Türkiye’de “siyasi partiler mi var” yoksa “liderlerin partileri mi var” doğrusu buna cevap vermeden, milletvekillerine nasıl bakıldığını da net olarak açıklayamazsınız.
Öncelikle Türkiye’de siyasi partiler, uzun zaman önce tarihe gömüldü.
Ülkemizde ne yazık ki liderlerin partisi var.
Koltukta kimin oturması önemli değil, “bugün oturanın dediği, partinin en temel politikasıdır ve mutlaka uyulması gereken kuraldır”
Demokrasi mücadelesi veren veya verdiğini söyleyen bütün partilerde “demokrasi dışı” yöntemlerle parti içi organlar belirlenir.
Bu, en küçük bir organdan, il ve ilçe yönetimlerine, yerel yönetimlere ve onun organlarına olduğu gibi, genel merkez yöneticilerinin belirlenmesine kadar değişmez.
O nedenle de “ben seçilirsem” demokrasi vardır, başkası seçildiğinde “demokrasi dışı yolla atanmıştır” diye rahatlıkça eleştiride bulunulur.
Dün eleştirdiği, hatta eleştirinin dozunu kaçırdığı bir partiye “geçiş” yapabilir ve bir anda “baldıran zehri” içmeye de gidilir, “bal şerbeti” içmeye de…
Sorun, nerede durduğun değildir çünkü. Kaldıracağın parmağın, hangi liderin amacına hizmet edeceğiyle doğrudan orantılıdır.
Eğer vekil, donanımlı değilse, bilgi ve birikimi yoksa, demokrasi anlayışı oturmamışsa, hak ve özgürlüklerle ilgili kelam edecek cümle kuramıyorsa ve bunu savunamıyorsa, hangi partide olması bir şey değiştirmez. Sadece “denge”yi değiştirir, hepsi o.
***
CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler’in “Kürt” ve “Türk”ü eşit görmemesi üzerine yükselen tepkiler sonrası CHP Adıyaman Milletvekili Dr. Salih Fırat, partisinden istifa etmişti.
Çok uzun olmayan bir süre bağımsız kalan Fırat, beklenildiği gibi AK Parti’ye geçti.
Geçerken iki şeye vurgu yaptı, birincisi “baldıran şerbeti” içmeye geldiğiydi.
İkincisi “katılımların süreceği”yle ilgili açıklamasıydı…
Bazıları için bu bilgi önemli olabilir ama benim için “hiç bir öneme” sahip değil.
Çünkü ben vekillerin, milletin vekili olması gerektiğini düşünenlerdenim.
Milletin hakkını koruyan, sonuna kadar savunan, onların özgür yaşaması için didinen, daha iyi bir yaşama kavuşturmak için çaba harcayan, antidemokratik yasaları değiştiren, değişmesi için siyasi hayatına mal olsa bile mücadele eden, ülkeyi barışa götüren, huzurla buluşturan, onları kimseye muhtaç etmeyecek bir kazanca kavuşmasına çabalayan olarak görmek isteyenlerdenim.
Böyle değil elbet…
En azından böyle olmak isteyenlerin sayısı çok az ve olanlar da zaten kendisini gösteriyor.
Aksinde diğerleri “parmak milletvekili” kategorisine giriyorlar.
Meclise girersiniz, parti başkanınız neye karar vermişse, siz o yönde “parmak” kaldırırsınız. İçeriğini bilmez, sorgulayamaz, aksi görüş bildiremezsiniz.
Elbette bu “bir arada olmanın gereği” diye düşünebilirsiniz ama değil. Çünkü partinin ideolojisi, liderin iki dudağının arasından çıkandır.
Hal böyle olunca partilerdeki milletvekili sayısı, liderin elini güçlendiren en önemli etkendir.
Salih Fırat, dün AK Partili oldu.
AK Parti’ye geçeceği tahminlerin ötesinde bir beklentiydi ve bu beklenti, kendisini “vekil eden” CHP’de ve “oy veren” kesimde “haklı bir” tepkiye neden oldu.
Hatta daha da ileriye gidip, dün savcılığa suç duyurusunda bulunarak “oylarımızı çaldı” dediler.
Yazının başından beri, genel olarak tüm siyasi partilerdeki vekil anlayışını ve parti içi demokrasiyi eleştirdiğim anlaşılmıştır.
Şimdi gelelim CHP’ye…
Bir soruya “samimi” cevap vermelerini beklemiyorum ama “umuyorum” diyelim…
Her şey ters yüz olsaydı, AK Parti’den “istifa” eden veya edenler, CHP’ye geçseydi, aynı tepki verilir miydi?
Ve AK Parti…
Daha düne kadar “acımasızca” eleştirenlerin, partinize katılması, sıradan bir olay olmaya başladı.
Tersi olsaydı, AK Parti’den CHP’ye gidenler için “aynı anlayışlı” tavrı veya “hoşgörüyü” gösterebilir miydiniz?
İki siyasi partide “yüreğinden geçeni” söyleyemeyecek durumda, biliyorum.
Çünkü Türkiye’de siyasetin sevilmemesinin esas nedeni, o söyleyemediklerinde yatıyor.
“Bizden olanın iyi, bizim karşımızda olanın kötü” olarak algılandığı ama kendi içinde de “arkanı kolladığın” bir yapıdır siyasi parti dedikleri…
Böyle bir yapıda “çeşni” olan oylarınızın son tahlilde hangi partiye uçarak veya kaçarak gittiğinin bir önemi yok.
Zira vekili veya belediye başkanını seçen siz değilsiniz, liderlerdir.
Sizin yaptığınız “aday olarak önünüze gelene” oy vermekten öte bir şey değildir.
Asıl tepki, o zaman lazım.
“Bize rağmen” aday olanlar, bizden oy talep etmemeliler…
(Ya ben ne diyorum, bu işler hep böyle gidiyor. Vazgeçtim! Söylediklerimi unutun ve tepkinizi ya da sevginizi göstermeye devam edin…)
Twitimden seçmeler
Bir gün kaldı 21 Mart’a. Nevruz’daki “v”yi çift dikiş yapmayla yapmama arasındadır sizin siyasi anlayışınız. Bu kadar şekle takarız biz!