Birey, aile, şirket ve devlet açısından iktisadi planlama, belirli bir ekonomik hedefe ulaşılmak ve onu maksimize etmesi için kıt kaynakların acil ve öncelik sırasına göre planlanması ve ondan azami fayda sağlamak demektir.
Yukarıda ana kurallarıyla tarifi yapılan planlamaya uymayan, kulak ardı eden birey de, aile de, şirket ve devletin kaynakları yeterince değerlendiremediği, kaynak israfı içinde olduğu, sonunun nasıl biteceği, başından belli olan çeşitli ekonomik badirelerle karşılaşacağı bilinen bir gerçektir.
Planlama ciddi bir iştir. O ne beş taş oyununa, ne de tavla da zâr tutmaya benzer. Hele devletler açısından düşünülürse, doğmuş ve doğacakların ekonomik gelecekleri planlama sonucu ortaya konan hedeflere bağlıdır.
Sahasında uzman yüzlerce kişinin, kendi ülkesi ve Dünya'yı ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel v.s bilimsel olarak taraması, olan bitenleri sosyo-ekonomik olarak değerlendirmesi, öngörülerine öngörülmezleri de katarak ortaya çıkardıkları geniş ve yoğun bir çalışmanın sonucu, "işte !" diyerek ortaya koyduğu iddialı bir hedef ve kendi halkına söz verdiği bir taahhütnamedir.
Düşünsenize, bir aile kendi için beş yıllık ekonomik ve sosyal bir hedef koyuyor. Hedefi gerçekleşmediği gibi, hedefe harcanan onca emek ve sermaye yerle bir oluyor. Belki de hedef öncesi ekonomik durumu, sosyal statüsü bile aranır hale geliyor. Aile bireyleri bir birlerini özellikle de babayı "öff be baba bu nasıl bir vizyon bu nasıl hedef, batırdın işte bizi !? " diye sorgulamaz mı ?
19 ncu y.y da artan sosyal ve siyasi hareketlilik, ulus devlet fikirleri, imparatorlukların sonunu hazırlasa da,
Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkıma götüren en önemli sebeplerden biri, bilimle araya mesafe koymasıdır. Bilimin teknolojiyi, teknolojinin de zeginlik ve güç getireceğini ya anlayamadı. Ya da anladığında da, atı alan Üsküdar'ı çoktaan geçmişti.
Nitekim Osmanlı Devleti 1600 yılından 1923'e kadar 323 yılda kişi başı milli gelirini ancak % 18.7 oranında artırırken, rakipleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya'nın her biri aynı dönemde kişi başı milli gelirini ortalama % 320 oranında artırmıştır.
Yukarıda izah edilen böyle bir gerçek varken, yani "Kendi kendini yıkan Osmanlı" için, bizler hep "Osmanlı'yı Kim Yıktı ? " diye anlamsız ve hâlâ da süren müsebbip arama anlayışımızdan, malesef kendimizi bir türlü kurtaramamaktayız.
20 ci yüz yıla girerken İngiltere, Fransa ve Almanya'nın her birinin bizim 17 katımız kadar ekonomik büyüklük ve refaha ulaştıklarını görmezden gelmeye çalışmak, belki de bu gerçeği bilerek göstermemek kime ne fayda sağlar anlaşılır gibi değil.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923-1938 yılları arasında gösterdiği ve halen kırılmayan ortalama % 8.7 gibi ekonomik büyüme ve kalkınması millete geçmişin geri kalmışlık ezikliğini unuturmuş, gelecek adına da bir ümit olmuştur.
Cumhuriyetimizin ilk yılların da gösterilen bu kalkınma hamlemizin temeli, 17 şubat 1923 İzmir iktisat Kongresinde alınan kararlar planlamamızın da bir başlangıcı olmuştur.
Çok partili demokratik hayatımız da şu an bile kırılmayan Menderes iktidarının ilk yıllarında ki %6.30 büyüme rekorlarının temelin de İzmir iktisat Kongresi karar ve vizyonları saklıdır.
Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan dönemlerini ekonomik kalkınma ve büyüme ile bu iktidarların planlamaya olan ilgi derecelerine şöyle göz ucuyla mukayeseli olarak baktığımız da, rahatça söylenebilir iki husus karşımıza çıkıyor.
Birincisi, Menderes'in İzmir İktisat Kongresinde ki planlamayı özellikle iktidarının birinci döneminde dikkate alması,
İkincisi de, 1960 yılında kurulan Devlet Panlama Teşkilatının da (DPT) etkisiyle Demirel'in bu dörtlü içinde planlamaya mümkün olduğunca en sadık kalan biri olmasıdır. Bunun sonucu olarak Demirel iktidarı çok partili siyasal düzenimiz de, % 5.90 büyüme rakamı ile Menderes'den sonra ikinci en iyi büyümemizi sağlamıştır.
Kendisi de bir planlamacı olan Özal'ın % 5.20 ile büyüme de 3 ncü sırada olmasının bir önemli nedeni allt yapısı hazırlanmadan, ekonomi de neo-liberal politikaya geçilmiş olması ekonomistlerce hep yazılıp söylendi.
Türkiye'nin 100 yıllık büyüme ortalamasının % 5.1 olduğu düşünüldüğünde, Erdoğan'ın 18 yıllık iktidarı boyunca Menderes, Demirel ve Özal'ın gerisin de Türkiye'yi ortalama %5.17 büyütmüş olmasının önemli nedenlerinden biri de,
60 yıllık Devlet Panlama Teşkilatı'nın (DPT), Erdoğan iktidarı döneminde önce pasifize sonra da ortadan kaybolmasına bağlayan haklı planlamacı görüşleri olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.
İster şirket, isterse de devletler olsun gelecekleri için bir plan dahilinde hedefler koyması çok önemli ve mutlaka gereklidir.
Aksine durum da o şirket ve devlet bir gözü göremeyen tek kanatlı kuşa benzer.
Hedefler koymak kadar, konulan hedeflerin de gerçekleşebilir olması ve nihayetinde gerçekleşmesi gerekir.
Hedeflerle gerçekleşen arasında ki negatif uçurum, şirketler de ortaklar, devletlerde de millet nezninde güven kayıplarına neden olur. Kuruluş yöneticileri adeta 'yalancı çoban ' hikayesinde ki gibi düşünülmeye başlanır.
Erdoğan tarafından 2011 yılların da ortaya konan ve kamuoyuna " 2023 Hedefleri" olarak lanse edilen hedef, toplum ve siyaset de hüsnü kabul görerek adeta " milli hedef" niteliği kazanarak heyacan yarattı.
2023 Hedefine göre, Türkiye'miz Dünya'nın en güçlü ilk 17 nci sırasından, ilk 10 ekonomisinden biri olacak, ihracatımız 152 Milyar Dolardan 500 Milyar Dolara, kişi başı milli gelirimiz de 10.5 Bin Dolardan 25 Bin Dolara çıkarılacaktı. İşsizlik ve enflasyon da %5' lerin altında kalacaktı
Topluma sinerji veren, refah, huzur, sulh ve sükunet sayılan Türkiye'yi ikiye üçe katlıyacak bir zenginliği hangi Türk vatandaşı istemez ki ?
Alah sayılarını artırsın, İlminin hakkını verme ve milletin önünde el fenerliği olma adına gerçek bilim adamlarından ikâz niteliğinde eleştiriler geliyordu.
"aman dikkat !" diyorlardı. " bu hedefler için teknik liselere, imalat sanayine önem vermeniz gerekir. Biz 1 kg ihraç ürününü 1.46 Dolardan satarken, Almanya 4-5 Dolara satıyor. İhracat da kilogramı hafif paha da ağır yüksek teknoloji ürünleri üretimini artırmamız buna göre çalışma yapmak gerekir " diyorlardı.
"Türkiye'yi ikiye katlayacak olan bu hedefe ulaşabilmek için 'ekonominin 70 kuralı' gereği 10 yıl içinde her yıl en az %7 büyüme gerekir. Bu ise ancak iyi bir planlamacıyla olur" dediler de dediler...
İyi niyetli bilimsel uyarıları yapanlara, her zaman olduğu gibi "Hain !" denilse de, bilim adamları doğruları söylemekten vazgeçmiyorlardı.
Peki, 2023 Hedefi deklare edildiği
2011 yılından bu güne kadar geçen 10 yılda neler mi oldu ?
- Faizimiz % 60, enflasyon % 185 arttı.
- İşsizlik % 9 dan, %47 artarak %13.2 'ye çıktı.
- Kişi başına düşen 10.5 Bin Dolar milli gelirimiz % 24 azalarak 8 Bin Dolara indi.
- 1.8 TL olan Dolar kuru % 384 artarak 8.7 oldu.
- 152 Milyar Dolar olan ihracatımız, ancak %12 artarak 170 Milyar Dolar oldu.
- Kilogramını ortalama 1.46 Dolara sattığımız ihraç ürümüz kurun da etkisiyle şimdi %25 kayıpla 1.09 Dolar oldu.
Üç şey düşündüm;
Birincisi, şu ekonomik tablo ile gelirleri gözününün önünde eriyerek ekonomikman gittikçe küçülen, dar ve sabit gelirli milyonlarca çaresiz vatandaşlarımızı.
İkincisi, ortaya konulan 2023 hedefleri doğrultusun da, nasıl olsa Türkiye büyüyecek diyerek; borçlanan aile ve şirketleri...
Üçüncüsü de, "yok babam yok ! Şu an ki halimizden bizi daha da geri bırakman da, bundan sonra ki hedefiniz sizin olsun ! Biz Dünya da önde gelen enflasyonumuza da, faizimize de, işsizliğimiz ve hatta 8.7 Dolar olan kuruna da razıyız " Diyebilen, geleceği daha da vahim gören, endişe içinde ki vatandaşlarımızı...