buyruğuyla Fethi Bey’i yirmiikinci kez süngüledi. Artık ayakta durmaya direnci kalmamıştı. Fethi Bey ayaklarının dibinde göllenmiş kanının üstüne düştü, oraya yığıldı.
Eşi Edibe Hanım, yakınları. İzmir'i işgal eden Yunan birliği komutanından, Albay Fethi Bey’i kendilerine vermelerini istediler. Ama Yunan komutanı, yaralı Türk albayını vermedi. Fethi Bey’in yakın dostu Ali Şefik Bey, İzmir’deki Fransız Başkonsolosluğu’na başvurdu. Ancak Fransız Başkonsolosu’nun yardım ve aracılığıyla Fethi Bey Yunanlılar’ın elinden alınabildi.
Ölmek üzere olan Fethi Bey hastaneye yatırıldı. Bütün gece başucunda bir Türk hemşiresi bekledi.
1919 yılının 15 Mayıs’ını 16 Mayıs’a bağlayan gece, sabaha karşı, Fethi Bey,
— Makamımı görüyorum! diye inledi.
Bu, O’nun son sözü oldu.
Şehit Üsküdarlı Albay Süleyman Fethi Bey’in na’şı, dostu Ali Şefik Bey’in Küçük Fettah Sokağı’ndaki evine getirildi. Evde büyük bir masanın üstüne konuldu. Kadınlı erkekli ev insanları, sabaha dek, Şehit Albay’ın başında saygı nöbeti tuttular. Ertesi gün Şehit Albay Fethi Bey için çok büyük bir cenaze töreni düzenlendi; öyle ki bütün Türk İzmir halkı ayağa kalkmıştı, yer yerinden oynadı. İşgalciler bile bu coşkulu saygı gösterisini önleyememişti.
Fethi Bey, İzmir’deki Mevlevi tekkesinin mezarlığına gömüldü. Süngü yaralarıyla delik deşik olmuş kanlı albaylık giysisi de sonradan askeri müzeye verildi.
Fethi Bey’e çok yalın bir mezar yapıldı. Mezar taşma kabartma bir kılıç ve bir kalpak resmi yontuldu; kılıç altın yaldızla yaldızlandı.
Üsküdarlı Kurmay Albay Süleyman Fethi Bey’in ancak destan kahramanlarına yaraşır bir yiğitlikle direnmesi yüzünden şehit edilişi, dost düşman herkeste büyük bir saygı uyandırmıştır. O’nun ölümü göze alarak yiğitçe direnişi karşısında düşmanları bile saygı duymuşlardır. İzmir’e, resmi ya da özel bir nedenle gelen yabancı askerler, eski komutanlar bugün bile Albay Fethi Bey’in mezarını ziyaret eder, O’nun büyük yurtseverliği karşısında saygıyla eğilirler.