Ankara İncek’te tanıştım. Bilgisayar mühendisiydi ama ilgi alanı çok daha farklı, çok daha kapsamlıydı. Mayın imha robotları üretiyordu, şüpheli paketleri insan gücü olmadan patlatacak robotlar üretmişti. Çok daha başka şeyler de ve genellikle savunmaya dönük “işleri kolaylaştıran” ürünleri vardı ve hepsi de insan hayatının hiçe sayılmaması üzerine kuruluydu.
İşi iyiydi o zaman, şimdi paraya para demeyip başka şey dediğinden emindim.
Öyle değilmiş…
Kaçıp gitmeyi düşünüyordu.
Bürokratik engellerden gına gelmişti.
Gümrükte bekleyen malzemeleri “mevzuat” efendinin çarkına takılmıştı.
Büyük işe girip, önemli icat yapan mucitlere pekiyi gözle bakılmıyordu.
Bugüne kadar Doktor Ziya Özel’in “NO” ürününe karşı gösterilen tepkiden çok farklı değildi.
Anlayış değişmiyordu, anında linç girişimi başlıyor ve ardından soluğu yurtdışında almak zorunda kalıyordun.
Öyle olmasaydı bu ülkede elektrikli araç, suyla çalışan araç ve güneş enerjisiyle çalışan araçların seri üretimi ve pratik kullanıma geçilmesi çok daha hızlı olurdu.
Zaten dünya genelinde benzin devlerinin tekerine çomak sokmak zordu, üstüne ülkemizdeki anlayış tuz biber ekiyordu.
Ben bunları düşünürken dün Tubitak bir başka araştırma yayınladı.
Araştırmada dünyanın dev şirket ve üniversitelerinde görev yapan Türk bilim adamlarının listesi yer alıyordu.
En fazla bilim insanımız ABD’deymiş…
Bize yar olmayanlar, başkasına derman olabiliyordu.
Biz insanımızı tutamıyorduk.
Hem maaş olarak, hem önlerine konan engellerle…
Üstüne de “karalama” kampanyasıyla…
Elbette insanlarımızın yurt dışında çalışması, söz sahibi olacak konuma yükselmeleri, insanlığa faydalı çalışmalara imza atmaları güzel.
Ancak, neredeyse tamamına yakınının kaçma sebebi var.
Yani bir gidiş söz konusu değil, bir kaçış var.
Gönüllü bir hasretlik değil onlarınki belki rızasıyla hicret…
Şimdi yeni bir çalışma yapılıyor. Bu insanların beyninden faydalanılmak için oldukları yerde ülkelerine hizmet imkânı sunulacak.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, “Bilim insanlarımızın hem kendi bulundukları yerlerde yapacakları hem de Türkiye’de yapacakları araştırmalardan istifade etmek istiyoruz. Biz bunları beyin göçü olarak değerlendirmiyoruz, aksine beyin gücü olarak görüyoruz.” dedi.
Geç kalınmış bir adım olsa da, zararın neresinden dönülürse kardır deyip, alkış tutabilirdim.
Ama benim Ankara İncek’te karşılaştığım bilim adamımızın dert yanması eski değil, henüz tazeliğini koruyor.
Aslında ülkemizde bir anlayış sorunu var.
Üreten insanlara bakış açısı çok farklı.
Bu ülkede “müteahhit” olmaya korkan insanlar olduğunu biliyorum.
Yatırım yapmaktan ürkenler var.
“İhaleye fesat karıştırma” gibi çok esnek, istediğin yere çekebileceğin suçlama var. Bunun için de “karmaşık” hale getirilen bir Kamu İhale Kanunu var…
İnsanları “fesat” denen şeye zorlama, aslında “yandaş” tercihi değil, “işi kolay yoldan yapma”, bir başka deyişle de inisiyatif kullanmadan öte bir şey değil.
Ama art niyetlilerin tek tutacağı dal, “ihaleye fesat karıştırma” oluyor ve bunda derdini anlatana kadar akla karayı seçmenin yanında, toplum nezdindeki itibarın da beş paralık oluyor.
Yöneticileri kolay yoldan suçlamayı alışkanlık haline getirenler yüzünden, bu ülkede insanlar yatırım yapmaya da korkuyor, üretmeye de…
Beyin göçünün esas gerekçelerinden birisi de bu anlayıştır.
Peki ülkemizi apar topar terk ederek yurtdışında itibarlı kurumlarda üst düzey görev alan veya “araştırma” alanında adından söz ettirenlerin dağılımı nasıl?
Yahoo, Boeing, Microsoft, Harvard Üniversitesi, LG Elektronik, Google, NASA, General Electric, Goodyear, Siemens, BMW, Michigan State Üniversitesi, SiliconLaboratories, Lawrence Berkeley NationalLab, Amazon.com, Yale Üniversitesi, Albert Einstein College of Medicine, Intel Corporation, Motorola, United StatesAir Force, Mitsubishi ElectricResearchLaboratories, 3M CorporateResearch ve daha niceleri…
Şimdi kaçan beyinleri kovalamaya çalışan bir bakanlık var ama kaçacak beyinler içinse değişen bir anlayış ne yazık ki yok!
Twitimden seçmeler
İster beş kuruş etsin, ister trilyonlar, eğer bir adamın fiyatı varsa, "değeri" yok demektir.