Tarihte yaşanan acı olaylar ne zaman gündeme gelse, savunma psikozu da hazır hale geliyor; aman kaşımayın, aman eski yaramızı deşmeyin, düşmanlıkları körüklemeyin.
Ve böylece tarihin tozlu rafları arasında saklanan ve derin acıları barındıran o sayfalar açılmadan, tekrar kitabın kapağı kapatılır.
Açmak isteyen ihanetle suçlanır.
Bölücü ve yıkıcı olur.
Zaman zaman daha farklı suçlamalara muhatap olur.
Mağdurlar ve onların nesli ise “onur” peşinde koşar.
Bir haksızlık olmuştur, ataları haksız yere suçlanmış, haksız yere katledilmiştir.
En azından “özür dileriz” deyip, bir hata olduğunu ama sadece “pardon”la kalmadan, itibarının iadesini isterler.
Bırakın itibarı, “pardon” demeyi bile vatana ihanet sayanlar gür sesiyle ortalığı inletir.
Oysa tarihte çok büyük haksızlıklar yapan ülkeler oldu.
Çok zalim liderler vardı.
Devletten aldığı yetkiyi acımasızca kullanan ve sırf kendi egosu, gücünün için zulme dönüştüren vardı.
Bu ülkemizde de oldu.
Bazen bir nesil yok edildi.
Bazen bir kent, bir köy, bir kasaba toptan imha edildi.
Bazen “şapka” gibi sembolik bahane de buldular.
Şapka taksan idam, takmasan idam…
Gülsen yasak, gülmesen yasak…
Şarkı söylemenin yasaklandığı ilginç bir ülkede yaşıyoruz.
Şiir yazmanın yasak olduğu zamanlar oldu.
Minareye çıkıp, nasıl ezan okuyacağını belirleyenler vardı.
Allah’ın kelamını, “hangi dilde” okuyacağını dikte edenlere rastlıyorduk.
Hikâyelere yasak kondu, romanlar suç sayıldı, yakılan, yırtılan, imha edilen kitaplar oldu.
Bunu yazanlar, en kötü işkenceler altında, derin acılar çekti.
Onurlu iş yapan insanlar, onursuzlukla suçlandı.
Onursuz olarak müdahale edenlerse alnının akıyla bu dünyadan göçüp gitti.
Bu ülkenin başına 30 yıldan fazla terörü bela edenler, bu ülkenin en tepe noktasına kadar yükselebildi.
Ve biz şimdi “çözüm süreci” diye onların pisliklerini temizlemekle meşgulüz.
Bunu bile yapamıyoruz; bölüyoruz, parçalıyoruz, milliyeti bir kenara atıyoruz, ipleri teröre teslim ediyoruz falan filan…
Dersim’i bu nedenle konuşamıyoruz, cız oluyoruz.
Kahramanmaraş katliamını, Çorum olaylarını, Sivas Madımak yangınını, Başbağlar katliamını da “en doğru” şekilde konuşamıyoruz.
Oyun kuranlar, cinayeti planlayanların amacı neyse herkes o amaca hizmet için çene çalıyor.
Bunun bir oyun olacağı hiç düşünülmüyor, çünkü kaynaklar yok ediliyor, belgelere ulaşılamıyor, şahitler konuşturulmuyor.
Oyun kuranlar, oyunun kuralını iyi biliyor.
Halkı iyi tanıyor; kimi, neyle kışkırtacağını çok iyi biliyor.
O nedenle “kaşımayın” görevini gönüllü üstlenenleri de senaryoya dahil ediyorlar.
Kaşımayın, kangren oluruz…
Kaşımayın, düşman oluruz.
Oysa kaşıyın, kanatın, yarayı derinleştirin hiç önemli değil; yeter ki tarihte yaşanan acı olaylar bize ders olsun, bir daha yaşamayalım.
Liderlerin nasıl zulmedebildiğini hepimiz görsün, bir daha oyuna gelmeyelim.
Zulmün abad olmayacağı belli olsun…
Hesabın mahkeme-i Kübra’ya kalmadan da sonuçlandığı görülsün.
Haksızlığın, dünya durdukça sürmeyeceği, adaletin er geç haksızlığı önleyeceği anlaşılmalı.
Tarihin tekerrür etmemesi için bu şart; bu kaşımayla, kaşımamayla önlenecek bir bela değildir.
Her olay o günün şartlarında değerlendirilmeli ama katliamlar, haksızlıklar, yitip giden nesil için bu söylenemez.
İnsan öldürmeye doymayan, kanla beslenenlerin, bu ülke insanını ilelebet ayrıştırmaya hakkı olmamalı.
Sadece Alevi, Sünni, Türk ve Kürt meselelerinde değil, olaya daha geniş bakılmalı.
Başına “sözde” koyduğunuz hiçbir kıyım, yalan olmaz. Ancak, bunu belgeleriyle ortaya koyduğunuzda, tarihi doğru okuduğunuzda, olaya “objektif” baktığınızda mümkün olabilir.
Yoksa da inkâr eder durur, kaşımayın der, kaşıtmayız, deşmeyin der, deştirmeyiz…
Ve biz her zaman haksızlıklarla, faili belli olan meçhullerle uğraşır dururuz.
Ve daha kötüsü boş yere birilerini hain, birilerini de kahraman eder, gözümüzde büyütürüz, küçülmesi gerekirken…
İyisi mi siz kaşıyın; korkmayın kangren olsa da kaşıyın, kesip koparmanız gerekse de kaşıyın…
Tweetimden Seçmeler
Dersim yazımı “masa başında” yazdığımı söyleyen ve katliamı haklı bulan arkadaş, sen beni eleştirirken masadan kalkıp, Dersim'e mi gittin?:)