Mehmed Âkif’in cenazesinde Altı Ok Cumhuriyeti’nin lâdinî kara vicdanlı resmî zevatı ve İstiklâl Savaşı’nda ona irşad vazifesi verip sonra aldatan Kemalistler yoktu. Ne gam! Tabutuna ay yıldızlı bayrağı sardırmayan Atatürkçü güruhun kara vicdanlarına karşı, “Hakk’a tapan milletin” mensuplarıyla Asım’ın Nesli vardı.
Midhat Cemal Kuntay’ın Âkif’in hüzünlü cenazesiyle tesadüfen karşılaşması yüreğine bir topak gibi oturur. Cenazede millet karşıtı Kemalist-Chp’li bir kişi dahi yoktur.
Cenaze, Beyazıt’tan kalkacaktır. Midhat Cemal tesadüfen oradadır. Etrafta kimseler yok. Sonra birkaç kişi görünür ve biraz sonra çıplak bir tabut gelir. “Bir fıkara” cenazesi zanneder. O civardaki Emin Efendi Lokantasının sahibi elinde bir bayrakla cenazeye koşup gelir. Nasıl olduğunu anlamadan birden yüzlerce genç peyda olur. Üniversitenin büyük sancağını çıplak tabuta sararlar. Âkif’in cenazesi olduğunu anlar ve içine acı bir ateş düşer elleriyle yüzünü kapatır. (Mehmed Âkif, Hayatı, Seciyesi Sanatı)
ÂKİF’İN TABUTU KÜLLÜK’ÜN ÖNÜNE GETİRİLİR
Âkif hayranlığı genç bir hoca iken başlayan Prof. Ali Nihat Tarlan’ın, pozitivist inkılâpçı Cumhuriyet’in şefleri ve yandaşlarının bilerek katılmadığı Âkif’in cenazesinde yaşadıkları bir hayli hüzünlüdür.
Divanyolu'nda kahvede otururken birkaç Tıbbiyeli arkadaşı koşarak yanına gelirler. “Hocam” derler, “Âkif’in cenazesini Küllük'e getirmişler, bir araba içinde bırakmışlar, ne yapalım?” Beyazıt Câmii’nden cenaze örtüsü, üniversiteden de bir bayrak alın ve hizmetinde bulunalım, diyerek hızlıca cenazenin olduğu yere giderler. Bir saat yakın zamanda cenaze hazırlanıp omuzlara alınır. Beyazıt m Meydanı onu sevenlerle doludur. Kış kıyamette, hocaları tarafından yol kenarında dizilen küçük yavrular, ilkokul öğrencileri göz yaşartacak bir manzara teşkil eder. Üniversite talebeleri cenazenin hemen arkasındadır. Kiminin üzerinde pardösü bile yoktur. (İsmail Hakkı Şengüler, Mehmet Âkif Külliyatı)
Onun en yakın dostu Eşref Edip’in anlattıkları, Âkif’e “mürteci” diyen (Ne mutlu Âkif gibi mürteci olmak) Atatürkçü rejimin Âkif düşmanlığını gözler önüne seriyor:
Câmide örtüsüz, yalnız tahtadan ibaret bir tabut. Talebeler hüngür hüngür ağlıyorlar. Çıplak bir tahta ile tabut, musalla taşında al sancaklarla, Kâbe örtüleriyle örtülüyor ve Âkif’in cenazesi İstiklâl Marşı ile götürülüyor. (Şengüler, a.g.e., s.41)
Âkif’in vefatında tıp öğrencisi olan Dr. Macit Bumin’in yazdıklarından da ezansız Cumhuriyet zevatının cenazeye ideolojik olarak katılmadığı apaçık:
“Vakit erkendi. Kütüphânenin açılma saatini, tam karşısında bulunan ve Küllük denilen kahvelerin birinde oturarak bekliyorduk. Sulu kar yağıyordu. Tam bu sırada caddeden tek atlı bir araba geçiyordu. Arabacının yanında fesli bir genç oturuyor. Yükü, örtüsüz bir tabut olan araba, câmi kapısına yöneldi. Sorduk: ‘Bu tabut kime ait?’ ‘Mehmed Akif Bey’e aittir.’ (…) Bir câmi avlusu ve bir tabut. İçinde İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmed Akif Ersoy. Devlet erkânı yok…” (Türk Edebiyatı dergisi, Mart 1983)
M. KEMAL’DEN “ÂKİF’İN CENAZESİNE KATILMAYIN” TÂLİMATI
Brüksel’de elçilik vazifesi sırasında içkiliyken bir kadına sarkıntılık ettiği için diplomat kartı yırtılan ve dayak yiyen, Millî Mücadele’ye katılmayan ve İstiklâl Harbi yıllarını Avrupa’da bohem hayatı içinde geçiren agnostik (vahiy ve din kurallarına inanmayan, yaradancı) şair Abdülhak Hâmid’e, kendine övgüler düzdüğü için 1924’de "Vatani Hizmet Tertibinden" emekli aylığı bağlattıran, dahası 1927’den vefat ettiği1937’ye kadar İstanbul mebusu yapan, öldüğünde de devlet töreniyle defnettiren M. Kemal, Millî Mücadele’ye katılan Âkif’in cenazesine sahip çıkmadığı gibi, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya bizzat emir vererek yayınlattırdığı tâlimatla İstanbul Valiliğince Âkif’in cenazesine sahip çıkılmamasını ve tüm resmi zevatın cenazeden uzak durmasını ister. (Burhan Bozgeyik, Doğru Tarihe Doğru)
Bu ideolojik muamelenin dahası var; Millî Mücadele yıllarında Amerikan mandasını savunan, İstanbul'dan dışarı çıkmayan yazarları himaye eden Kemalist devlet, millî edebiyat ve düşünceye imza atmamış olan seküler zihniyete sahip Sami Paşazâde Sezai'nin cenazesine gösterdiği ilgiyi Âkif'ten esirgemiştir. Şüphesiz ki, lâ-dinî Cumhuriyet’in esirgemesine muhatap olmamak Âkif için bir şereftir.
“ÂKİF’E DÜŞMANLIK MİLLETE DÜŞMANLIKTIR”
“Âkif’e düşmanlığın millete düşmanlık” olduğunu ifade eden D. Mehmet Doğan, İlkadım dergisinin yaptığı mülakatta (mülakat onun “Câmideki Şair Mehmed Âkif” kitabı s. 264’de yer almaktadır) Cumhuriyet despotlarının Âkif’in cenazesine katılmayı yasaklamalarındaki sebebin İstiklâl Marşı’nın uyandırdığı fikirler ve Türkiye’yi terk edişindeki tavrı olduğunu söylüyor. Tek Parti idaresinin cenazesine ilgisiz kalmadığını, aksine, Türkiye’nin tek üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne tâlimat göndererek cenazeye katılmayı yasakladıklarını, bu ters ilgiye rağmen, üniversite gençliğinin cenazeden haberdar olduğunu, millî şaire sahip çıktığını, onu eller üstünde kabrine kadar götürdüğünü, Cumhuriyet tarihinde ilk müstakil ve kişilikli gençlik hareketinin böylece ortaya çıktığını, anlatıyor.
Âkif’in cenaze törenine hukuk fakültesi öğrencisi iken katılan Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in anlattıklarını millî öfkeye kapılmadan dinlemek mümkün değil. Ona göre, ülkede tek partinin otoriter düzeni hâkimdir. Kimse idare ile çelişkiye düşmek istemediği için basında Âkif’in yurda dönüşü ve hastalığının seyri hakkında pek fazla haber yayınlanmıyor. Bir cenaze otomobilinden iki kişi üzerine örtü konmamış bir tabutu indiriyor. Yoksul birinin cenazesinin getirildiğini düşünerek bir kısım arkadaşları yardım ediyorlar. Fakat tabutun Âkif’e ait olduğu anlaşılınca gençler ağlamaya ve merhumun bir kısım arkadaşları da gelmeye başlıyor. Gelenler arasında ne Vali, ne Belediye Reisi ve ne de Tek Parti’nin zimamdarlarından (idarecilerinden) hiç kimse ortalarda yok. Cenaze gençlerin sorumluluğunda kaldırılıyor. Saygı ve vakar içinde, hiçbir tahrike kapılmaksızın cenazeyi omuzlarında Edirnekapı Mezarlığı’nın Şehitlik karşısında bulunan kısmına taşıyorlar. Dinî merasim yapılmadan önce hep bir ağızdan hançerelerini patlatırcasına İstiklâl Marşı’nı söylüyorlar. (Mehmet Âkif Ersoy, M. Ertuğrul Düzdağ)
CENAZESİNE KATILAN TALEBELER SORUŞTURMA GEÇİRİYOR
Bir başka zulüm örneği de Âkif’in mezarında genç bir üniversiteliyken konuşma yapan Prof. Dr. Abdülkadir Karahan’ın Yüksek Öğretmen Okulu’ndan Emniyet Müdürlüğü’ne getirilerek sorgulanmasıdır. “Ne sıfatla, resmî makamların törene gerek görmediği bir şairin kabri başında konuşma yaptığı” sorulur. Cevabı şöyledir:
“Ben herhangi bir şairin değil, Türk bayrağı göndere çekilirken yazdığı İstiklal Marşı ile göklere seslenen bir zâtın kabri başında milletimin duygusunu, saygısını dile getirdim.” (İlkadım Dergisi, sayı: 270, Ocak 2011)
Adı geçen derginin aynı sayısında, 16 Aralık 1971 tarihli “Babıâlî’de Sabah” gazetesinde Dr. Neşet Adnan Zentürk’e ait bir yazıdan ibretle okunacak bir haber daha verilir:
“Atatürk cenazeye katılmamış, katılan gençleri de kınamıştır. Cenazenin kaldırılmasına üniversite gençliğinin öncülük etmesi onu öfkelendirmişti. Cenazeden sonra İstanbul’a geldiği bir gün Pera Palas’ta Yüksek Ticaret Okulu’nun yıllık balosunda kendisine gösteri yapan ‘yaşa Gâzi’ diye tezahürat yapan gençlere, ‘Ben size devrimlerimi emanet ettim. Siz ise benim devrimlerime karşı olan Mehmet Âkif’in cenazesini büyük törenle kaldırdınız’ diye sitemde bulunur ve ağır konuşur.”
CHP İKTİDARI ÂKİF’İ SEVMEYİ YASAKLIYOR
Yazar Fatih Bayhan bir televizyon konuşmasında (28.12. 2012 tarihli gazeteler) “M. Kemal’in, Mehmet Âkif’e vefasızlık yaptığını, cenazesinde devletin olmadığını, Chp'nin diktatör zihniyetinin onu sevmeyi ve cenazesine gitmeyi yasakladığını …” duygulu ifadelerle anlatıyordu.
Hâsıl-ı kelâm, “çok sevdiğini” söylediği Hz. Peygamberimizin vefatı yaşında, yâni altmış üç yaşında Hakk’a uçtu. Hasta iken öleceğini hissetmiş olacak ki, “Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını / Bana çok görme İlâhi bîr avuç toprağını!..” mısralarını yazmıştı. Ondan geriye hüzün, yoksulluk, bir kat esvap, bir mavzer tüfeği ve istiklâl madalyası kaldı.