Kurtulamadığımız Önyargılar

.

Einstein’ın; ‘İnsanlardaki önyargıları parçalamak benim atomu parçalamamdan daha zordur’ dediğini çoğumuz biliriz. Biliriz bilmesine de bu illetten bir türlü kurtulamayız. Başkalarını değerlendirirken bu önyargılarımızın etkisinde kalırız.

Zaman zaman önyargılarımız yüzünden yaptığımız gafların, devirdiğimiz çamların bedelini ödemek zorunda kalırız. Bazen dilediğimiz özürler işe yarar, zevahiri bir özürle kurtarmış oluruz. Bazen ne yaparsak yapalım karşı taraf affetmez bizi ve bir dostumuzu kaybederiz.

Büyükler; gurur ve kibir gibi, enaniyet gibi ön yargıdan da uzak durmamızı isterlerdi. Olayları önyargıyla değil sabırla ve enine boyuna araştırarak çözmeye çalışırlardı. Toplumumuzda Önyargı sonucu verilen kararların doğru olamayacağı inancı hâkim olmuştu.

Şuan ise kararlarımızı önyargılarımızla verir olduk. Bu sebeple insanlar birbirlerine inanmaz, güvenmez ve saygı duymaz oldular. Birbirlerinin ardından konuşur oldular.

Konuya daha kolay anlaşılabilir düşüncesiyle çok bilinen ama tazeliğini hiç yitirmeyen iki hikâye üzerinden devam edeceğim:

1’inci Hikâye: Cuma namazındaydık. Sağ tarafımda yaşlı bir adam, onun sağında ise tek kişilik boş yer vardı. Yaşlı adam, farza kalkarken arkaya döndü ve boşluğun gerisinde duran 13-14 yaşlarındaki gence seslenerek; ‘Safı doldur evlat’ dedi. Gel yanıma. Çocuk, mahcup bir ifadeyle; ‘mümkünse burada kılmak istiyorum’ diye kekeledi. Oraya başkası geçebilir. Yaşlı adam, çocuğun üzerinde bulunduğu uzun tüylü yeşil halıyı göstererek: ‘Ne o dedi. Yoksa orası daha yumuşak diye mi gelmiyorsun? Ve öfkeyle devam etti: Anne kuzusu ne olacak...’

Namaz bittiğinde, yaşlı adamın Cuma'sını tebrik ettim. Arkadaki genç de gelerek onun elini öptü. Adam, söylediklerine çoktan pişman olmuştu. Delikanlının nurlu yanaklarını okşarken: Sana ‘anne kuzusu’ dediğim için kusura bakma yavrum dedi. Bir anda ağzımdan kaçtı işte... Çocuğun gözleri dolu doluydu. Başını yere eğerken; ‘Söylediklerinizde haklısınız efendim, dedi. Üzerinde namaz kılmak için ısrar ettiğim halı, vefat ettiğinde annemin tabutuna örtülmüştü. Orada secdeye kapandığımda, sanki beni kucaklamış gibi oluyor da...’

2’inci Hikâye: Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır.

Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda kalır. Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir.  Gelincik kapının önündedir. Ağzı ve yüzü kanlar içerisindedir. Anne bebeğini parçaladı düşüncesiyle çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir... Ve odadaki beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür. Her şeyi daha iyi anlamıştır ama yavrusunu kurtaran gelinciği de öldürmüştür.

Önyargıların beş vakit namaz kılan yaşlı başlı bir amca ile fedakâr, cefakâr ve oldukça bilgili bir anneyi ne hale düşürdüğünü daha güzel ifade etmek mümkün olmasa gerek. 

Daha insani ve daha İslami yaşamak için varsa eğer ‘önyargılarımızdan’ kurtulmaya çaba sarf etsek! Daha mutlu olmaz mıyız?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri