Modern yazının kalbi ve inançları yoktur, kimliksizdir. Müslüman bir toplumda modern yazı dayanıksızdır ve geleneğe dayanan yazılar gibi ömrü uzun olmaz.
Dili ve muhtevasıyla bağlı olduğu milletin damarlarına giren, şuurunda yer edinen ve değerlerine yeni mânalar katan yazı dayanaklı yazıdır ve uzun zaman geçse dahi değerinden asla bir şey kaybetmez.
Modernliğin zemininden seslenen bir yazı mâneviyatçı ve ruhçu görünse de sekülerlikten kurtulamaz. Çünkü insanın din yoluyla öğrendiği bilgi, mefhum ve kelimelerin içini boşaltarak anlatır. Sahibini bilgeliğin ruhunu kuşanan hazreti insan olmak yerine, egosunun pençesinde kıvranan hasta insan hâline getirir.
Sözde “özgür insanın” iradesini yansıttığını iddia eden modern yazı, Allah merkezli değildir. Ruhu olmayan bir metadır; eşyalaşır, reklâm karakteri taşır ve tüketilir.
Âmâ üstâdım Cemil Meriç (Jurnal-1)’de modern zaman yazarını “Kitaplarıyla resim çektiren adama…” benzetiyor ve yazı, “yazarın resminin ardında kalmış…” diyor. Çalakalem yazılan, mânası ve fikri olmayan satırları yazı diye takdim eden modern zihniyete göre yazarın ne yazdığı değil, ne yaptığı öne çıkarılmalı…
Modern yazı seküler ve aidiyetsiz, yâni Allah’ın varlığına ve gönderdiği dinin esaslarına kayıtlı değildir. İlâhî olanı arka plâna atan her türlü dünyevî bilim, sanat ve felsefeden beslenir. Eşya ve hadiseleri, tabiatta olup bitenleri ve insanın derûnundakileri tasvir ederken, hikâye, roman ve şiirde Yaradan’ı yazının merkezine almaz.
Eklektir, sentezcidir, a’raftadır, agnostiktir. Bazan yarım inanır, bazen hiç inanmaz. Dinden âzade olmayı veya kopmayı tercih ettiği için durduğu ve baktığı yer itibariyle hastalıklıdır.
YAZININ MEŞRÛİYETİ AİDİYETİNDE ARANIR
Bir yazının mutlaka aidiyeti olmalı ve meşrûiyeti aidiyetine sadakatte aranmalı ve bağlı olduğu millete aidiyetini iliklerine kadar hissettirmeli. Şair Memduh Atalay “Yazının iffeti, yazarın ona sâdık olmasıyla korunur” diyor ve yazının değerini kalp gözüyle bakanların bilebileceğini müdafaa ediyor:
“Yazının da kalbi vardır. Öyle bir kalptir ki, çürümüşlüğü veya dirilişi, ancak kalp gözüyle görenlerce fark edilebilir. İçindeki sıkıntıyı ‘kalem kıymığına mı oturdum’ diyerek yazı malzemesine hürmetsizliğe bağlayan Hz. Ali Efendimiz; ayağını kağıt bulundu diye Çin’e doğru uzatmayan sevgili Peygamberimizin ahlâkından izler yansıtıyordu bütün zamana ve mekâna... Ve bu mirasın sahipleri olan müminler arasında ‘yazı’ ve ‘yazar’ bir ‘rey’ kadar, bir ‘seçmen’ kadar değer taşımıyorsa, hakikat elden gitti demektir.” (MemduhAtalay.blogspot.com.tr)
İslâm ülkesinde yazılan bir yazı, o topraklarda yaşayan insanın kalp ve dimağına, fikir ve imanına hitap ettiği ölçüde meşrûiyet kazanır. Şiir, hikâye, roman, makâle ve benzeri her yazı milletin ve medeniyetin değerlerinden geri duruyorsa meşrûiyeti olamaz.
İyi yazının serdarlarından âmâ üstadım Cemil Meriç’e göre yazının ana unsuru olan kelimelerin insan gibi aidiyeti, yâni kimliği vardır. Yazıyı hayatına katık yapanlara “Bu Ülke” kitabında “Senin türben kelimeler. Yuvarlanırken tırnaklarını kağıda geçirmek istiyorsun; kağıda, yani ebediyete” diyor.
Modern olmayan yazılar, mukaddes metinlerdeki geleneği takip eder. İnsanın derûnundakileri, eşya ve hadiseleri, tabiatta gördüklerini uhrevî mâna ve fikirlerin ışığında anlatır. İslâm medeniyetindeki gibi şiir, kıssa, hikâye, mesnevî, menkıbe, nükte, makâle gibi her tarzdaki yazılarda bu esaslara göre hareket eder.
Modernlikten kurtulmak isteyen bir yazı, dilini ve mefhumlarını daima dinden neşet eden mâna etrafında aramalı. İyi yazı, dinî gelenekten uzak sanat gayesi olan modern yazı gibi dinden kopuk sırf sanat peşinde koşmaz.
Bediüzzaman Hazretleri, “Münazarat” adlı eserinde, sözün mânâya hizmet etmesi gerektiğini, muhtevanın yâni mânanın önemli olduğunu, lâfızperestliğin bir hastalık olduğu gibi üslûpperestliğin, teşbihperestliğin ve kafiyeperestliğin de ifrata kaçıldığında mânâyı feda edecek derecede bir maraz olduğunu, sanat ve estetik değerin dinin yerini almamasını, söz inşasının mânanın hakikatine perde yapılmamasını, asıl söylenmek istenen şeyin söyleme biçimine feda edilmemesini söylüyor.
İyi yazıya yol gösteren bu asil ikaza uymak ve yazıyı İslâm irfanına bağlı köklerinden koparıp, dinden uzaklaşmış bir “okuma parçası” hâline getiren modern yazıya karşı mücadele etmek gerek.