Gündemden düşen sanatçıların, gündemde kalmak için sivri laflar etmelerine, özellikle de inançlara saldırmalarına veya halkı aşağılamalarına çok tanıklık ettik. Kıraç’ın gündeme oturan sözleriyse bütün bunlardan çok daha farklı…
Sesini ve yorumunu beğendiğim sanatçılardan birisi olan Kıraç, 24 Kasım Öğretmenler Günü etkinliğinde Tekirdağ’da bir konser verdi. Konser öncesi gazetecilerin sorularını cevaplandırırken, (bu cevabı almak için meslektaşlarımın nasıl bir soru sorduklarını doğrusu merak ettim) Türkiye’nin bağımsız olmadığını söylemiş.
Elbette soruyu soran, bu bağımsızlığı kaybetmeyi AK Partiye yamamaya niyetli olduğu anlaşılıyor ama Kıraç, bunun on yılla ilgisi olmadığını, Atatürk’ün ölümüyle birlikte başladığını iddia ediyor veya öyle görüyor, ya da bunun için inandığı doneler çok.
Benim bağımsızlık değerlendirmesi yapmaya niyetim yoktu, asıl basının farklı yorumlamasına dikkat çekmeyi istiyordum.
Ülkemizde medya da, siyasiler de bir birine çok benziyor. Herkesin “beyaz”dan anladığı farklı olurken, “siyah” denildiğinde de herkes kendince bir anlam çıkarabiliyor. Sadece renkler açısından baktığımızda bu farklılığın “renk algılaması” veya “hayal gücü” olarak yorumlamak mümkün ama diğer konularda bu, bakış açısını da resmeder, bağımsızlığı da…
Kıraç’ın bu sözleri büyük yankı buldu. Henüz baskıya girmeyen gazetelerin internet sitelerinde dikkat çekecek puntolarla yansıtıldı.
İktidara yakın ve iktidara karşı olan basının değerlendirmesi de, Kıraç’a bakışı da farklılık gösteriyordu. İktidara yakın gazeteler bu açıklamanın “AK Parti’ye karşı” yapıldığını düşünüyor olmalı ki, “vahim bir konuşma” olarak değerlendirdiler.
İktidara karşı olanlar da bu açıklamanın “AK Parti’ye karşı” yapıldığını düşünmek istediler. Bunun için de “89 yılı yakma pahasına” Kıraç’ın sözlerini öne çıkardılar.
Bu iki algılama veya yansıtmadan da anlaşılacağı gibi bizde basın “bağımsız” değil. Bağımlı basının, ülkenin bağımsız olmadığını söyleyen bir sanatçıyı anlamaları mümkün olabilir mi?
Elbette olamaz…
Haklarını yemeyelim, bizim basın, Kıraç’ın ne demek istediğini anlayacak kabiliyete sahip ama bunu yansıtacak cesarete sahip değiller.
Yani bağımlılar…
Yani ya körü körüne yandaş, ya körü körüne muhalifler.
***
Gelelim Kıraç’ın sözlerine…
Kıraç, “Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir cumhuriyet olduğunu düşünüyorduk, ama değilmiş onu gördük. Toplumumuzun her yerinde bağımsızlığımızı kaybettiğimizi görebiliriz. Atatürk öldükten sonra bu ülke bağımsızlığını kaybetmiştir” demiş.
Ajansların geçtiği haber böyle…
Kıraç, bu sözleri söylerken de bağımsız değil.
Ya da bağımlı olmakla, bağımsız olmanın ne manaya geldiğini tam kavramış değil.
Eğer öyle olsaydı “tepki göreceğinden korkarak” bağımsızlığın nihayetlenmesini Atatürk’ün ölümüne dayandırmazdı.
Zira ülkemiz hiçbir zaman bağımsız olmadı.
Bazen az bağımlıydı, bazen ipin ucunu çok kaçırmıştı ama hiçbir zaman tam bağımsız bir ülke olmadı.
Bir ülkenin bağımsız olması, onu kuranın, sonrasında idare edenlerin kim olduğuyla direkt bir ilgisi ve alakası yoktur.
Türkiye, Atatürk zamanında veya sonrasında ne kadar bağımsızsa, Osmanlı döneminde de bir o kadar bağımsızdır. Veya siz bunu bağımlı olarak alıyorsanız, Osmanlı döneminde ne kadar bağımlıysa, Cumhuriyet döneminde de o kadar bağımlıydı…
Değişen şey, zaman içerisinde atılan adımlar, yatırımlar, ekonomideki büyüme, askeri güç, siyasi irade ve halkın demokrasi sevdasıdır.
Dünyada “tam bağımsız” bir devlet modeli de zaten yoktur. Her devletin uyması gereken kuralların olması, çekincelerinin bulunması, sorup, sorgulaması bağımlı olmak değil, uluslararası kurallara uymaktır.
Bağımlı olmak, ülkenin idarecilerinin güçlü devletler karşısındaki zafiyetiyle, el pençe divan durmasıyla, “höt” denildiğinde ödünün kopmasıyla, bölgesinde ve dünyadaki saygınlığıyla ölçülür.
Bu açıdan bakınca son on yıla kadar ülkenin “hiçbir zaman bağımsız olmadığını” daha rahat anlayabiliriz ama bu AK Parti döneminde “tam bağımsız” olduğumuz anlamına da gelmez.
Çünkü içimizdeki bağımlılar, dıştaki dayatmalardan çok daha vahimdir ve asıl bağımsızlığın önündeki engel, düşmanın yapmadığını yapanların engellemesidir.
Bugüne kadar kendi milletine haklarını vermeyi “lüks” görenlerin, bağımsızlık algılarının olduğunu düşünmek, zaten hayalden öte bir şeydir.
Bu Atatürk’ün ölümünden sonra değil, öncesinde de, hatta Osmanlı zamanında da böyleydi.
Hiç bağımsız olamamış bir ülkenin, “neye, ne kadar bağımlı” olduğunu irdeleyerek, “kopma” azmi olmalı ama bu, “dünyaya kapanma” manasına gelmeyecek bir şekilde hayata geçmelidir.
Ama ondan önce “bağımlı” olan medya, siyasi partiler, STK’lar, üniversiteler ve özellikle de adalet mekanizması “bağımsız” olabilmelidir.
Bir ülkenin bağımsız olması, “bağımsız olduk” demekle olmaz, içine sindirerek ancak olur…
Bizim asıl sorunumuzsa işte bu sindirememedir…
Twitimden seçmeler
Kadına şiddet uygulayan veya “gücü yettiğini” ezmeye çabalayan, güçlü olduğundan değil, beyin ve yürek olarak güçsüzlüğünden şiddete meyleder.