Bir iktidar için mumla arasa bulamayacağı tek şey, “etkisiz muhalefet” olsa gerek. Zira iktidarları yanlıştan döndüren, daha iyi yapmasına teşvik eden, hak ihlallerini önleyecek adımlar atmasına neden olan, daha iyi yaşama, daha iyi çevre, daha sağlıklı nesiller için alınacak tedbirlerde muhalefetin önemi göz ardı edilemez.
Hal böyle olunca, muhalefet, “iktidarı çalıştıran organ” demek olduğundan, hükümetler muhalefeti pek değil, hiç sevmez.
Ama ülkemizde böyle değil.
İktidarlar uzun süredir muhalefeti pek sever…
“Keşke hep o partinin başında, o isim bulunsa” diye dua bile ederler.
Böyle bir anlayış varsa o zaman orada muhalefet değil, “çıkarlarına uygun davranan” vardır.
Tıpkı CHP gibi…
Dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Grubunda yaptığı konuşmayı dinledim…
Taksim Gezi Parkıyla ilgili senaryoyu açıkladı.
Kimlerin oyuna dâhil olduğunu, nasıl planlandığını, nasıl oynandığını söyledi.
Türkiye’nin eylem boyunca kaybettiklerini aktardı.
Rakamlar verdi; 100 trilyon kaybetmiştik…
En dikkat çekici olanıysa muhalefetle ilgili söyledikleriydi.
Muhalefeti topa tutması değildi elbet.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirmesi de değildi.
CHP’nin sokağa taşan terör olaylarına verdiği destek de değildi.
Yaptığı muhalefetle iktidarı köşeye sıkıştırması hiç değildi.
Hele hele halkın daha iyi yaşaması için yaptığı sert muhalefet de değildi.
Ya da insanların daha özgür yaşaması adına, iktidarın yanlışlarını ortaya koyduğu gerçek veriler de değildi.
Başbakanın yakınması, muhalefetin “etkisizliği”ydi…
İnsan inanmak istemiyor ama öyle…
İktidar partisi, “muhalefet etkili olmalı” diyor.
Hatta CHP’lilerin umudunun kırıldığını söylüyordu.
Büyük ümitler beslemişlerdi.
Deniz Baykal’dan sonra SSK’nın eski Genel Müdürü devlet tecrübesiyle çok daha iyi bir muhalefet yapabilirdi.
Ama yapamadı…
Muhalefet değil, iktidar da bundan şikâyetçiydi.
Bu tavrıyla insanların sokağa dökülmesini alkışlayabiliyordu.
İnsanların özgürlüğünün elinden alınmasına destek veriyordu.
Türkiye’nin iki haftada milyarlarca lira zarar etmesine seviniyordu.
Adım adım ülkenin iç savaşa doğru gitmesine övgüler diziyordu.
Vatandaşın dükkânları yağmalanıyordu, muhalefet zil takıp oynuyordu.
Hem vatandaş, hem polisler yaralanıyor, muhalefet “devam” diye teşvik ediyordu.
Gözünü hırs bürümüştü.
Seçim sandığının kendisi için hayal olduğunun bilincindeydi.
Bir türlü oradan çıkamayacak, iktidar yüzü görmeyecekti.
Hem antidemokratik zamanlarda iş başına gelmiş bir partiydi.
Hiçbir zaman halk, “umut bağlayarak” oy vermemiş, işbaşına getirmemişti.
Darbeleri kurtuluş olarak görmüştü, ondan nemalanmıştı.
Huzurlu bir ülke, iktidar yolunu kapatan bir ülke demekti.
O zaman insanlar huzursuz olmalı.
Ülke ateş çemberine bürünmeliydi.
“Devam” etmeleri için motive edici cümleleri ardı ardına diziyordu.
Tarih onları unutmayacaktı belki…
Hangi tarih olduğu önemli değildi.
Kimi lanetle anardı, kimi rahmetle…
CHP’nin rahmetle anacağından emindi.
Yeter ki, iktidara gelsin, 1946’da bıraktıkları zulüm sürsündü…
Çözüm süreci, düğüm sürecine dönerdi bir anda…
Akan kan, farklı şekilde devam ederdi.
Yokluklar, kıtlıklar ve hak gaspları alır başını giderdi.
Böyle zamanlarda “yönetmek” çok kolaydı.
İnsanların zayıflığından faydalanmak, onları korkutarak hükmetmek gibisi yoktu.
Ve bu muhalefet, halk için siyaset yaptığını söyleyerek, karanlık güç odaklarıyla el ele, gönül gönüle ülkeyi uçuruma götürmek için mücadele ediyordu.
Oysa “etkili” bir muhalefet olsaydı, AK Partinin gücünü kıracak, yanlış yapmamasına imkân verecek, daha katılımcı bir yönetim benimsemesine yarayacak girişimlerde bulunurdu.
Halk gibi bir dertleri olsaydı elbet…
Twitimden seçmeler
Gezi eylemine destek verenleri boykot ettiğim gibi, çok sevdiğim Yalan Dünya dizisini de boykot ediyorum. Darbeye sıcak bakana sıcak bakmam!