Evvel zaman içinde kalbur saman içinde kötülüklerin kol gezdiği, insanların bir birlerine kötü gözle baktığı diş bileyip göz çıkarttığı günlerde dünyanın bir köşesinde bir birlerini çok seven iki dost yaşarmış. Birisi çok saf diğeri çok kurnazmış.
Günler bir birini kovalayıp su gibi akıp giderken kurnaz olan saf olandan ödünç para istemiş. Saf olan dostunun isteğini hemen yerine getirmiş. Aradan birkaç gün geçmiş ki kurnaz olan bu defa saf olanın nişanlısını istemiş. Saf olan bu istek karşısında bozulur gibi olmuş ama biraz zaman geçince “o benim dostum ne olursa olsun isteklerini yerine getirmem gerekir” demiş ve nişanlısını dostuna vermiş…
Gün geçmiş devran dönmüş, kurnaz ve çok açıkgöz olan dost çok zengin olmuş. Büyük bir fabrika kurmuş ve büyük bir patron olmuş. Saf olan arkadaş ise elinde avucunda ne varsa hepsini kaybetmiş. Bir zamanlar bir dediğini iki etmediği hatta uğruna nişanlısını dahi terk ettiği arkadaşına gidip iş istemeye karar vermiş. Öyle de yapmış. Çok zengin olan arkadaşına gitmiş ve yaşamını sürdürecek kadar para kazanabileceği bir iş istemiş ama çok güvendiği ve dostum dediği arkadaşı kendisine iş vermemiş.
Fabrikadan çıkmışlar sokakta yürürlerken yanlarına yaşlı bir adam yaklaşmış ve kendilerinden yardım istemiş. Zengin olan yardım etmemiş. Zavallı yaşlı adamı azarlamış. Saf ve fakir olan ise elinde avucunda ne varsa hepsini bu yaşlı adama vermiş. Yaşlı adam aslında çok zengin birisiymiş. Ölmeden önce mirasının tamamını kendisine yardım eden saf ve fakir gence bırakmış. Fakir genç böylece yeniden zengin olmuş.
Saf olanın evine bir gün yaşlı bir kadın gelmiş ve bir yudum su istemiş. Saf delikanlı yaşlı kadını eve almış ve bir güzel karnını doyurmuş. Karnı doyan ve yüzü gülen yaşlı kadın ev sahibine teşekkür ettikten sonra kimsesinin olmadığını ve gidecek yerinin bulunmadığını söylemiş. İyi kalpli saf adam; “benim yanımda kal, nasıl olsa bende yalnızım hem evin işlerine bakarsın” demiş. Yaşlı kadın kabul etmiş ve saf adamın evinde kalmış. Saf delikanlı bir müddet sonra yeniden nişanlanmış. Dostum dediği arkadaşının dışında ne kadar arkadaşı varsa hepsine düğün davetiyesi yollamış. Aradan birkaç gün geçince “o benim dostum ne olursa olsun ona da haber vermeliyim, onu da düğünüme davet etmeliyim” diyerek kendisine en zor gününde bile iş vermeyen ve dostluk elini uzatmayan arkadaşına davetiye yollamış.
Düğün günü gelip çatmış. Salonda büyük bir kalabalık toplanmış. Bu mutlu gününde arkadaşları iyi kalpli damadı yalnız bırakmamışlar. Bir ara eline mikrofonu alan damat başından geçen bazı olayları anlatmak istediğini belirterek; “benim bir dostum vardı bana bunları bunları yaptı” diyerek başından geçenleri bir bir anlatmış ve “dostlarınızı lütfen iyi seçiniz” diyerek konuşmasını bitirmiş.
Saf arkadaşının söylediklerini dinleyen kurnaz arkadaş dayanamamış ve mikrofonu alarak başlamış anlatmaya. “ Saygıdeğer misafirler, benim de canımdan çok sevdiğim bir dostum vardı, bir gün ondan nişanlısını istedim. Çünkü nişanlısı ona layık değildi. Çok ahlaksız birisiydi. Dostumun bu ahlaksız kadınla evlenmesini engellemek için yaptım bunu. Böylece dostumu o kötü kadının elinden kurtarmış oldum. Bir gün benden iş istedi bu dostum. Vermedim çünkü onu emrim altında çalıştıramazdım. Bahsettiği o yaşlı adama yardım etmedim çünkü o yaşlı adam benim babamdı. Çok hasta ve yaşlı olan babamın ölümü oldukça yakındı. Dostumun yardım etmesini ve mirası onun almasını istemiştim. Öylede oldu. Babam tüm mirasını dostuma bıraktı. Tek başına yaşayan dostuma göz kulak olsun diye ona yaşlı bir kadın gönderdim. O kadın benim annemdi. Şimdi de kız kardeşimi gönderdim onunla evlenmesi için. Damadın yanındaki dünyalar güzeli gelin benim kız kardeşimdir. Bizim anladığımız dostluk işte böyle olur” demiş. Damat koşarak gelmiş ve bir an da olsa şüpheye kapıldığı dostunun boynuna sarılarak kendisinden özür dilemiş.
Kıssadan hisse; “Sizin ne söylediğiniz çok önemli değil, önemli olan karşınızdakinin ne anladığıdır.”