Terör örgütünü muhatap alın diyen akıldaneleri dinleyerek, on yılın üstünde ki zaman içerisinde nerede ise elli yıllık acı tecrübeleri bir tarafa öteleyerek, yeni bir şeyler denememiz lazım eskiler bir netice alamadılar diyerek yapılanlar sonunda nerede ise en kötü günlerimizi yaşar hale geldik.
Büyük milletlerin, kendileri kadar büyük dertleri ve düşmanları vardır. Bütün dünyada bu değişmez bir kuraldır. Milletler kötülük yaparak büyüdüler ise düşmanlarının hedefi intikam almaktır. Başka milletleri müdafaa ederek, kötülüklere engel olarak, büyük millet olanların ise düşmanları ,kurtardığı milletlerden ziyade, kötülüğüne engel olduğu milletler tarafından meydana getirilir. Türk milleti tarih boyunca mazlumların yanında yer almış ve irili ufaklı bir çok millet ve milletler ittifakı ile harb etmiştir. Bu gün olduğumuz coğrafyayı vatan edinirken de, vatan edindikten sonrada bedel ödemeye devam etmektedir. Bu coğrafya yüzlerce milleti yutmuş ve tarih sahnesinden silmiştir. Burada tutunmak ve yaşamak gerçekten zor bir iştir. Türkler ne zaman tökezleseler, irili ufaklı bir çok millet ve milletçikler bazı sebepler mülahazası ile bize saldırırlar. Bu gün hem içerimizden ve hem de dışarımızdan büyük bir saldırı ile karşı karşıyayız. Kendi yağımızda kavrulsak, hiçbir mesele ile ilgilenmesek, kendi tarihimizi ve misyonumuzu unutsak, kimsenin bizimle uğraşacağını zan etmiyorum. İki sebepten dolayı herkesin bizimle ilgili iyi ve kötü niyetleri var. Birincisi yurdumuzda gözü olanlar, ikincisi ise dinimiz dolayısı ile bize düşman olanlar. Düşmanlarımızın büyük çoğunluğu ise hem yurdumuzda gözü olanlar ve hem de dinimiz dolayısıyla bize düşman olanlardır.
Son zamanlarda kendi kabuğumuzu kırıp, bize biçilen kişiliksiz bir hayatı terk edip, Rabbimin bize emr ettiği, iyiliği emr, kötülükten nehy etme vazifemizi icra etmek niyetimiz ve bu hususta harekete geçmemiz, Mecburen terk ettiğimiz eski vatan topraklarımız üstünde yaşayanların bizlere yaptığı yardım çağrıları ve bu çağrılara verdiğimiz cevaplar, birilerinin fincancı katırlarını ürkütmüştür. Bu haklı davamızda ki duruşumuzdan rahatsız olan dahili ve harici düşmanlarımız gittikçe artan bir şekilde bize saldırmaktadırlar. Devlet ve millet olarak varlığımıza kast eden bu düşmanlara gerektiği gibi cevabı verebilmemiz, içimizde kalplerimizin bir vurabilmesi ile mümkündür. Bu birliğin sağlanması ise milletimizi meydana getiren bütün unsurların ve hükümet etmesi için seçtiğimiz siyasilerimizin tavır ve duruşları ile mümkündür.
Başbakan sayın Davutoğlunun samimiyetinden hiç şüphe etmedim bu güne kadar. Bu Pazar ve ondan önceki yapılan saldırılar neticesinde nerede ise günde beş tane polis ve askerimizin şehit edilmesi milletimizi isyana teşvik edecek hale getirmiştir. Bir devlet vatandaşının canını ve malını koruyamaz olur ise o zaman vatandaş eline sopasını alıp nefsi müdafaa yapmaya kalkar ve hiçbir devletin isteyeceği bir durum olmaz, bundan sonra olacaklar. O bakımdan en büyük vebal hükümet olarak bu işe soyunanların olacaktır. Hükümetler üzerlerine düşen vazifeleri icra etmez ve adaleti tesis etmede yavaş ve ihmal içerisinde olurlar ise, o devletin yaşaması mümkün olamaz. Bu meseleleri bu güne kadar, yeni bir şeyler deniyoruz, eskilerin yaptığı yanlışlara düşmeyeceğiz, onlar her şeyi yanlış yaptılar diyerek, ortaya koydukları icraatlar sonunda öyle bir hale geldik ki, polisimiz karınca kadar değersiz bir mahluk gibi eziliyor, dövülüyor ve neticesinde şehit ediliyor. Askerimiz ve sivil insanlar yollarda şehit ediliyor ve bütün bu yapılanlar karşısında hala terörist olduklarını ve aziz Türk milletine kinlerini gizlemek ihtiyacında olmayan, on yıldır muhatap alınarak şımartılan bu güruha sadece tazyikli su ve biber gazı sıkılarak komedi devam ettirilmektedir. Bunun acı sonuçlarını milletçe seyretmek üzereyiz. Bir gün bir acılı baba veya kardeş, devletin yerde koyduğu kanını almak isteyebilir. Bir gün birileri bu kadar acı içindeki insanları tahrik edebilir ve Türkiye’mizin içerisinde hiç kimsenin tasvip etmeyeceği kötü hadiseler zuhur edebilir. Bunların olmaması için bütün dünyada gördüğümüz polisler ve askerler vazifelerini nasıl yapıyorlar ise artık bizim polis ve askerlerimiz ile bütün yetkili kurumlar da vazifelerini yapmalılar ve kendilerine çiçek atan ile kurşun sıkanlara karşı ne gerekiyor ise ona göre davranmalılardır. Terörü ve onları yapanları destekleyenleri engellemek ve cezalandırmak için bir çok kanun çıkartan hükümetimizin hala bunları uygulamadığını görmekteyiz. Maskeli alçaklara on yıl, Molotof’a bomba cezası ile geçen tartışmaları ve çıkarılan kanunları unutan hükümetimiz bu günkü elim hadiselerinde müsebbibidir.
Bunlardan daha vahimi ise, çare olarak ortaya koydukları çözümlerdir. Teşhisi doğru koymayanların, tedavilerinin de doğru olmasını beklemek abesle iştigaldir. Bu Pazar günü doğu ve Güneydoğulu bir çok sivil toplum örgütüne konuşma yapan sayın başbakan, hala meselelere ne kadar yanlış bir yerden baktığını konuşmaları ile göstermiştir. Başta meseleye doğru bakabilmek için doğru insanlar ve kılavuzlara ihtiyaç duyulur. Bölücülük meselesi için akıl aldıklarının çoğunun bu gün bölücü parti içinde olmalarını unutanlar, bundan sonrada benzer adam bozuntularını kendilerine rehber almaya devam ederler ise ya bu meseleyi çözmede samimi değildirler veya hakikaten cahil olup cehlinden habersiz olanların durumundadırlar. Sayın başbakan bu Pazar ki konuşmasında güya bölücülük yapmadan, milletin birliğini tesis için konuşurken, pkk ağzı ile ve onların jargonu ile konuştuğunun farkında değildir. Elin bizi böldüğü , bölmeye çalıştığı yetmezmiş gibi bir de başbakanımız onlara teşne olacak sözler sarf etmekte ve yeni bölücü unsurlar ortaya çıkarmaktadır. Konuşmasında, Rumeli evlatlarını, Anadolu evlatlarını, Karadeniz evlatlarını, Mezopotamya evlatları ile vuruşturmaya kimsenin gücü yetmeyecektir diyerek yeni bir etnik unsur ortaya çıkarmaktadır. Anadolu, Karadeniz, Kafkas ve Rumeli evlatları birbirinden farkı dil konuşan, farklı milletlerin evlatları gibi sunmakta ve bölücü örgütlerin doğu ve güneydoğumuza, Avrupalılarca uydurulan Mezopotamya nın yerlileri sözünü kullanarak destek olduğunun farkında değildir. Bölücü örgüt nerede ise kırk yıldır biz Mezopotamya’nın yerlisiyiz, siz Türkler bin üçyıl önce buraya geldiniz sözünü doğrular bir konuşma yaptığının farkında mıdır. Farkında olduğunu hiç zan etmiyorum. Doğu Karadeniz bölgesine, arkaik zamanlarda potemia, güney doğudan başlayarak körfeze kadar olan bölgeye de, Mezopotamya denildiğini, az çok okuyan herkes bilir. Bu bilgiler eşliğinde bir zamanlar Ermeniler de buralarda yaşayan arkaik kavimler için onlar bizim atalarımız diye sahip çıkmışlar ve buraların vatanları olduğunu iddia etmişlerdi. Fakat dil bilimi geliştikçe attıkları palavralar bilim insanlarınca çürütülmüş ve Ermeniler bu iddialarından vazgeçmek zorunda kalmışlardı. Şimdi aynı garip iddiayı, düşmanlarımız bölücü örgüt vasıtası ile kendi insanımıza inandırmak için çalışmaktadır. Güya aydın geçinen vatan hainlerinin ise her ellerine geçen fırsatta bu isimleri kullanarak bunun yaygın ve doğru bir fikir haline getirmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Bu yapılanları onlar için normal karşılarken, asıl üzücü olan ise kendi hükümetimiz olan kurum ve kişilerinde aynı oyuna gelmiş olmalarıdır. Kendi coğrafyasını ve kendi insanını tanımayan bir hükümet neyi ve nasıl savunacaktır. Milletinin boy ve soylarından haberi olmayanlar, başkasının uydurduğu Mezopotamya’nın evlatları lafını hiç düşünmeden telaffuz edecektir. Neticede kaş yapayım derken göz çıkaran sayın başbakan fütursuzca bu cümleyi kullanmıştır. Bu cümle tıpkı eski başbakanlarımızdan sayın çillerin İsrail knesetinde bu topraklar size tanrının vaad ettiği yerlerdir ğafını hatırlattı. Tabii bu sözler bir ğaf ise.
Doğu ve güneydoğumuzu teşkil eden nüfusun kahhar ekseriyeti olan Türkmenleri ihmal ve inkar eden, bu kardeşlerimize Mezopotamya’nın evlatları diyen, buralarda kurulan onlarca Türk beyliğinin evlatları diyeceği yerde bölücü örgütün ağzı ile konuşan birisinin bu acil meseleye doğru bir çözüm bulacağından ümit var değilim. Selçukludan önce ve sonra kurulan Türk beylikleri ki hepsi birer devlet mesabesinde büyüklükte kuruluşlar idi. Bu büyük Türk beylikleri kurulur iken Mezopotamya’nın evlatları diyerek kast ettiği Kürtler acaba nerede idiler. Tabii o zaman bu Kürt dediğimiz pırıl pırıl Türkmenler orada ve asıl kitleyi meydana getirmekte idiler. Fakat Farsçanın yıkıcı gücünü fark etmeyen, ve her kurdukları devletin resmi dilini farsça olarak tespit eden atalarımızın büyük yanlışlarının vebalinin şimdi Mezopotamya’nın evlatları tanımı ile gene aynı Türkmen kardeşlerimiz ödemektedirler. Bu gün Kürt dediğimiz, sayın başbakanımızın da güya bölücülük olmasın diye yeni bir tanımlama ile Mezopotamya’nın evlatları dediği insanların boy ve aşiret isimleri ile yaşadıkları coğrafyadaki yer isimleri onların büyük çoğunluğunun Türkmen-oğuz boyları mensupları ve bir kısmının ise Kıpçak Türk boylarından müteşekkil olduğunu göstermektedir. Kendi milletinin vergi ve nüfus kayıtlarından habersiz bir başbakanın ve onu meydana getiren partinin önde gelenlerinin aldıkları yanlış dini ve milli eğitimin acı sonuçlarını hep beraber yaşamaktayız. Dindarlık olsun diye mensubu oldukları aziz Türk milletinin ismi telaffuzdan kaçınıp, Anadolu insanları gibi bir acaibe muhtaç olmalarını büyük bir acı ile seyretmekteyiz. İslam gibi hiç bir milletin varlığını inkar etmeyen, atalarımızın da hiçbir milletin varlığını yok saydığının işaretini taşımayan icraatları ortada iken bu kadar hassasiyet aklımıza başka şeyler getirmektedir. Müslümanlık adına Türk milletin inkar etmek bu güne kadar yaşananlara bir çare olmadı ve olmayacaktır. Herkesi aklını başına alması için uyarıyoruz. Büyük Türk milletine düşmanlık edenler, aslında İslam’a düşmanlık etmektedirler. Gayesi nin İslam olduğunu iddia edenlerin ise karşısına alacağı millet Türkler olmamalıdır. 02.08.2015 Abdulbaki Günışığı