“Demos kratos” ve puf!
Bu iki sihirli kelimeyi söyler bir de asanızı havada dairesel şekilde şöyle bir tur attırırsanız, büyülü bir şekilde muktedir olursunuz. Üstünüzde soluk krem rengi kareleri olan lacivert bir ceket, kravatı olmaksızın giyilmiş kolalı bir gömlek, sağ elini pamuk yüreğine götürmüş hafif bozuk bir postür ve yüzünüzde emmioğlunuz kadar yakın bir gülümseme göreceksiniz. Şaşırmayınız efem!
*
Bugün sizle tank namlusuna papatya sokacağız.
Halka/millete “rağmen” iş tutulur mu? Tutulursa sonuçları ne olur? Bunu konuşacağız. Devrimleri evirip çevirecek ve hemşehrim Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi nihayet devireceğiz. Hazırsanız bir bozlak türküsü açın, beyaz yakadan Şahinler marka beyaz fanilaya geçiş yapın, mutfak dolabınızdaki az kalmış bayat çekirdeğinizi hazırlayın. Başlıyoruz.
*
Dünyadaki bütün ifsatların Yunanistan’dan doğduğu rivayet edilir.
Nitekim, demokrasinin de temeli orada atılmış, yukarıda türlü muzipliklerle anlattığım “demos kratos” yani “halkın gücü” siyaseti orada peydah olmuş. Demokrasiyi siyasilerin halka serenatı olarak anlayabiliriz. Birçok müzisyen (siyasi), aşık olduğu o güzeller güzeli milletin evinin hemen önünde (balkonunun altında da olabilir?) maharetlerini sergiler. En mahir ses, kızı kapar. Sonra da kız müzisyenin balkonunun altında serenata başlar. E, hayat böyle…
*
Şevket Süreyya Aydemir’in “İhtilalin Mantığı” adlı bir kitabını okumuştum.
Orada ihtilalleri, “Millete rağmen, millet için.” şeklinde anlaşılması çok güç bir terkiple anlatıyor. Eserin geri kalanı da, “Efendim bazen millet ne istediğini bilemez. Onu bazen asker bilir.” şeklinde devam ettiğinden sıkılsanız da okuyorsunuz. Despotluğun motivasyonunu görmek için elbette…
*
Nevzat Tandoğan’ı hatırlıyorum…
Türkiye’nin yetiştirdiği en usta kalemlerden biri, Osman Yüksel Serdengeçti’ye yargılandığı sırada şöyle demiş: “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”
*
Kızıl Kmer rejimini bilir misiniz?
Dünyanın en güzel plajlarından bazılarına ev sahipliği yapan Kamboçya’da denizleri kan gölüne çevirmişlerdi. Hikaye şöyle: 1975 yılında Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerlerin iktidara geldi ve halkın rızası olmadan radikal bir komünist rejim kurdu. Şehirleri boşaltarak, “herkesin çiftçi olması gerekçesiyle insanları silah zoruyla köylere sürdü. Toplumun eğitimli kesimlerinin neredeyse tamamını ya kurşuna dizdi ya da köle haline getirdi. Sonuç ne? Asırlarca sürecek bir sosyoekonomik travma, sömürgeye açık bir ülke ve cehaletin kol gezdiği bir ülke.
*
Dedik ya, demokrasi bir afeti devran millete serenattır diye.
Her zaman bir tenor şakıyacak değil ki… Bazen de bir eşek anırır, köpek havlar ne bileyim horoz öter filan. Dolayısıyla ne olur? Kız balkondan evine kaçar. Mahalledeki sükun bozulur. Eğer bir grup köpek havlarsa ne olur? Mahallelinin sinirleri gerilir, meşalelerle köpekleri kovalamaya gelir.
*
“Yahu sen aslında beni istiyorsun, sadece henüz bilmiyorsun.”
Saplantı mı dersiniz? Sapkınlık mı? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey şu, muhalefetteki “Pol Pot”lar; -olmaz ya olur da- demos kratos büyüsünü fark ederler de ezkaza muktedir olurlarsa hemen herkesi çiftçi yapacak sanırım. Trende başörtü çekiştirmek, yolda Türkmen dövmek, deprem bölgesine beddua ve küfür etmek, Allah’a kitaba sövmek ve mescitlerde yarı çıplak modellik (yerseniz) yapmanın başka bir açıklamasını göremiyorum.
*
Evet canım Anadolulu!
Tarlanla, toprağınla sen çok yaşa emi. En iyisini sen bilir, en çok sen görür, kıymetini sen takdir edersin. Okumak da senin işin, yazmak da… Komunizm de hakkın, milliyetçilik de… Sen neyi, ne zaman, nasıl istersen öyle olacak. En azından artık öyle olacak. Tıpış tıpış oy vereceğini söyleyen kim varsa, tıpış tıpış gidecek. Seni temin ederim.