Değerli okurlarım bugünkü makaleme merhum Mehmet Akif'in şiirlerinden küçük bir alıntı ile başlamak istiyorum.
"Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar, hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi tarih"
Zor yılların adamı milli şairimizin dizelerinden anlıyoruz ki, yaşanmışlıklardan ders alma özürlü bir toplum haline gelmişliğimiz devam ediyor. Devam ediyor diyorum çünkü her şey ayan beyan ortada olmasına rağmen nerede ise her alanda savruldukça savruluyor ve savrulanları gördükçe ettiğimiz ah vahların hiç bir kıymeti harbiyesi yok.
Ülkemiz birçok alanda savrulmada dünyanın belki de öncülerinden biri. Şimdi de aşı ile ilgili savrulmalar yaşıyoruz.
Herkes allame.
Bilen, bilmeyen, bilmediğini bilmeyen, doğru ve yanlışlarla ilgili , ilgisiz herkes birbirine havada yüzen uçuk kirli bilgileri satıp duruyor. Havada uçuşan bilgi anaforu insanlarımızın zaten bulanık olan zihinlerini daha da bir bulandırarak kişileri nerede ise ruh hastası halinde paranoya ile sarhoş eyliyor.
Ucundan kıyısından meseleye vakıf bir hekim olarak yazdıklarıma konuştuklarıma nerede ise itibar edende yok. Herkes ben bilirim modunda.
Herkesin karnı tok.
Mesela günümüzün en önemli gündem maddesi aşı.
Kardeşlerim ülkemizin uygulamayı düşündüğü aşı virüsün sağından solundan koparılan proteinlerden müteşekkil bir sıvıyı vücudumuza enjekte ederek , kendi savunma ordumuzu uyandırmaya ve tabir yerinde ise düşmana karşı tatbikat yaptırmaya matuf bir aşı.
Tıpkı elimize ayağımıza batan bir dikene karşı savunma sistemimiz nasıl anında cevap vererek o bölgeye asker gönderip orada şişlik, kızarıklık ve ağrı oluşturup krizi yerinde çözerek kendini korumaya alıyorsa , aynı şekilde aşı ile verilen proteinlere de aynı şekilde cevap vererek virüsle karşılaştığında kendisini koruyacak.
İçinde ne çip nede başka bir şey yok ve olamazda zaten.
Ancak her şeye rağmen aşılamadan beklenen düzeyde bir sonuç alınmayabilir. Buna rağmen bugün için elimizde başka aktif bir silah yok. Aşı takvimine göre sıranın bana geldiği gün aşımı yaptırarak hem kendine hem de şahsıma güvenen insanlara karşı vazifemi yapacağım inşallah.
Bir başka meselemiz toplumsal birlik ve bütünlüğümüzü bozma yarışında adeta birbirimizden farkımızın olmaması. Al birini vur ötekine türünden bir yarış bu.
Dışardan gelen oklara tahammül etmek mümkün ancak içerden gelen oklar acıtmıyor desem yalan olur. Özellikle son yıllarda dozu iyiden iyiye kaçan tutum ve davranışları yazmak belki bir kitabın konusu olur ancak özellikle iktidar erkine yönelik olan saldırıların bir kısmına , maalesef muktedirler sebep oluyor diye düşünüyorum. Muktedirleri illa iktidardakiler olarak algılamayalım. Tümüne matuf bir ifade olarak kendimizden başlayalım derim.
Nasıl mı?
Konuyu biraz açmak için Allah’ın resulü efendimizin bir hadisini hatırlatmak istiyorum. Efendimiz şöyle buyuruyorlar. ”Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun sürüye verdiği zarar mala mevki ve makama düşkün bir insanın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir”.
İnsanlığın huzur ve saadeti için gönderilmiş son peygamber efendimiz bu hadisi ile ne demek istiyor acaba?
Zor ama önemli bir soru bu. Sorunun cevabında servet, şöhret ve şehvet karnelerimizin not ortalaması önemli.
Sınıfta kalanlar önce kendilerinden başlayarak sebep sonuç ilişkisini iyi irdelerlerse hem kendileri için hem de toplumsal güven erozyonunun bir nebze olsun azalmasına vesile olabilirler.
Mesela döviz biriktiricisi güruh. Kasasına doldurduğu dövizlerin kendini kurtaracağı zannı ile hareket ederek her koyun kendi bacağından diyorsa vah ki, ne vah. Sadece yazıklar olsun demekle iktifa ederim.
Aynı şekilde bulunduğu makamın hakkını vermek şöyle dursun gün bugün diyerek mal mülk sevdasının sarhoşluğu ile yetimin hakkına da göz dikerek , susuzluğunu deniz suyu içerek gidermeye çalışan bir aceze gibi karnını patlatıyorsa ona da yazık.
Devlet malı deniz yemeyen domuz diyen güruhun kuyruğuna takılmayı marifet sanarak, otun deveyi yardan uçurduğu gibi bir akıbet ile karşılaştıktan sonra el eman çekiyorsa buna da eyvah.
Daha çok eyvahlarımız var aslında.
Körler ve sağırlar birbirini ağırlamaya devam ede dursun. Müslümanı tanımlayanlar elinden dilinden ve belinden zarar gelmez diye tanımlamış. Allah’ın resulü ise asla yalan söylemez diyerek bu tanımı adeta taçlandırmış.
Ölçü belli.
Gerisi lafı gürzaf.
Ne mutlu bu ölçünün sınırları içerisinde yaşayarak örnek olan insanlarımıza. Konuşmak etkili olsa da yaşayarak konuşmak, ya da hal dili ile konuşmadan yaşamak çok ama çok daha etkili. Sözün gücüne itibar giderek zayıflıyor olsa da omurgalı duruşla sükutun gücü giderek artıyor.
Atalarımız bu geçeklikten dolayı olsa gerek söz gümüşse sükut altındır demiş.
Gören için her şey ayan beyan ortada. Aklını kiraya vererek başka melekelerini çalıştırarak mutlu olacağını zanneden gafiller bu dünyada olmasa da , hesabın hasbi olduğu alemi bekada hüsranda olduklarını elbette anlayacaklar.
İş işten geçtikten sonra anlasan ne yazar anlamasan ne yazar.
Bugünlük de bu kadar.
Kalın sağlıcakla.