Birkaç yıldır herkes cumhuriyetçi ama herkesin cumhuriyeti kendine has. Çünkü cumhuriyet, çok ama çok özel bir şey…
O zaman değerini bilmek lazım ama nasıl?
Bazıları bunu saklıyor…
Çeyiz sandığına koyup, naftalin serpiştiriyor.Yakası ve kol ağzı dik dursun diye de kolasını eksik etmiyorlar.
Yılda bir kez açıp, kokluyor, okşuyor, kutluyor ve yerine koyuyorlar.
Temizlemiyorlar bile; tozunu silkelemek, yenilemek, eskiyen yerlerini yamalamak bile akıllarına gelmiyor…
Ama bir diğer kesim, cumhuriyeti, olduğu yerden alıp, zirveye taşımaya çalışıyor.
İşin garip yanı burada başlıyor…
Cumhuriyet adına hiçbir şey yapmayanlar bu ülkede “gerçek cumhuriyetçi” oluyor ama durduğu yerden zirveye taşıma çabasında olanlarsa ülkeyi bölen, parçalayan olarak lanse ediliyor, hain diyenler bile bulunuyor.
Birkaç yıldır olduğu gibi muhtemelen bugünde cumhuriyeti kutlama da “ayrım” yaşanacak.
Gözü gibi bakıp, çeyiz sandığında sakladıkları cumhuriyete hiç kimsenin el atmasını istemeyenlerle, onun toplumun önemli bir değeri olduğuna inananların sahiplenme yarışı başlayacak.
Halkın kendi kendini yönetmemesi gerektiğine inananların, cumhuriyet sevdası, kolalı şekilde saklamak, naftalin serpiştirilerek güvelerden korumaktan öteye hiç gitmedi.
Hatta onu çeyiz sandığından çıkarıp, layık olduğu zirveye taşıma çabasında olanlar için nöbet bile tuttular.
Yetmediğinde darbelerle cumhuriyeti koruyup, kolladıklarını sandılar.
Üstelik cumhuriyeti de, demokrasiyi de, halkın iradesini de askıya alarak, tutsak ederek, işkence yaparak bunu sağlamaya çalıştılar.
Şimdi yeniler çıkmış…
Darbe istemeyen darbeciler…
Onlarda cumhuriyeti korumak istiyor.
Bazen birkaç ağacı bahane ediyor, bazen medeniyetin sembollerinden birisi olan yolu, havalimanını, devasa yatırımları engellemeye çalışıyorlar.
Çünkü onların cumhuriyeti, 1923 yılında kaldı ve o günden bu yana gelişme göstermemek üzere sandıklara konuldu.
Onlar, gerçek sahibi olduklarına inandıkları cumhuriyeti, hiç kimseye kullandırmaya niyetleri yoktu.
O nedenle kendilerini iktidar etmeyen cumhuriyeti askıya da alırlardı, yerin dibine de gömebilirlerdi.
Demokratik açılıma bu nedenle karşı çıkıyorlar.
Her gün gençlerin ölmesi, birilerinin koltuğunu sağlamlaştırıyor; halka korku salacak kararlar alabiliyorlardı.
Ülkeyi, zapturapt altına almanın bir yolu, terörkorkusuydu.
Diğeri ise bölünme paranoyasıydı…
Ülke çok hassastı; insanlar kendisini ifade etmeye başladığında Alimallah bölünürdük, parçalanırdık, yutulurduk, tuz buz olurduk…
Oysa cumhuriyet böyle bir şey değildi.
Onlarda biliyordu ki diktatörlerin ülkesinde de cumhuriyet yönetimi vardı.
Asıl cumhuriyet, demokrasisi gelişmiş bir cumhuriyetti ama orada halkın egemenliği söz konusuydu.
Halkı göbeğini kaşıyan, dağdaki çoban, ovadaki işçi, tarladaki çiftçi olarak görenler, birinci sınıf vatandaş olarak, hepsine hükmedebileceklerini sanıyorlardı.
Şimdi iş değişti…
Aslına rücu eden cumhuriyet, halkın egemenliğinin hiçbir şarta, hiçbir “ama”ya bağlanmaması gerektiğini öğrendi.
İnsanlar, kendilerini nasıl ifade ediyor, nasıl tanıtıyor ve nasıl görüyorlarsa öyle olmalıydılar.
Bu ülkede herkes Türk de olamazdı, Müslüman da, laik de…
Kişilerin kendi değer yargıları vardı, inançları vardı, sahip olduğu bir kültürel zenginlikleri vardı ve bütün bunları hiç ayıplanmadan, küçümsenmeden, hor görülmeden yerine getirebilirlerdi.
İstediği siyasi fikre sahip olur, istediği yaşam şeklini hayatına uygulayabilirdi.
Ve cumhuriyet, asıl böyle bir şeydi.
Sizin kolalı ve naftalinli cumhuriyetiniz, en son 27 Nisan’da ortaya çıktı ve gerisin geriye sandığına döndü.
Orada kalan değil, zirveye çıkartılan Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun…
Tweetimden seçmeler
Gökyüzüne ne zaman baksam, özgürlüğü hatırlarım ve özgürlüğü hatırladığım her an ise Allah'a şükrederim! Özgürlük gibisi var mı?