Hayatım boyunca “koltuk derdi” taşımadığımdan, “makam sevgisiyle yanıp tutuşmadığımdan”, kimilerinin makam sevgisine de anlam veremiyorum…
Bu öylesine söylenmiş bir söz değil, “hayat felsefem” haline gelmiş, yaşam biçimidir…
Çünkü biliyorum ki, hiçbir makam bana değer katamaz…
Makamlara değer katan, insanlardır…
O makamın hakkını vermekle, aldığın görevi yerine getirmekle olur. Sonuçta makam geçici, insanlık kalıcıdır; önemli olan da onur ve şereftir…
Bu nedenle yapılan ayak oyunlarını, iftiraları, dedikoduları, çirkin yakıştırmaları ve henüz kargaların kahvaltı etmediği zamanda yapılan “içi boş” operasyonları da anlayamıyorum…
Anlayanlar elbette var…
Bunun için dünyaya gelmiş gibi “kirli tezgâh uzmanı” olanlar var…
Herhangi bir kurum amirini beğenmeyenler, kurum amirini günde beş öğün atıp tutarlar…
Kahvehane köşelerinde memleket kurtaran yurdum insanı gibi, görevli olduğu makamlarda da kendi kurumunu kurtarırlar…
Mesai bitince de eve giderler…
Mesai bitene kadar beş kuruşluk iş yapmayanlar, “yetki kendisinde olsa neler yapacağı” teranelerini söyleyip dururlar…
***
Gün olur devran döner…
Ya yağcılık ettiği bir isim işbaşına gelmiş, sırtını dayayacağı yer bulunmuştur, ya yeni “dayı” bulmuş, köprüyü geçene kadar ne diyeceğini düşünüyordur, ya da hasbelkader makamı elde etmiştir…
Belki de “kendisini olduğundan farklı” göstererek, bir yerlerin desteğini almıştır…
Daha düne kadar “kurumu kurtarma” adına beş öğün planlar yapan, projeler açıklayanlar, birden bire suspus olur. İstedikleri koltuğa oturmuş, mesele bitmiştir. Diyet borcu olanlara ödemesi dışında bir görevi yoktur…
Kurumun içi boşalmış, dışını küf kaplamış, sorun değil. Yaprak kıpırdamaz hale gelen kurum, “kurtarılmıştır” ya yeter. Kurtarıcıların görevi, her zaman kurtarmaktır. Bugün bundan, yarın diğerinden…
Ve bu böyle sürüp gider…
Kötü olansa “aman bu gitsin de” diyerek elbirliğiyle kirli tezgâhta bezi olanların şaşkınlığıdır…
Neye hizmet etmişlerdir, kimleri boş yere mağdur duruma düşürmüş, kimin ocağını söndürmüşlerdir?
Hepsi, hepsi bir başkasının “makam sahibi” olması için…
Oldu da ne oldu?
Yeni yatırımlar mı geldi, kurum büyüdü mü, ödenekler mi arttı, projeler mi bir biri ardına ortaya serildi, Kılı kırk yararak ortaya konan projelere büyük büyük kaynaklar mı bulundu?
Yok, hiç birisi olmadı; “Elbirliğiyle” eski gitti, yeni geldi. Yeni gelenin eskimesine ise az kaldı…
Ondan sonra “eskiyi” elbirliğiyle götürüp, yeni bir “makam sevdalısı” getirmek için uğraşacaklar…
Bunun için ne gerekiyorsa yapılacak…
Kendileri için “hayat” olan küçük makam odalarında, yeni tezgâhlar peşinde koşacaklar…
Ve bu böyle sürüp gidecek…
Tıpkı birçok kurumumuzda olduğu gibi…
Akşama kadar kendisine verilen görevi bile yapmaktan aciz olanların, “kurumu kurtarma” adına ortaya attıkları çirkinlikler, yarın kendileri için kurulacaktır…
Derdi hizmet olmayanların kaçınılmaz sonudur bu…
Sırf makam ve etiket peşinde koşanlar, sürekli bir dayı bulabilirler…
Bu bazen cemaat olur, bazen kumkumalar, bazen siyasi, bazen basın…
Ama aynı sonun kendisini beklediğini şimdilik bilmezler…
Bildiğindeyse iş işten geçer…
Tavsiyem ise; makam merakını bir yana bırakın…
Hizmet etmeye bakın…
Sizi sevip sevmemeleri, destek verip vermemeleri hiç önemli değil.
Siz hizmet edin, yüzü kızaracaklar çok olur…
Ama bu şekilde “destek verdiği için” yüzü kızaranları her gün görüyorum…
Ve acıyorum…
{Arşivimden ve öyle gerektiğinden… 07.07.2011}
Tweetimden seçmeler
Artık inşaatlarda balyoz kullanan işçiler sert kolonlara her vurduklarında akıllarına gelecek bir karar var. O karar, özgürlüğün kararı!