Sabah bembeyaz örtüyle uyanınca o gün “yepyeni bir Dünya”ya uyandığımızı zannederdik.
Her şey, her yer bembeyaz olurdu. Temizliğin, saflığın, berraklığın timsali beyaz…
O sabah karı görür görmez; ne anamın, evin orta yerinde kurulu “Göksun yapımı” fırınlı sobada pişirdiği dumanı üstünde, her sabah yüzümüzü bile yıkamdan saldırdığımız buram buram kokan kömbeleri görürdü gözümüz, ne de başka bir şeyi.
Varsa yoksa kendimizi bir an önce dışarıya atıp, yırtık çizmelerimize dolup ayaklarımız sızlayana kadar kar içinde oynamak. Zaten çoğu zaman farkına bile varmazdık ayaklarımızın donduğunun. Ta ki, teneke sobanın başına üşüşüp, ayaklarımızdan buharlar çıkmaya başlayıp içten içe sızlayıncaya dek.
Şimdiki gibi içi yünlü, çeşit çeşit çizmeler botlar nerdee…
Varsa bile bizde onu alacak para nerde!
Bir kış boyu elimize bir çift lastik çizme geçtiyse bizden mutlusu yoktu.
***
Kardan, başka gidecek yer ve yiyecek bulamayan serçeler doluşurdu evimizin upuzun ve geniş sofasına. Kalburdan happanlar kurardık onları yakalamak için. Altına yem attığımız kalburun yukarı kaldırdığımız ucuna bir değnek dayar; o değneğe bağladığımız kıl ipin ucunu içeriye kadar çeker, başlardık pencereden gözetlemeye.
Zavallı serçeler yemi yemek için geldiğinde, hop çekerdik ipi…
“Karsambaç”ı bilir misiniz?
Karla pekmezin karıştırılıp yenmesini… Hani Nasreddin Hoca’nın “kar helvası” var ya, işte o. Karın üstüne az yağmur yadı mı daha güzel olur.
***
Bembeyaz karın üzerine şekiller çizer; parmaklarımızla değişik izler yapardık, güya görenler “buradan değişik bir hayvan geçmiş” desin diye.
Kardan adamlar yapardık şimdiki adam diye ortalarda gezenlerden daha “adam”.
Toprak damda kar kürelemenin zevki bir başkaydı çoğu zaman önüne kar biriken “sıyırgı”ya gücümüz yetmese de. Hele evin etrafına kürelenen karların oluşturduğu kar tepeciklerinin üstüne atlamak…
Zaten dam boyu biriken karlar çok yüksek gelirdi bize. Atlar, batardık belimize kadar. Kimi zaman iddiaya girerdik akranlarımızla “atlardın”, “atlayamazdın” diye.
Dehlizler açardık birikintilerin altında, aslında çok kısa fakat bize göre upuzun…
Suni gübre muşamba torbalarını evden gizlice çalar, evimizin yanındaki “yörep” tarlada kayak yapardık kendimize. İnerdik boydan boya karla kaplanmış koca tarlayı muşambanın üstünde kimi zaman düşerek.
İsterdik ki lapa lapa yağan kar hiç kesilmesin hep öyle yağsın. Azıcık yavaşladı mı moralimiz bozulurdu. Hele güneş yüzünü gösterdiğinde çok üzülürdük karlar eriyecek diye.
Ya şimdi?
Şimdi öyle mi?
Elbette bu anlattıklarımın birebir aynısı olmasa da yaşanan yerler vardır. Fakat biz unuttuk. Hele şehirlerde yaşayan çocuklar, hiçi birisine kısmet olmuyor bunlar.
Kar bize küstü sanki, yağmıyor artık.
Yüksek kesimlere, çevremizdeki dağlara yağıyor, fakat bize uğramıyor artık. Uğrasa da sadece serpiştirip gidiyor.
Kardan korkanlar da var! Bilmiyorlar karın bereketini, şifasını, faydasını, hayrını.
Ben çok kızıyorum mübareğe “beyaz kabus”, “beyaz çile” diyen bilinçsiz, cahil bereketsizlere. Hani derler ya; “Yağmur yağmadan sele gidiyor” diye. Aynen öyle. Bazen gülüyorum televizyonlarda iki kar serpiştirmeden “lapa lapa kar yağıyor” aptallıklarına.
Gerçi, ne yapsın zavallı ömründe kar mı görmüş?!
***
Allah (cc) şu soğuk kış günlerinde aç ve açıkta olanlara yardım etsin.
(AMİN)
Çocukluğumda yaşadığım o güzel kış günlerini paylaşmak istedim…
Sevgi ve muhabbetle kalın.