AK Parti hükümetinin göreve başladığı 2002 yılında ülkede hâkim olan demokratikleşme ve barış havası, sonunda kemale eriyor gibi…
Adı ne olursa olsun, bugüne dek ötelenen, yok sayılan, görmezden gelinen ve çözümsüzlüğü “milli mesele” haline getirenler nedeniyle bir türlü çözülemeyen sorunlar, “Demokratikleşme” adıyla, “çözüm” süreciyle önemli bir aşamaya gelindi.
İmralı sakininin sesi olarak Diyarbakır’da konuşan Sırrı Süreyya Önder, silahlı dönemin bittiğini açıklamış oldu. Artık barış zamanıydı, gün, yeni şeyler söylemenin de tam zamanıydı.
Çözüm süreci, doğrusu çok dikkatli ve emin adımlarla gidiyor.
Görüntü ise tam tersi…
Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın zaman zaman sınırları zorlayan ve barıştan, çözümden, demokratikleşme arzusundan uzaklaşan konuşmaları olmazsa çok daha iyi olacak.
Birileri mutlaka “lütfen ama lütfen kısa kesin de barış havası olsun” demek zorunda.
Barış olması için gereken şartlardan birisi de “sıcak” mesajlar vermektir, ortamı germek, bir birine meydan okumak, sabrı zorlamak, barış karşıtlarının yüreğine su serpecek mesaj vermek olmamalı.
Elbette herkes kendi tabanına göre mesaj vermeye çalışırken, bir yandan da görüşmelerin yapıldığı okunan mektuptan anlaşılıyor.
Şöyle olsaydı daha iyi olurdu, böyle olsaydı daha iyi olurdu tür fikir yürütmenin ötesine taşıp, bir birine meydan okumaya, üstü örtülü tehdide varan cümleler kurmak, barışın dili değildir.
Hiç kimse bu süreçten kazançlı çıkmayı düşünmemeli; barış, zaten kazançtır bu bilinmeli.
Ülkede silahların susması, gençlerin ölmemesi, anaların ağlamaması, ekonominin silahlanma yerine istihdama kaydırılması bile yeter sebeptir.
Bu işin terör boyutu ve onun açtığı yaralardır.
Ama aslında çözüm sürecinin en önemli ayağı, bir diğerini önemsemedir.
Bu ülkede yaşayan herkes, kendini olduğu ve bildiği gibi ifade etme hakkına sahip olacaktır.
Barış havası, bu açıdan toplumun her kesiminde kendisini bulacak kadar kapsamlıdır.
Farklılıklarıyla bir arada yaşamayı ve yaşarken de kendisini “azınlık” ya da “ötelenen” görmemesi, çözüm süreciyle arzulanan hale gelecektir.
İnsanlar, dayatılan gibi değil, kendi istediği gibi inanmalı ve inandığını da özgürce, ayıplanmadan, horlanmadan, aşağılanmadan yaşayabilmelidir.
Herkes anadiliyle konuşabilmeli, eğitim alabilmeli, şarkısını, türküsünü söyleyebilmelidir.
Bir mezhep, diğer mezhepten üstün görülmemeli veya bir birine kırdırılmamalıdır.
İnsanlar giyimiyle, kuşamıyla ve dış görünüşüyle bir yerlere gelmemeli, bir yerlerden de atılmamalıdır.
Kısaca çözüm, bütün bu sorunların sonlandırılmasıdır.
Sanıyorlar ki, çözüm süreci veya demokratikleşme sadece Kürtler için geliyor.
Hâlbuki demokratikleşme, toplumun tüm kesimi için adım adım ilerliyor.
Daha düne kadar zindanda yatma sebebi olan konulara bugün gülüp geçiyoruz ama bir acı gülümseme beliriyor yüzümüzde.
O kadar saçma sapan yasaklarla büyüdük ki, bugün “bu da yasaktı” diye gülüp geçiyoruz.
İnsanları tek tip ve robot gibi yetiştirmek için yoğun çaba harcayan Kemalist zihniyet, bu ülkeye az zulmetmedi.
Yasaklarla, korkularla sindirilen bir toplum, özgürlük ateşiyle yandı tutuştu.
Demokratikleşmenin önemli bir adımı olan Çözüm Süreci ve barış kemale erdiğinde, bu topraklarda yaşayan herkes özgür olacak.
Daha özgür bir toplum, daha çok üreten bir toplum olacak.
Barış havası, bu açıdan çok önemli ama arada cızırtı yapılmazsa çok daha iyi olacak.
Tweetimden seçmeler
İnsan önce kendine söyler bütün sözleri. Kendine yazar bütün mektupları ve sadece muhatabı, olduğu gibi anlar.