Batılılı seküler hayat tarzının hızlandığı bu zamanda, millet kimliğimizi ve medeniyet değerlerimizi aşağılayan aydınların yeterli tepki görmemesi ciddî bir tehlike. Medeniyetsiz aydın kültürel saldırılarını süflî bir şekilde sürdürüyor: “Evrim teorisine karşı olmak Cumhuriyetin laiklik ilkesine aykırıdır.” İlk mektepten üniversiteye kadar milli eğitimin ikmal edememiş bu ülkede bu sözün verdiği zararın “boyutlarını” düşünen var mıdır? Evrim Teorisi’ne karşı çıkmak laiklik ilkelerine karşı suç işlemekmiş.
Bu aydın tipinin fikrî ceddini ve filozofik ustalarını Meşrutiyet’ten ve Cumhuriyet’in ilk yıllarından tanıyoruz. “İçtihad” dergisinin kurucusu ve başyazarı pozitivist Abdullah Cevdet ve agnostik Rıza Tevfik’in fikrî sulbünü sürdüren üçüncü kuşaktır bu aydın tipi. Bu güruhun öncülerinden Abdullah Cevdet’in tam bir asır önce söylediklerini tekrar ediyorlar:
“Darwin’in öğretisinin okutulmasını ‘küfr’ sayan bir ülke hâlâ Ortaçağ döneminde yaşıyor demektir. Böyle bir ülkenin, yirminci yüzyılın dünyasında hayat hakkı olamaz. Sarıklı, sarıksız, ezilmek istemeyen her kafa artık bunu anlamalıdır.”
Medeniyet kimliğini reddeden aydınlar alenen deizmi savunuyorlar ce “Yaradancı” görünüyorlar. Deizm “Yaradancılık”tır. Kur’ân-ı Kerim’de bildirilen Allah’ın varlığı ve vahyini, dinî kuralları inkâr ederek sadece akılla idrak edilen bir yaradanın olabileceğini kabul eden felsefi görüştür. Peygamberlere ve dinlere ihtiyaç olmadığını, pozitivizmin diğer adı olan “tabiî din” anlayışını benimsemektir. Volter ve Rousseau bu düşüncenin ileri gelenleridir.
AYDINA GÖRE AHLÂKIN TANRIYA VE DÎNE İHTİYACI YOK
Kendi medeniyetinden şüphe modern seküler nesiller için baldıran zehirinden daha tehlikeli olan bu ifadelerin Müslüman Türk ülkesinde serbestçe yazılması hayra alâmet değil. Medeniyet kimliği krizi yaşayan Türkiye’de seküler ve deist neslin çoğalmasından şikâyet edenler “mustağrib” aydınlarla savaşmayı göze almalıdırlar. Binlerce tirajlı gazetelerde yazılan şu cümlelerin ifsad ettiği seküler gençliğin nasıl bir zihniyet zehirlenmesine tabi tutulduğunu ciddiye alan var mı?:
“Ahlâk duygusu Tanrı ve din inancı olmasaydı da, gündelik yaşam ve doğadan gelen deneyimlerle insan varlığının zihninde gelişirdi, gelişebilirdi. Öyle oluyor zaten. Bir yaşından küçük bebeklerin kötülere antipati, iyileri sempati ve olaylarda empati duymalarının sonradan edinilmiş olması olanaksız. Modern psikolojinin en büyük başarısı küçük çocukların zihin dünyalarını incelemenin yolunu bulmuş olması.”
Demek “ahlâk duygusu din inancı olmasaydı da doğadan gelen yardımla insan zihninde gelişirdi” öyle mi? Hangi ahlâk bu? Allah’ın ve dîninin âyetleriyle sistemleşmeyen bir yeryüzü ahlâkı ancak bir homongolos, yani gönlü ve zihni, Kur’ânî değerlerle terbiye edilmemiş vahşî ve ruhsuz bir beşer ahlâkı olur.
Ahlâk, kendi medeniyetimizin temsilcisi âlimlerden öğrenilmezse sekülerleşecek, yâni yozlaşacaktır. “Bana göre, sana göre... ahlâk” diyenlerin artması İslâm medeniyet kimliğinden uzaklaşmak demektir. İslâm’dan bağımsız bir ahlâk anlayışının bedelini modern hayatın içinde yüzlerce farklı insan ve gurupların millet yapımıza vurduğu darbelerle ödüyoruz.
TÜRBANA ARAP VİRÜSÜ DİYEN AYDIN
Bu ülkede yaşayan ve akşam sabah Müslüman Türkiye’nin medeniyet değerleriyle savaşan deist bir aydın yazar “Türban, ülkemize Arap travmasının virüsü ile bulaşmıştır” diyerek başlıyor medeniyet kimliğini inkâra. Kur’ân, ahlâk ve başörtüsü hakkında yazdıkları tâbiri câizse “it yese kudurur” cinsinden:
“Meğer ben yıllardır İslâm düşmanıymışım da bundan haberim yokmuş. Ne yaptım ben? Kur’an’ın inmesinden bu yana yapılan bilimsel keşiflerin kutsal kitapta yeri olduğu iddialarına karşı çıktım. (...) Kur’an, Hz. Muhammed’e ciltli ve birinci hamur basılı olarak inmedi. Hz. Muhammed inen vahiyleri söyledi. Vahiy kâtipleri değişik maddelerin üzerine yazdı ve hafızlar ezberledi. İnen ayetler Hz. Muhammed hayattayken Kitab hâlinde toplanmadı, yakınlarının ellerinde toplandı. (...) Derleme ayet toplanmasında uyuşmazlık çıktı. Kutsal Kur’an’ın yeryüzünün işlerine karıştırılmasına, bu işlere referans gösterilmesine karşıyım ve bu nedenle laikim.”
Medeniyetimize savaş açan aydınlarla savaş yapılmazsa “Türban, faşist gömleği ve gamalı haç gibi simgedir” hezeyanlarını çokça duyacağız. Bu hezeyanlar karşısında deizme ve skülerizme kayan nesillerin dayanıksızlığı geleceğin büyük tehlikesidir:
Medeniyetinden sapan aydın, Müslüman inancın bir normu olan türbana “fesad” diye başlıyor yazısına: “Kur’an’da başörtüsüne yer verilmediğini, başörtüsünün İslâm’la ilişkisinin olmadığını, İslâm öncesi dönemde Arapların ve Yahudilerin güneşten sakınmak için başlarını örtükleri bir giysi parçasıdır. Türban, kahverengi faşist gömleği gibi, gamalı haç gibi bir simgedir.”
AYDIN “TÜRBAN İNSAN HAKLARINA AYKIRI” DİYORSA…
Âmâ üstad Cemil Meriç’in ifadesiyle “Müstağrib aydın” fikren ve zihnen inkâr hastalığına yakalanmış. Türbana faşist gömleği ve gamalı haç diyen bir insanın aklından ve idrakinden şüphe edilmez mi? İdraki o kadar kirlenmiş ki, “Dekolte Giyinmek İnsan Haklarına Aykırıdır” diyerek binlerce tirajlı gazetelerde manifesto çekip, içinde yaşadığı millete meydan okuyor:
“Türban, kamusal alanda bir dinsel simge olarak Müslüman olmayan azınlıklar ve Sünni olmayan Müslümanlar üzerinde bir baskı aracıdır. İnsan haklarına aykırı bir durum. Laik bir toplumda kamusal alanın din ve inanç özgürlüğü bağlamında nötr olması gerekir. Oysa türban, bu nötr alana yapılan saldırıdır (tecavüz, ihlâl, violation). Laiklik, saldıranı değil, saldırılanı korur...”
Müslüman Türkiye’nin kendi ülkesinde bin yıllık inancı olan başörtüsü “kamusal alanda haklarına aykırı ve bir baskı aracı” ise, dekolte giyinmiş bir hanımın kamusal alanda tenini teşhir etmesi ve cinsî duyguları tahrik etmesi de insan haklarına aykırı ve bir baskı aracı değil midir?
Sözün özü: Medeniyet kimliğimizi değiştirmek gerektiğini yüksek sesle söyleyen aydın sapması elan devam devam ediyor. Bu, “özgürlük müdür?” Kim mücadele edecek (ilbeyali@hotmail.com)