Dünyanın sapkınlık ve cahillik içinde sürüklendiği bir zamanda, Arap topraklarında Kur’an-ı Kerim’in ilk inen ayeti dünyamıza nazil olmuştu: “Yaratan rabbinin adıyla oku! (Alak Suresi)” ve yine aynı surenin dördüncü ayetinde: “O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.” Diyordu. Yani İslam dininin ilk temelleri okumak ve yazmak üzerine atılmıştı. Nitekim bedenen şu evrendeki en güçsüz varlıklardan birisi olan insanoğluna Allah’ın bahşettiği en büyük nimet zeka ve o zekanın beslenebileceği tek gıda ilim, ilimin edinileceği tek yol ise okumak ve yazmak değil miydi? Her şey bir yana, Allah ilk insan Hz. Adem’e, Cebrail aracılığıyla okuma yazma öğretmiş ve ona on sayfalık bir suhuf indirmemiş miydi? O halde insanlığın temelleri okumak ve yazmak üzerine kurulmuş; bunlar, insanoğlu için yaşamın ilk şartı haline gelmişti. Bu iki nimeti kullanan ve geliştiren kavimler, dünya tarihinin en büyük medeniyetlerini inşa ettiler. Okur yazarlık zihin gelişimini, entellektüelliği, ileri görüşlülüğü, mimari, ekonomik ve ticari açıdan gelişimi sağladı ve bütün bunların neticesi zenginlik, liderlik, hatta dünya hakimiyeti olarak devlet veya kavimlere geri döndü. Elbette bizlere de…
Bir zamanlar Müslümanlar şimdiki gibi cahil değildi. Evet belki çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu bile ancak okuma yazma bilmemek, okuma yazma bilmemektir. Fakat okuma yazma bilip de kullanmamak, cehalettir. Cehaletin kesin sonucu ise felakettir. Şu an yaşadığımız “Felaket Dönemi”nin kökenlerini öğrenmek istiyor musunuz? Çaylarınız hazır mı? Hazır değilse demleyin efendim. Ben beklerim. Bu arada ev koltuklarınıza emniyet kemeri taktırmanızı tavsiye ederim. Çünkü benim yazılarımda sürekli olarak zamanda seyahat edip, günümüze hızlı dönüşler yapacağız. Siz çayı kahveyi ayarlarken ben de zaman makinasının ayarlarını biraz kurcalayayım. 1914 (Yok bu sıralar birinci dünya savaşı başlayacak, hiç çekemeyiz), 1515 (Osmanlılar Maraş’ı alıyor, bu da işimize gelmez), 1453 (Aman belki İstanbul’u daha almamışlardır, alındıktan sonra gideriz), M.Ö 10.000 (Çok abarttık biraz geri gidelim), 639 (Kürşad Çin sarayını basıyor, milli duyguları kabartmayalım akşam akşam), 610 – Hah işte bu tarih iyi. Şimdi arkanıza yaslanın, koltuklarınıza sıkı tutunun, zamanda yolculuk başlıyor. Geri sayım için 5… 4… (Ahmet abi çayı bırak abim), 3… (Ayşe abla sende otur artık yerine) 2… 1…
Yıl 610 - İslam Dininin Tebliğ Edilmesi
Tarih, milattan sonra 610 yılını gösterirken, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (sav) İslam dinini insanlığa tebliğ etmeye başlamıştı. Bu din, kendisinden 600 yıl önce gelen ve sonradan değiştirilen Hristiyanlık gibi ilimi, teknolojiyi, gelişimi engellemiyor, bilakis ilmin ve alimin her daim arkasında duruyordu. Öyle ki Peygamberlikten sonra ki en yüksek makamın şehitlik mi yoksa alimlik mi olduğu dahi tartışılmaya başlanmış, ilim adamı İslam dünyasında bu derece yüksek bir mevkiye yerleştirilmişti. İslam’ın doğmaya başladığı dönemlerle, Hristiyanlığın çökmeye başladığı dönemler eş zamanlı olarak birbiriyle çakışmaktadır. Elbette bunu sadece savaşlar sayesinde görmek pek doğru bir kanaat olamaz. Nitekim Türkler İslam dinini seçene kadar İslam’ın savaş aracılığıyla yayılışı hat safhalara ulaşmamıştır. İslam medeniyetinin yükselip, Hristiyan medeniyetinin düşüşe geçmesinin şüphesiz en büyük sebebi ilime verilen değerden kaynaklanmaktadır. İslam’ın durmak sızın ilimi destekleyen alt yapısı ve gerçek Müslümanlar olan devlet adamlarının yüksek şuurla alimleri desteklemesi ve finanse etmesi, onlara kütüphaneler, mektepler, külliyeler, araştırma merkezleri, şifahaneler ve rasathaneler kurması İslam’ı yalnızca bir din olmaktan çok daha öteye, büyük bir medeniyet beşiği olmanın eşiğine getirmiştir. Buna karşın Hristiyan dünyasında büyük bir ilim düşmanlığı doğmaya, alimler ve bilim adamları öldürülmeye, kütüphaneler kapatılmaya başlanmış, kiliseler yozlaşmış din adamlarının eline geçerek, büyük ve güzel Hristiyan medeniyeti karanlık bir çağa sürüklenmekten kendini alı koyamamıştı. Ne yazık ki Orta çağ Hristiyan dünyasının bu acınası durumu 15. Yüzyıla kadar devam edecekti. Ve yine ne yazık ki onların trajedisi biterken, İslam dünyasının trajedisi başlayacaktı…
Yıl 800-1600’ler - Türklerin İslamı Kabulü ve Türk İslam Medeniyetinin Yükselişi
İlk Müslüman Türklerin Karahanlılar olduğu şeklindeki yanlış bilgiyi tekrarlamayacağım elbette. Fakat ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlıların hem Türk hem de İslam medeniyet tarihinin oluşmasındaki etkiden söz etmeden geçmek çok doğru olmayacaktır. Öncelikle Karahanlılar Kur’an-ı Kerim’i Türkçeye meal etmişler ve dini kendi dillerinde öğrenip, manasına ulaşmaya önem vermişlerdir. Türk İslam Kültürü dediğimiz kültür bu dönemde oluşmaya başlamıştır. Divan-ı Lügati’t Türk, Kutadgu Bilig gibi dil araştırmaları ve siyaset bilimi kitapların yazımı ise tam da bu döneme tekamül etmektedir. Orta Asya’da Türkler Karahanlılar önderliğinde İslam dinine geçmeye başlarken, Orta Doğuda da Türklerin İslam ile karşılaşmaları ve kaynaşmaları askeri yetenekleri sayesinde olmuştu. Bu milletin askeri yeteneğinin farkında olan Abbasiler Türkleri paralı asker olarak tutmuş, hatta onların milli kimliklerini kaybetmemesi için 836 yılında Bağdat yakınlarında Samarra adında bir askeri şehir kurmuşlardı. Abbasi Halifesi Mutasım başkentini ve sarayını da bu Türk şehrine taşımış, ayrıca Türklerin genetik ve karakteristik özelliklerinin bozulmaması için onları satın aldığı Türk cariyeler ile evlendirmişti. Türklerin Abbasiler içerisindeki hakimiyeti zamanla o kadar artmıştı ki, artık İslam halifelerinin seçilmesi dahi bu askerlerin kararına bağlı olmaya başlamıştı. Bu öncü Müslüman Türklerin açtığı yoldan Gazneliler, Selçuklular, Memlükler, Osmanlılar, Babürler, Timurlular ve adı saymakla bitmez onlarca Türk devleti, yüzlerce beylik ve boy devam etmiş ve ilim adamları, hekimler, astronomlar, feslefeciler, din bilimciler, matematikçiler, mucitler gibi sayısız alimlerin ortaya çıkmasına vesile olmuşlardı. El-Kindî (801-873), Fergani (800-870), Zekeriyyâ er Râzî (865-925), El-Battanî (858-929), Farabî (872-950), İbn-i Heysem (965-1040), El - Birunî (973-1048), İbn-i Sînâ (980-1037), Ömer Hayyam (1048-1131), İbn-i Zühr (1072-1162), İbn-i Rüşd (1126-1198), İbn-i Arabî (1165-1240), İbn-i Battuta (1304-1368), İbn-i Haldun (1332-1406), Pîrî Reis (1465-1554), El-Cezeri (1136-1206) gibi islam alimleri bunlara örnek olup, adı sayfalara sığmayacak daha nice Türk ve diğer milletlerden Müslüman alimler mevcuttur ve bu bilim adamları sayesinde İslam ülkeleri zamanın en gelişmiş devletleri haline gelmişlerdir. Misal olarak El-Cezeri’nin robotik çizimleri ve projeleri orta çağ dünyasının çok ilerisindedir. Böylesine gelişmiş projelere imza atabilen bir insana siz bir de elektriği verseniz acaba teknoloji şu an ne durumda olurdu düşünsenize. Ya da batılıların Orta Çağ modern biliminin kurucusu olarak nitelendirdikleri, hayatı boyunca tıp ve felsefe alanlarında 200 kitap yazmış, Tıp alanında yazdıkları dillere tercüme edilip, 700 yıl boyunca Tıp biliminde temel olarak okutulmuş İbn-i Sina’ya ne demeli? Peki gök cisimlerinin dünyamızdan uzaklıklarını hesaplayan, İstanbul’un enlem, boylamını belirleyen ve NASA tarafından Ay’daki kraterlerden birine adı verilen Ali Kuşçu’yu hiç duydunuz mu? Türklerin yükselişiyle birlikte İslam ilim ve coğrafyasının da genişlemesi paralel şekilde ilerlerken ve Doğu dünyası hiç olmadığı kadar ileri bir medeniyet haline gelmişken durum bir anda tersine dönmeye başlamıştı. Avrupa’da başlayan Reform ve Rönesans hareketleri kilisenin bilim üzerindeki etkisini önemli ölçüde azaltmış ve teknolojik gelişmelere zemin hazırlamıştı.
Batı Medeniyeti Yeniden Doğuyor
Müslüman bilim adamlarının kitapları hızlı bir biçimde batılı dillere tercüme ediliyor, tercümelerin nüshaları çoğalıyor, teorik bilgiler pratiğe dökülüyor ve batı halkları hızla tekrar dirilişe geçiyordu. Eski batı medeniyetinin dirilişi daha o yıllarda belli olmuştu. Halbuki önceleri yaptıkları sadece Doğu’yu taklit etmek ve onların bilimiyle gelişmek, sonra bu bilgilerden kendi alimlerini yetiştirmekten ibaretti. Bu durum Doğu devletlerinin canını hiçte sıkmıyordu çünkü onlar yine en güçlü ve en zekiydiler. Zekiydiler ancak Doğu ve Batı’nın bir terazinin iki kolu gibi olduğunu unutmuşlardı. Bu terazide birisi yukarı çıkarken, diğeri aşağı iner. Öyle de oldu. Batı dünyası hızlı gelişimiyle birlikte üzerindeki hantal orta çağ yükünü atıp hafifledi ve hayratamiz bir gelişim sürecine girmiş oldu. Biz Müslümanlar ise sadece eski olanı tekrarlamaya, yeniliklere önem vermemeye, ilimi destekleyen İslam’ı, ilim düşmanı olarak yapılandırmaya başladık. Bir zamanlar kilise papazlarının bilim adamlarını yaktığı gibi, biz de kendi alimlerimizi din düşmanıdır diye yok ettik, önemsemedik, ötekileştirdik. İslam’dan tarikatlar türettik. Camilere, mekteplere, uzay gözlem evlerine değil değil, şeyhlere, pirlere, üfürükçülere yöneldik. Ameliyat yapan İbn-i Sina’nın yolunu bırakıp, suya muska batırıp şifa dağıttığını söyleyen hocalara inandık. Peki ya sonra ne oldu biliyor musunuz? Yaptığımız, övüneceğimiz hiçbir şey kalmadı. Ancak Batı daha şiddetli olarak, katlanarak yükselmeye devam etti. Nihayetinde düşman topraklarımızı işgal ettiğinde, onların ellerinde makineli tüfekler varken, bizim elimizde onlardan satın aldığımız köhnemiş silahlar veya birkaç el yapımı dolma tüfekler kalmıştı. Osmanlı yıkılmıştı, Arap dünyası bölünmüştü, Türk dünyası Çarlık Rusya’sı tarafından işgal edilmişti. Bütün Türk-İslam alemi talan olmuş, kollarına esaret zinciri geçirilmeye başlanmıştı. Bizim tek şansımız başımızda Mustafa Kemal Atatürk gibi bir komutanın olmasıydı. Yoksa şu an ben, belki de bu yazıları bir Fransız gazetesinde, Fransızca olarak yazıyor olurdum.
Yıl 2000’ler - Kitapsız Müslümanlar
Demek ki Allah gerçekten de ilmi çalışana veriyormuş. Demek ki Allah Kur’an’da okumayı, yazmayı emrederken bunun gerçekten de medeniyetin gelişmesinin tek yolu olduğu, dünyevi üstünlüğün bu yolla kazanılabileceği için emrediyormuş. Demek ki asıl İslam gerçekten de şeyhler ve müritler dini, “Bir lokma, bir hırka” felsefesi değilmiş. Demek ki toplumların dini değil, onların kendilerini geliştirmesi, bilime önem vermesi gelişmelerini sağlıyormuş. Azmeden hangi dinden olursa olsun, ilime yöneldiğinde Allah ona yol açıyormuş. Hani her şeyin sorumlusu olarak Batı’yı görüyoruz, onları kötülüyor, lanetliyoruz ya, belki de başımıza gelenlerin sorumlusu aslında bizmişiz. O halde günümüzde dahi Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen gibi ülkelerde bombalanan, öldürülen Müslümanların asıl katili bizleriz. Evet, katil olan, onların öldürülmesine sebep veren, güçsüz düşen ve güçsüzlüğüyle ezilmeye, öldürülmeye mahkum olan suçlularız biz. Güçlü olanı, birlik olanı, ilimle, bilimle, teknolojiyle ilerleyeni kimse ezemez. O zaman yaşadığımız bütün bunların sorumlusu Batı değil, biziz. Öldürülen o masum çocukların kanını ellerimizde taşıyoruz. Çünkü bizler atalarımızın yolundan gitmedik, gezegenler arası mesafeleri hesaplayan, bin yıl önce ameliyatlar yapan, dünya haritasını şu anki uydu görüntülerine en benzer şekilde çizen bir medeniyetken, okumaktan dahi yoksun olan insanlar topluluğuna dönüştük. Kitaplarımızı satıp, AK47’ler aldık, Müslüman kanı akıttık. Kitapsız kaldık. Ne okuduk ne okuttuk. O yüzden sadece Müslüman değiliz biz, ilimsiz Müslümanlarız, bilimsiz Müslümanlarız. Biz… KİTAPSIZ MÜSLÜMANLARIZ!