Ticarete olan ilgimizden midir nedendir toptancı anlayış iliklerimize işlemiş. Hele bu toptancı bakışı bir de ideolojik penceremizden yapınca süreç daha da ilginç bir hal alıyor.
Karanlığı, ideolojik ve toptancı fenerimizle aydınlatmaya çalıştığımız zaman, geriye fenerin menzili haricinde zifiri karanlıktan başka bir şey kalmıyor.
İdeolojiler, olgular, olaylar, partiler, vakıflar, dernekler, kişiler...
Siyaset, sanat, kültür, eğitim, spor vb her alanda;
Toptan bir reddediş ve savunuş...
***
Yanlışların doğruyu götürmesi geleneği, doğrunun “doğru” olduğu hakikatini unutturuyor.
Yanlışın “yanlış” olduğu hakikati gibi.
Doğruyu yanlış da ifade etse doğrudur.
Yanlışı doğru da ifade etse yanlıştır.
Toptancı bir perspektife sahip olunca, doğruyu muhteva eden yanlışları, muhtevasındaki doğru ile birlikte silmek gibi bir hataya düşüyoruz.
Doğrunun yanlışlarını, yanlışın doğrularını görmek/görebilmek elzem olan.
***
Türkler olarak sanırım en belirgin özelliğimiz; bir konuda, her şeyi bilmenin aksine her konuda çok az şey bilmektir.
Ve çok az şey bildiğimiz her şeyi, en iyi bildiğimiz konusunda en ufak bir tereddüdümüz yoktur.
Bizzati kendi gayretimizle edindiğimiz öğrenilerimiz üzerine bir analiz yapılsa, bilgiye ulaşma hususundaki üşengeçliğimiz daha net ortaya çıkacaktır.
Aile, toplum ve okul öğretileri haricinde kendine bir şey katan, kaç “birey” var çevremizde?
Bilgi edinme sürecindeki tembelleğimizin yanısıra duyumsal verileri kabul etmedeki pozisyonumuz ise tamamen ait olduğumuz inanç/kimlik/ırk/ideoloji şablonuna göre şekil almakta.
Bütün savunu ve karşıtlıklarımızı bu toptancı çizgiler üzerinden inşa ediyoruz.
Kendimize ait olduğunu düşündüğümüz hiçbir adımda/sözde/düşüncede yokuz aslında.
Verilenler/aktarılanlar ve aidiyetlerimizin izlerini kendimiz sanmamız en büyük yanılgımız.
Düşünüyorumda kendi cephemizden/mahallemizden bakmadığımız kaç olay yahut durum var?
Mahalleliler arasında mahallesiz olamamak sanırım en önemli eksiğimiz.
***
Herhangi bir mevzuya dair; hangi liderin ne söyleyeceği, hangi kesimin ne tepki vereceği, hangi gazetenin nasıl yorumlayacağı, hangi yazarın ne yazacağı hususuna vakıf olmak sizce de çok can sıkıcı değil mi?
Pek ala tarafsız olamayabiliriz ama dürüst olmak neden bu kadar zor?
Neden her hususu kendi cephemizden toptancı bir perspektifle değerlendiriyoruz?
Neden olaylar karşısında pozisyon almak için ait olduğumuz cephenin liderinin söylemlerini bekliyoruz?
Herhangi bir vatandaşı anlayabiliyorum ama entelektüel geçinen düşünürlerimiz neden bu halde?
Neden lidersiz söylem geliştiremeyen bir düşünce tasavvuruna sahibiz?
Lider söylemlerinin ve kuşaktan kuşağa aktarılanların fikir süzgecinden geçirmeye gerek duyulmaksızın benimsenmenin arka planında ne var?
Neden birey olamıyoruz, neden hep bir lider ve kitle ile birlikte hareket etme ihtiyacı hissediyoruz?
Sürüsüz kalmak mı korkutuyor bizi?
Olmuyor mu bir sürü olmadan?
Sürüden ayrılmak isteyenlere saygı duyabilecek bir kültür inşa edemediğimiz için mi bu kadar önemli sürüden olmak?
Aktarılanı aktarmak ve biat kültürü üzerine inşa edilmiş bir fikir evrenimiz var. Üzerine koymadan, kendimizden bir şey katmadan, özgün nitelikten yoksun bir aktarma geleneği...
Can çıkmadan ümit kesilmezmiş.
Toplum, aile, okul öğretilerini aşabilen,
Bireysel karar alma yetisine sahip,
Meseleleri kendi fikri evreninden analiz edebilen,
Doğrunun yanlışlarını, yanlışın doğrularını algılayabilen,
Sorgulama, empati ve sorumluluk becerisi gelişmiş,
Toptan bir reddediş ve savunuştan uzak,
Hür iradeli , “düşünen” bireylerle dolu bir gelecek arzusuyla...