Gezi Parkı olayları sokağa taşmasından bu yana “AK Parti karşıtları” ve “AK Parti taraftarları” şeklinde bir algı ortaya çıktı. Eylemlere sessiz kalan ve dışarıdan izleyenler olduysada, genellikle iki kesimin sosyal medyadaki kapışmasını izledik.
Doğrusu öyle yansıtılmak istendi.
Bu bilinçli bir seçimdi, bilinçli bir hedef gösterme, caydırma çabasıydı.
Eylemlere katılanlar “solcu”ydu…
CHP’li ağırlıktaydı.
Bu oranın yüzde 77 civarında olduğu anketlerle belirlenmişti.
Eyleme katılanların yüzde 98 gibi büyük bir çoğunluğu “sol” denecek kesimdendi.
O zaman eyleme karşı olanlar AK Partiliydi/olmalıydı…
Ve kavganın yüzde elli, yüzde elli olduğu dillendirilmeye başlandı.
Yani fiftyfifty bir durum söz konusuydu.
Ülkenin yarısı, diğer yarısından memnun değildi.
Ya da ülkenin yarısı, diğer yarının zulüm yaptığından emindi.
Diğer yüzde elli ise kalanın terör estirdiğinde hem fikirdi.
Aslında bu bilinçli bir ayrıştırmaydı.
Eyleme katılanların yüzde elliyi temsil ettiğini kafalara yerleştirmek için bilinçle seçilmiş bir yoldu.
Ama yanlıştı…
Öncelikle eyleme katılanlar veya eyleme destek verenler; bu ülkenin “sol” oylarıyla eşdeğerdi.
Yüzde 20-25’i geçmeyecek bir orandı bu…
Ve asla halkı dışlayan fikirlerini iktidara taşıyamayanlardı.
Aktif olarak eyleme katılanlardan provokatörleri çıkardığınızda ortada kalanın “tuzu kurular” olduğunu görebileceğiz.
Çoğu zengin.
Çoğu ünlü.
Çoğu yoksulluk nedir bilmez, yoksunluktan habersizdir.
Köşede, bucakta kalmış insanlar değil bunlar; işi gücü olan, parası pulu olan, lüks içinde yaşayan veya orta sınıfın çok üstünde bir yaşam standardı bulunanlardı.
Gezi Parkı ilk başladığında olayı kışkırtanların çoğunluğu “sanatçı” denilen kesimdendi.
Bunlardan birisi de Mehmet Ali Alabora’ydı.
Alabora, sosyal medyada meselenin ağaç olmadığını vurgulama gereği duyarak, asıl amacın hükümeti düşürmeye dönük eylem olduğunu imaya çalışmıştı.
Doğruydu da…
Ama onların bilmediği bir şey vardı.
Eyleme gösterilen tepki, AK Partili olmayla veya iktidar yandaşı olmakla ilgisi yoktu.
Mesele demokrasiye sahip çıkıp-çıkmamayla alakalıydı.
İktidarda hangi partinin olmasının hiçbir önemi yoktu.
Seçimle gelenin, seçimle gideceği bir sistemi savunurken, bunun farklı yollarla yapılmasına rıza göstermek, demokrasiye olan inancın sorgulanması anlamına gelir.
Bugün bu yolu deneyerek iktidar değiştirmeye kalkışanlar, yarın kendi oylarıyla işbaşına getirdiklerinin de aynı yolla uzaklaştırılmasını kabullenmek zorundadırlar.
Bir yandan demokrasiyi savunacaksın…
Bir yandan seçilmiş hükümetin demokrasi dışı yollarla götürülmesi için insanları tahrik edeceksin…
Hatta bunun için yalan haber ve resimlerle kışkırtacaksın…
Darbeye davetiye çıkaracaksın…
Olaya dâhil olan örgütleri “kuş sevenler derneği” üyeleri gibi yansıtacaksın.
İkiyüzlülükten çok daha ağırdır bu.
Masum şekilde başlayan eyleme ilk günlerde destek verenler, polisin karışmasını, hele hele şiddet uygulamasını hiç kabullenmeyerek eleştiriyordu.
Ancak, “buradan bize ekmek çıkar” diyen çevreler, bir anda Taksim’e üşüşünce işin rengi değişti.
Sonrasında ne Gezi Parkı kaldı, ne kesilecek veya taşınacak ağaç tepkisi.
Bir anda hükümeti düşürme amaçlı bir kalkışmaya dönüştü.
Eyleme karşı çıkanlarsa “Ak Parti yalakası” şeklinde yansıtılmaya çalışıldı.
Böyle yapılarak, AK Partiye oy vermeyenleri olayın dışında tutmak ve yüzde elli varsayımlarını güçlendirmek istediler.
Ancak halk, derin ferasetiyle bu olayın bir darbe kalkışması olduğunu, önceki yaşadıklarından hemen anladı.
Kimse destek vermedi, kışkırtmalara rağmen sokağa dökülmedi, tek bir cevap veren olmadı.
Protestolar, terör olaylarına dönüşünce “yeşil” ve “çevre” derdi olan insanlarımız da yavaş yavaş evine doğru yöneldi.
Ortada kalanlar vardı elbet…
Bunlar darbe yanlısı, ırkçı, faşist ve ulusalcı diyebileceğimiz kişiler ve karanlık güç odaklarıydı…
Onlar için “mesele gezi” değildi elbet…
Ama unutmasınlar ki,
Bu ülkede antidemokratik yönetimleri yaşayan…
Darbe dönemlerinin her türlüsünü hatırlayan…
İşkencelere maruz kalan…
Ve tek parti zulmünü yaşayan halk, amaçlananın ne olduğunu da çok iyi biliyordu.
Bunu bildiğinden de “Mesele eyleme karşı olmak değil, halen anlamadınız mı?” demeyi bile gerek görmeden, demokrasisine, ülkesine, milletine sahip çıkma yarışına girdi.
Bu kalkışma bir kez daha gerçek halkın zaferiyle sonuçlandı
Ve bir kez daha halkı yok sayan, onlara tepeden bakanlar kaybetti.
Bu kafayla da hep kaybetmeye mahkûm oldukları gibi…
Twitimden seçmeler