MehmedÂkif, Türkleri; Türkler, MehmedÂkif’i çok sever. Âkif’i Türklerden başkası sevmez, sevemez. Millîsiz İslâmcılar da, Kemalist, yâni Atatürkçüler de Âkif’i sevmez ve sahiplenmezler. Onun içindir ki, çatışmalı hâle getirilen kimlik meselemizin tahkim edilmesine en çok ihtiyacımız olan bu asırda İslâm zemininde millet olan Türk hüviyetinin başköşesine Âkif’i koymak bir hak ve mecburiyettir. Çünkü yeni nesillere anlatabileceğimiz Müslüman Türk ahlâk ve seciyesini bütünüyle taşıyan bir şahsiyettir Âkif.
ÂKİF: “TÜRK ERİYİZ… / MÜSLÜMANIZ, HAKK’A TAPAN MÜSLÜMAN”
“Ordunun Duası” şiirinde “Türk eriyiz, silsilemiz kahraman / Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman” mısralarında Müslüman Türklüğü kalbine koyduğunu vecdle söyler. Ona göre, Türk’ün kahramanlığı, İslâm’ın bekâsı içindir. Vatan coğrafyası sadece Osmanlı devletiyle sınırlı değildi. Türk dünyasına sekülerin Türkçülerin bakışıyla değil, İslâmî fikirle sahip çıkılmasının hayâlini kurar.
ÂKİF; TÜRK’ÜN, ECDADINA ÇEKMESİNİ İSTİYOR
“Âkif Türk değildi…” diyen ulusalcı ve Atatürkçü kafa, “Türkler brakisefal Alpin ırktır” diyen kafadır. Türkiye’nin ihtiyacı bu kafaya değil, Âkif’in kavmiyetçiliği reddeden İslâm’ı madde ve mânasıyla giyinmiş Türklüktür: “İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz / Ne büyük söyle, ne çok söyle, yiğit işte gerek / Lafı bol karnı geniş soyları taklit etme… Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek.” Osmanlı bakayası Türklerin tek başına kalmasından sonra hâdim ve hilâfet sahibi Türk’ün, ecdadına çekmesini ve yeniden hamle yapmasını istiyor. Ecdattan kastı Alparslan’la, Osman Gâzi’yle başlayan silsiledir.
“TÜRK’E HİÇBİR KAVMİN HOROZ OLMASINA TAHAMMÜL EDEMEM”
Kur’ân müfessiri Hasan Basri Çantay’ın “Âkifnâme-MehmedÂkif” kitabında yazdıkları hangi Müslüman Türk’ün yüreği heyecanlandırmaz?:
“Âkif hep Türklerin başında bulunduğu bir İslâm birliğini savunmuştur. Eğer millîyetçi demek 'Türkü Türk olarak sevmek' demek ise Âkif şüphe yok, olanca temiz ve şümullü mânasıyle bir millîyetçidir. Çünkü o, içinde yaşadığı milleti kadar hiçbir varlığın mehabetine, âşina kendini vermedi, bağlayamadı. Evet, Âkif'e tam bir 'İslâm şairi' diyebiliriz (…) Fakat, Türk daima başta kalmak şartıyla. Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihayet Türk olarak öldü. Savaş sırasında üstad, Balıkesir’e gelmişti. O’nun samimi arkadaşlarından biri Gönen’e teşkilât kurmaya gitmişti. Dönüşünde o arkadaş dedi ki: ‘Yunanlılar Türklere cefa ediyorlar. Millî teşkilâtı boğmaya çalışıyorlar.’ Âkif’in o zaman kükreyerek verdiği cevap şudur: ‘Orada bir Türk Ocağı açınız ve mücadele ediniz!’ Âkif ile birlikte İstanbul’dan gelen kişi: ‘Üstad, sizi Türkçü görüyorum’ demek istedi. Âkif’in ağzından alev gibi şu kelimeler çıktı: ‘Ya ne zannediyorsun? Türk’e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem!” (Hasan Basri Çantay-Mehmet Âkif Dostluğu ve Âkifnâme, DergiPark.org.tr, 15 Nisan 2016)
Âkif’in o yıllarda zikrettiği Türk Ocakları ile Cumhuriyet Dönemi’nde sekülerleşen, Kemalist inkılâplara destek olan Türk Ocakları’nın fikrî yapısının farklı olduğunu belirtelim.
“HİND’İN İSLÂM’INI TÜRK’E KIYAS ETMEYİNİZ”
Safahat’ın ikinci bölümü “Süleymaniye Kürsüsü” nde aksakallı ihtiyara Türklerin ümmetin içindeki hâdim vasfını anlattırır. Hintli Müslümanla konuşturduğu ihtiyar Âkif’in fikirlerini anlatıyor: “Ah, biz hayra yorar unsur îman değiliz / Hind’in İslâm’ını pek Türk’e kıyas etmeyiniz / Onlar ruh-u şehametle coşar kanlar var / Biz de yok öyle samimi asabiyet, o damar… Varsa ümmîdimiz Osmanlıların şevketidir / Onu bir kerre işitsek... Bu sa´âdet yetişir.”
ÂKİF GÖRE “TÜRKLER İSLÂM’IN GÜRBÜZ UNSURUDUR”
İslâm’ı hâmisi olarak gördüğü Türkleri medeniyet imkânlarından mahrum ederek ihmal eden idarecileri de “Asım” şiirinde keskin şekilde hicveder: “Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türk'ün / Düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün / (…) Kırk onun ömrüne son merhale olmuş kalmış / Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu! / Bense İslam’ın o gürbüz, o civan unsurunu / Kocamaz, derdim, asırlarca, sorulsaydı eğer! / Ne çabuk elden, ayaktan düşecekmiş o, meğer!”
Türk’ü “İslâm’ın gürbüz unsuru” olarak gören Âkif, “Mektep ve Yol İhtiyacı” şiirinde Türk’ün varlığını merkeze alır: “Bize lâzım iki şey var: Biri mektep, biri yol / Neye Türk’ün canı yangın; neye millet geridir / Anladık biz bunu, az çok, senelerden beridir…”
İslâm medeniyetinin en büyük hizmetkârı olmasına rağmen ihânete uğramış, yalnız bırakılmış Türk’ü “Âsım” şiirinde samimi ve hüzünlü mısralarla anlatır: “Hocazâdem, ne sülükmüş o meğer, vay canına! / Diş bilermiş senelerden beri Türk’ün kanına / Emiyor fırsatı bulmuş yapışıp / Hem de ne emiş! Kene bir şey mi acep?...”
“Âsım”dan önceki şiirlerinde ümitsizlik içindedir. İslâm âleminin hüsrana uğramasından korkmaktadır. Ancak, Türk ordusunun Çanakkale’deki zaferi onu tekrar ümitlendirir. Bu zafer ümitsizlik hâlet-i ruhiyesini tam aksi istikâmette değiştirmiştir. Âkif’in ümitsizliğini gideren, Batı karşısında bütün İslâm âlemini ve hilâfeti Batı’ya karşı müdafaa eden tek başına Türklerdir.Onun inandığı Türk, Devlet-i Âliye’yi kurandı, Anadolu’yu, Rumeli’yi darüislâm kılandı, İslâm’ın hâdimi “Nesli Mücahid” di. Osman’lar, Orhan’lar, Fâtih’ler ve Sultan Selim’lerdi.
ÂKİF’İN TÜRK DÜNYASINA MUHABBETİ OLMADIĞI BÜYÜK BİR YALAN!
MehmedÂkif’in Türklere ve Türk dünyasına muhabbetinin olmadığı iddiası büyük bir yalan! Türk Dünyasının âtıl kalmış eğitimlerinden, istiklâl mücadelelerine ve milliyet şuuruna kadar birçok meselesini devrin birçok aydınından daha çok dile getirdiği maalesef edebî sahaya taşınmamıştır. Âkif, Bosna’da, Bulgaristan’da Balkanların bütün Müslüman toplumlarında şiirleri ve şahsiyetiyle en çok okunan ve bilinen birisidir. Sosyalist hâkimiyetin arttığı yıllardan önce Azerbaycan edebiyatında en çok tanınan ve şiirleri taklit edilen kişinin MehmedÂkif olduğunu lâdinî Türkçülerle millîsiz İslâmcılar kasıtlı olarak bahsetmezler. Meşhur “Haydar Babaya Selâm” şiirinin sahibi Şehriyar, Âkif’in İstiklâl Marşı’nda dile getirdiği duygu ve düşünceleri şiirlerinde dile getirdiğini yakın dostları anlatırlar. Azerbaycan şairlerinden Bahtiyar Vahapzâde’ninÂkif’e hayranlığını, Kemalist ve lâdinî Türkçüler gizlemişlerdir hep.
MAZLUM TÜRK DÜNYASI ÂKİF’İN MISRALARINDA YANKILANIR
Rusya’daki Müslüman Türklerin istiklâl mücadelesi için Petersburg’a yerleşerek matbaa kurar, dinî ve siyasî sahada eserler yazan ve yayınlayan aslen Buharalı Özbek bir aileye mensup Başkurt Türklerinden mütefekkir Abdürreşid İbrahim (1857-1944) Âkif’in en çok zikrettiği ve hayran olduğu bir insan. Türk Dünyasının mazlumluğunu ve ne yapılması icap ettiğini bu zâtın ismi ve eserlerinden hareketle anlatır. Orta Asya ve Rusya’daki Türklerin dertlerini, perişanlığını manzumlaştıran ve Türkistan için “Bizim menşe’imiz ve asıl memleketimiz” diyen Âkif’e Türk dünyasına muhabbeti yok demek insafsızlıktır. Türkistan’daki Rus mezalimini o yıllarda dile getiren ilk şair Âkif’tir: “Din için, millet için iş görecek alçağa bak / Dînipâmâl edecek, milleti Ruslaştıracak! / Bunu Moskof da yapar, şimdi rızâ gösterelim / Başka bir mârifetin varsa haber ver görelim…”(Türk Yurdu Dergisi, Âkif Özel Sayısı, Ankara, Aralık 1987)
“YOL TUTTUM YALINIZ DOĞRUCA TÜRKİSTAN’A”
Semerkant, Buhara, Taşkent gibi Müslüman Türklerin ilk medeniyet merkezlerine hasret diliyle yazdığı mısraları ne seküler Atatürkçü Türkçüler ne millîsiz İslâmcılar dikkate almazlar. Yüreği kanayarak yazdığı şu mısraları hangi lâdinî Türkçüler yazabilmiştir?: “Onların nevbeti geçmiş, sıra gelmişti bana, Yolu tuttum yalınız doğruca Türkistan’a / Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent’i / Geçtiğim yerleri ta’dâda mahal yok şimdi / Uzanıp sonra Buhârâ’ya, Semerkand’e kadar/ Eski dünyâda bakındım ki ne âlemler var? / Sormayın gördüğüm âlemleri, hiç söylemeyim/ Yâdı temkînimi sarsar da kan ağlar yüreğim/ O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak / Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak! / İbniSînâ’ları yüzlerce doğurmuş iklim / Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm / O rasad-hâne-i dünyâ, o Semerkand bile…”
“Âsım” şiirinde, İslâm’sız bir “Turan ili hayâli” nin, Türk-Moğol tarih düşüncelerinin ve Müslüman Türk düşmanı Cengiz Han’ın fenâlıklarını anlatır. Gönül ve fikir dünyasında İslâm’ın yeşertildiği Semerkand, Buhara, Türkistan, Kaşgar’ı muhabbet ve hasretle yâd eder:
“...Yolu tuttum yalnız doğruca Türkistan´a / Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkent´i / Geçtiğimiz yerleri ta´dâda mahal yok şimdi / Uzanıp sonra Buhârâ´ya, Semerkand´e kadar / Eski dünyâda bakındım ki ne âlemler var / Sormayın gördüğüm âlemleri, hiç söylemeyim / Yâdı temkînimi sarsan da kan ağlar yüreğim / O Buhârâ, o mübârek o muazzam toprak / Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak! / İbn-i Sînâ´ları yüzlerce doğurmuş iklim / Tek çocuk vermiyor âguşuna ilmin, ne akîm! / O rasad-hâne-i dünyâ, o Semerkand bile”
İşte böyle Âkif’in Türklüğe muhabbeti! Yüreğimizden fışkıran sözümüzü bir daha söyleyelim: MehmedÂkif, Türkleri; Türkler, MehmedÂkif’i çok sever.(ilbeyali@hotmail.com)