Değerli okurlar, iktisat bilimi var olduğundan beri devletin iktisadi hayat içerisindeki rolü tartışılagelmiştir. Coğrafi keşiflerle, buluşlarla, sosyal gelişmelerle, savaşlarla dünya evrile evrile bugüne gelmiş ve bu süreç içerisinde farklı dönemlerde farklı yönetim uygulamaları görülmüştür. Tüm bu farklılıkta devlet işleyişinin ekonomiye yaklaşımı da aynı şekilde zamansal, kültürel ve toplumsal gelişmelerden beslenerek farklılıklar göstermiştir.
Bu süreçte gidişatı yorumlayan kimi teorisyenler devletin toplumu çevreleyen ana unsur olarak bizzat ekonomiye doğrudan müdahalesinin gerekli olduğunu, kimi zaman askeri kimi zamansa sivil alanda kamu harcamaları yoluyla gerektiği durumda ekonomiye kan sağlaması veya yönlendirici rol oynaması gerektiğini savunurken kimi teorisyenler ise devlet erkinin ekonomiyi belirleyen unsurlara dahil olmaması, piyasaya karışmaması veya yönlendirici rol üstlenmemesi gerektiğini, pazarın kendi dinamikleriyle yolunu bulmasının daha sağlıklı olduğunu savunmuşlardır.
Bu görüşlerin doğrusu veya yanlışı yoktur. Sadece zamana ve şartlara göre birinin diğerinden daha rasyonel olduğunu iddia edebiliriz. Peki ülkemizde son döneme mercek tutacak olursak devleti ekonomik gelişmelerde hangi rolde görüyoruz?
İçinde bulunduğumuz dönemde devletin ekonomide ciddi bir ağırlığı bulunmaktadır. Özellikle inşaat ve savunma sanayii alanlarında piyasaya ciddi miktarda kaynak doğrudan kamu harcaması kanalıyla girmektedir. Bunun yanısıra gerek devletin karar organları gerekse siyasi söylemlerle Pazar (Piyasa) ciddi anlamda yönlendirilmeye ve etki altında tutulmaya çalışılmaktadır.
Buna yakın zamandan en güncel örnekler olarak ülkemizdeki faiz oranı tartışmalarını, soğan ve patates deposu baskınlarını veya kamu bankaları tarafından piyasa oranlarının çok çok altında kullandırılan konut kredilerini gösterebiliriz. Tüm bu örnekler şu an devlet politikasının ekonomi unsurlarını nasıl sıkıca avucunda tutmaya çalışmakta kararlı olduğunun göstergesidir.
Bu hususta diğer bir çarpıcı örnek devlet bankalarının vatandaşa sunduğu kredi kartı borcu yapılandırma kredisidir.
KREDİ KARTI BORÇLARINA YAPILANDIRMA KONUSU
Değerli okurlar, bankalar tıpkı diğer işletmeler gibi alım satım farkıyla gelir elde eden kuruluşlardır. Tek farkı alım satıma konu olan ürünün para olmasıdır. Banka devletten aldığı yetki çerçevesinde müşterilerden mevduat toplar. Bu mevduatın bir bedeli vardır. Örneğin şu an ortalama mevduat faizleri %16 - %23 arasında değişmektedir. Topladığı bu mevduatı ihtiyaç sahiplerine kredi olarak satar ki bu oranlarda %32 - %37 arasındadır. İşte bu aradaki yaklaşık 15 puanlık fark bankanın ana gelir kalemlerinden biridir.
Yakın zamanda Ziraat Bankası öncülüğünde başlayan sonrasında Halk Bankası ve Vakıfbank’ında dahil olduğu kredi kartı borcu yapılandırma kredisi kampanyasında vatandaşların ödemekte zorlandığı kredi kartı borçları için ihtiyaç kredisi kullandırılması öngörülmektedir.
Biraz daha açık ifade edelim. Diyelim sizin ödemekte güçlük çektiğiniz kredi kartı borcunuz var. Bankanız bu borca 2.75% aylık faiz uygular. Yıllıklandırılmışı yaklaşık olarak 33%’e tekabül etmektedir. Bu sabit bir orandır ve tüm bankalarda aynıdır. Yani ödeyemediğiniz 1.000 liralık kredi kartı borcunuz için bir yılda yaklaşık 330 lira faiz ödemeniz gerekir. Kamu bankalarının sunduğu bu imkânda ise sizin var olan tüm kredi kartı borcunuza karşılık size kredi kartı gecikme faizinden daha düşük bir oranda kredi verilerek kartınızı kapatmanız sağlanmaktadır.
Örneğin yukarıdaki örnekte ödenemeyen 1000 liralık borç karşılığı yıl sonunda 300 küsür liralık bir faizle karşılaşmak yerine 1000 lira Ziraat Bankasından 24 ay vade ve 1.1 oranla kredi kullanarak aylık 50 lira taksit ödeyerek ve toplamda 175 lira faiz ödeyerek kart borcunuzdan kurtulma şansı verilmektedir. Ben şahsen bu anlamda sıkıntı yaşayan tüm okurlarıma bu uygulanmadan faydalanmalarını şiddetle tavsiye ediyorum.
Oran konusuna tekrar dönelim. Bankalar bu krediyi 24 ay vade için 1.1%, 60 ay vade içinse 1.2% oranla veriyorlar. Bir bankacı olarak söz konusu oranların o paraların maliyetinin aşağısında olduğunu rahatlıkla belirtebilirim. Peki aldığı malı maliyetinden aşağı satan bir işletme nasıl bir iş yapmış olur? Bu soruya zararına cevabını vermek çok zor değil.
Kamu bankalarının sahibi millettir. Milletin vergileriyle finanse edilir. Dolayısıyla zararına yapılan işlem aslında hepimize yazan bir zarardır. Şimdi duralım ve bu noktada toplumu bir aile olarak düşünelim. Bu uygulama aslında basitçe düşünürsek ailedeki varlıklı bireylerin katkılarıyla nispeten fakir bireylerin borcunun kapatılmasına yardım edilmesidir.
Yazının sonuna gelirken girizgahta yaptığımız açıklamayı tekrar hatırlayınız. İşte bir önceki paragrafta yaptığımız zihin yolculuğu devletin ekonomideki rolü tartışmasının en basit özetidir.
Friedrich Von Hayek gözlüğüyle bakanlar konuya “herkes işini hesap etsin, harcamasını bütçesine göre yapsın, devlet bu işe karışmasın ben vergilerimle kimsenin kredi kartı borcu faizini üstlenmek zorunda değilim” diye itiraz ederken John Maynard Keynes’in bakış açısı ile konuya eğilenler “insanın ekonomik rasyonaliteden daha önemli olduğunu dolayısıyla toplumsal refah için bu gibi bazı irrasyonel işlemlerin bizzat devlet tarafından yapılması gerektiğini” savunmaktadırlar. İsimleri ilgililerinin konuyu daha net araştırabilmesi için paylaştım. Konuya hangi açıdan yaklaşılacağı seçimini size bırakıyor hayırlı haftalar diliyorum.