Doksan yıldır İslâmî kavramlar tahrif edilerek milletle İslâm arasındaki köprüler yıkılmaya çalışılıyor. Millet hüviyetimizin dilimizde, mekteplerde, siyasette ve kamuda yasaklandığı yıllar geride kaldı fakat bugün millet kavramı hakkındaki târif ve yanlışlar ciddi bir mesele olarak devam ediyor.
Batılılaşmayla başlayan tahrifler ve yanlış târifler neticesinde üç kuşağın idrakinin kirlendiğini, milleti târif edemeyen milliyetçi-muhafazakâr çoğunluktan anlıyoruz. Batılı ve seküler milliyetçilik anlayışının tesirinde kalan bu zümreye göre millet “Dil, tarih, ülkü birliği, örf-âdet, vatan ve din gibi unsurlardan” meydana gelmektedir. Görüldüğü üzere din, yâni İslâm asıl zemin değil, unsurlardan bir unsur…
Dil, tarih, ülkü ve vatan gibi kavramlar dinden ayrı bir kavram yahut İslâm’dan bağımsız değerler gibi târif ediliyor. Batılı ve Kemalist zihniyet kalıplarına göre yapılan bu târifte dinin varlığı kültüreldir.
Oysa Türkiye’de millet ve İslâm birbirinden tefrik edilemez, yâni ayrı tutulamaz. Ayrı tutulduğunda milleti inşa edemez ve zihnen bir arada tutamazsınız. İslâm’ın zemin olmadığı millete millet denilmez; Avrupa’daki gibi zihin olarak bölünmüş, gevşek ve aidiyetsiz topluluk denir.
DİN VE ŞERİAT ÜZERE GİDİLEN YOLDUR MİLLET
Ali Yurtgezen hocanın “Milleti Nasıl Bilirsiniz?” yazısı millet anlayışındaki ihtilafları ortadan kaldıracak, târif karışıklıklarını sarahate kavuşturacak muhtevaya sahip. Yazıdan hülâsa ettiğimiz tesbitler kanayan millet yaramıza çâre olacak fikirlerdir.
Ona göre, millet Kur’an-ı Kerim’de ‘din’ ve ‘şeriat’la eş anlamlı bir kavramdır. İnsanları bir araya getirip, inanç, duygu, düşünce, davranış bakımından birbirine benzeten ‘yol’un, üzerinde ittifak edilen iman ve amel ‘esaslar’ının adıdır millet. ‘Millet’ dediğimizde ‘ehl-i millet’i, aralarında din birliği olan bir topluluğu kastediyorsak mesele yok. Din dışındaki başka faktörlerin birbirine benzettiği topluluklara İslâm’da ‘millet’ denmez; bunlar belki aşiret, kabile, kavim diye adlandırılabilir. Osmanlı’da ‘millet sistemi aynı sebeple din esaslıdır. Kur’anî anlamda ‘millet topluluk ismi olarak kullandığında ‘ümmet’le örtüşür. Ümmet doğrudan doğruya bir topluluk ismi iken, millet, o topluluğu meydana getiren yol ve yürüyüşün ismidir. Ümmetler tek tek peygamberlere nispet edilirken, millet, Hz. İbrahim a.s.’ın şahsında bütün peygamberlere, bütün ilahî dinlerin müşterek esaslarına nispet edilir. Bugünün pratiğinde Müslüman, Hz. Muhammed s.a.v.’in ümmetinden, Hz. İbrahim a.s.’ın milletindendir. Bunu söylerken aynı aidiyeti ifade etmiş oluruz. Dolayısıyla Müslüman için ümmet ve millet, birinin varlığı diğerini kabul etmeyen iki karşıt seçenek değildir. Millet olmadan ümmet olmaz. İthal kavramlarla düşününce, bu tür anlam kaymaları küfre dâvetiye çıkaran bir zihniyet kaymasına sebep oluyor. Millet tasavvurumuzu vahiy yerine Batı sosyolojisinin beşerî ölçülerine, modern câhiliyyenin zanlarına göre inşa etmekle, Âl-i İmran suresinin 100. âyetinde işaret buyurulan tehlikenin tam da kucağına düşüyoruz. Yâni ‘kendilerine kitap verilen (Yahudi veya Hristiyanlardan) bir gruba uymuş’ oluyoruz ki akıbeti ‘imandan sonra dönüp küfre saplanmak’tır.
Bu tesbitler bize, düşmana ve tefrikaya karşı aslî mânasınca millet hüviyetini yeniden kuşanmamız gerektiğini, millet kavramının tahrif edilmemiş mânasının din, yâni şeriat üzere gidilen yol ve prensipler olduğunu, İslâm dini etrafında bir araya gelmiş toplumun ancak millet olmayı haiz olabileceğini söylüyor.
Anladığımızı hülâsa edersek; din, şeriat ve millet kelimeleri birbirine yakın mânâda olup her biri başka yönden aynı mânayı taşır. Âlimlerin yazdıklarına göre, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, En’âm, A’râf, Yûsuf, İbrâhim, Nahl, Kehf, Hacc ve Sâd sûrelerinin birçok âyetlerinde “millet” kelimesi “din” mânasındadır.
Tanzimat’tan sonra birkaç mânaya dönüşse de Osmanlı’da millet kavramından Allah’ın, Hz. Peygamberimizin vasıtasıyla meşrû kıldığı yol ve usuller, ahlâk ve nizam kastedilmektedir. Bundandır ki Osmanlı ulemâsı Ehl-i Sünnet mezhebinde olanlar için “Millîler…” ifadesini kullanmış. Dolayısıyla “millet meclisi”, “milletvekili” gibi ifadeler İslâm’ın, yâni şeriatın yolunu tutan topluluğun meclisi ve vekilleri mânasına gelir. Millî Mücadele’de de İstiklâl Marşı’nda da bu mânada kullanılmıştır.
Millet mefhumu dinî bağlamından koparılarak seküler mâna yüklenmesi 19. asrın sonuna doğrudur. Ahmet Yıldız’ın “Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938)” adlı kitabına göre Osmanlı Türkçesinin en önemli sözlüğü olan Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Türkî’sinde din ve millet kelimeleri aynı mânaya gelmektedir. Kavim mânasında kullanmak yanlıştır. Millet, İslâm dinine mensup farklı dil ve kavimlerden gelenlerin ortak adıdır. Tanzimat sonrası sekülerleşmenin hâkimiyetiyle Avrupa’nn “nation” kavramıyla anlaşılmaya başlanmış.
MİLLET DEMEDEN SÖZE BAŞLAMAYIN
Hâsılı-ı kelâm; Millet İslâmsız olmaz; Türk hiç olmaz. Bin yıllık İslâmlaşmış hâfıza ve irfanımızla kalp ve dimağımızı toparlayarak söylemeliyiz ki millet mübarek bir kelimedir. Millet demeden söze başlamayın. Her sohbetinizde, tebliğinizde, yazınızda, şiirinizde mutlaka millet kelimesini zikredin.
Câmide, çarşıda ve cemiyette muhakkak ki birkaç kez biz bir milletiz, deyin, birbirinize millet olduğunuzu hatırlatın. Kavga edeni, küskünleri, gruptan ayrılanları biz bir milletiz, diyerek gönlünü yapın.
Ah, millet! Seni çok özledik. Mehmed Âkif’in dediği gibi “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz / Gelmişiz dünyaya millet, milliyet nedir öğretmişiz.”(ilbeyali@hotmail.com)