Yerel seçimleri ikiye ayırmak gerekiyor. Birincisi büyük şehirler, ikincisi ise küçük şehirler ve yerleşim yerleridir…
Büyükşehirlerden kasıt ise “Büyükşehir Belediyesi” olmak değil, daha çok belediyeciliğini tamamlamış, şehrin imar sorunu kalmamış, çevreyle ilgili ciddi problemi olmayan ve sadece “sosyal” yönü ağırlık kazanan kentlerdir.
Bunun dışında kalansa belediyecilik hizmetlerine susamış, her gelenin bir yara açarak tedavi etmeye çalıştığı illerdir.
Bu iki farklı yerel yönetimde, seçimlerin de iki şekilde algılanması mümkün.
Seçmenler açısından büyükşehirde yaşayanlar, belediyenin sosyal ve kültürel etkinlikleriyle, çevreye duyarlılığına büyük önem verilmesini beklerler.
Küçük şehirde yaşayanlar ise “hizmete susamış” bir şekilde kenti kalkındıracak, imar sorununu çözecek, kente vizyon kazandıracak eserler isterler. Bunlara ek olarak, parklar, kültür merkezleri, piknik alanları, temiz bir çevre isterler…
Ancak siyasi partiler için durum böyle değildir.
Onlar için büyükşehirler “itibar kavgası”ndan ibaretken, küçük şehirler ise “sayı hanelerine yazılacak” kazançtır…
Bu dediğim elbette normal zamanlardadır…
Ergenekon, Gezi veya 17 Aralık operasyonu gibi insanların iradelerini ipotek altına almaya çalışan yapılanmaların cirit attığı dönemde ise seçimden anlaşılan çok farklıdır.
Vatandaş için değişen tek şey, iradesine sahip çıkma veya çıkmama mücadelesi şeklindedir.
Ancak bunun yanında, kentinin emin ellerde olmasını isterler…
Yolsuzluğa bulaşmayan bir yönetim arzular…
İşini görürken dosyanın arasına para sıkıştırılmasını isteyeceklerden uzak durmak ister.
Yasal talepte bulunurken insanca muamele bekler…
Ve tabii ki, kentin gelişmesi, belediyecilik hizmetlerinden yeterince faydalanmayı arzularlar…
***
İşte burada 30 Mart seçimlerinin “doğru tercih yapılmayan”bir seçim olacağı sıkıntısı baş gösterir.
Çünkü bütün siyasi partiler için isimlerin bir önemi yoktur.
Başkan ve meclis üyeliklerine aday gösterilenlerin “çıkar hesabı” içinde olup olmadığına bakmaz.
İktidar partisi, vesayete karşı bir zafer elde etmek ister. Halkı yanında görmek, iradesine sahip çıktığını bilmek ister.
12 yıldır eğitimden sağlığa, ulaşımdan hayatın her alanına kadar yaptığı yatırımların, demokratikleşmede atılan adımların insanların hayatında “olumlu” bir değişim yaptığına inanarak, bunun sandığa yansımasını ve bütün vesayet arzulayanlara da oylarıyla cevap vermesini beklerler…
Muhalefetin tek tek derdi başkadır.
Her parti, oyunu arttırmak, genel başkanın koltuğunu sağlamlaştırmak ister.
Alacağı her oy, kendisinin kâr hanesine yazılacaktır.
Bazıları bunun için her şeyi mubah görebilir, bazılarının idealleri öne çıkar ve sadece farklılıklarıyla milletin oyuna talip olurlar.
Bu arada 17 Aralık operasyonu, Ergenekon gibi darbe hazırlığında olan oluşumlar ve Gezi eylemcileri ile bütün bunların sponsorlarının niyetleri de çok başkadır.
Bunların hedefinde sadece AK Parti vardır…
Bütün partiler kazanabilir, bütün partilere el altından destek verebilirler; seçim bürosunu açar, seçim masrafını karşılar, belge verir, yatak odalarını gözler, telefonlarını dinler ve her türlü yasal ve yasal olmayan verilerle desteklerler…
Onlar için de isimlerin önemi yoktur.
Herhangi bir kentte, her hangi bir adayın kazanıp kazanmaması onların ilgi alanında değildir.
Sadece iktidar partisi adayının, adı ne olursa olsun, başarısı ne olursa olsun, kabiliyeti ne kadar iyi olursa olsun, kazanmaması gerekir.
Buna karşın, iktidar partisi dışındaki her hangi bir partinin adayının da ne kadar başarılı veya başarısız olması, dürüst veya yolsuzluğa hazır olması sorun teşkil etmez.
AK Parti dışında herhangi bir partinin adayının kazanması, kendilerinin kazanması demek olacaktır. Bu nedenle sadece parti değiştirmeler kolaylaştırılmaz. Dileyenin, dilediği yerde aday edilmesiyle, küskünlerin de işini kolaylaştırırlar…
Durum böyle olduğunda, yerel seçimler, amacı dışında kirli ilişkilere alet edildiği gerçeğini ortaya koyar.
Böyle bir ortamda halk, seçimle elde etmek istediği asıl amacına bir türlü ulaşamaz.
Amacına ulaşan, sadece sandıktan güçlü çıkan ve onun destekçileridir.
AK Parti sandıktan çıktığında, seçmeleriyle birlikte kazanmış olacak…
Ama paralel yapılanmaların kol kanat gerdiklerinde ise partiler bir yana atılacak, verdikleri çaba görülmeyecek, adayların performansı, bilgisi, birikimi veya başarısızlığı bile tartışılmayacaktır.
Zafer, paralel yapılanma ve onların sponsorlarının olacaktır…
Bir başka ifadeyle bu seçimde koyun can derdinde, kasap ise et derdindedir…
Bakalım, sonuçta kazanan kim olacak?
Tweetimden seçmeler
Menfaatçilerin 180 derece dönüşlerine bayılıyorum. Hani haz edilecek bir şey değil ama kısa sürede nasıl yeni yere uyum sağlıyorlar, hayret.