Cumhuriyet Batılılaşmasının hedef tayin ettiği Avrupa modernleşmesinin neticesi olarak Türkiye’de toplum ve devlet düzeninin sekülerleşmesi mukaddesatçı-muhafazakâr iktidara rağmen ilerlemeye devam ediyor.
İslâm değerlerini kamuya ve hayata dahil edeceğini vaat eden bir iktidarın hâkim olduğu Türkiye’de Batı “uygarlığının” taklit ve taşıyıcılığının alabildiğine devam ettiğini görmek ne kadar acı! Batı’nın iki asırdır ihraç ettiği “uygarlık”, dinimizden neşet eden medeniyet değerlerimizi ezip geçiyor.
Müslümanlara bir parça soluk aldıran iktidardan Medine menşeli medeniyet kimliğimize dönüşme hamleleri beklerken, Avrupa Birliği’ne dahil olma siyasetini sürdürmek abesliğinin yanında, eğitim, kültür ve şehircilikte laik Cumhuriyetin yaptıklarını tekrar ediyor.
Türkiye'nin mevcut hâliyle Medine mânasında medeniyet istikâmetini tutturduğu söylenemez. Cumhuriyet Türkiye’sinin bütün hükümetlerinin yaptığı gibi mukaddesatçı iktidarın da yaptığı hamleler İslâm medeniyetini ihya edecek hamleler değil, Batı’nın seküler-kapitalist “uygarlığını” taklittir.
Modernizme karşı duramayıştan dolayıdır ki, İslâm medeniyet anlayışının değerler sisteminden uzaklaştırılması neticesinde ortaya ulvilikten beslenmeyen metalaştırılmış, ruhsuz beton ve demirden geçilmeyen bir Türkiye var önümüzde.
“Muasır medeniyet” hâlâ istikametimizi belirliyor. Vaziyete bakılırsa Avrupa Birliğini girmek isteyen Türkiye’nin İslâm medeniyet gayesi de ortadan kalkmış demektir.
TÜRKİYE’DE MEDENİYETİN SÛRETİ DE, SÎRETİ DE GÖRÜNMÜYOR
Fert ve grupların kendi gayretleriyle oluşturduğu Medine mânasında yaşayış ve mekânları istisna edersek, Türkiye’de medeniyetin sûreti de sîreti de görünmüyor.
Bozgun dönemi Osmanlı reform hareketlerinin ve Cumhuriyetle keskin bir şekilde süren modernleşmenin bugün mukaddesatçı iktidar eliyle de sürdüğü gayet açık. Gelinen noktaya bakıldığında Türkiye ne Doğu-İslâm’a, ne Batı’ya benziyor. Hatta bu iki medeniyetin sentezini de yapmaya çalışırken, ortaya melez bir eğitim, kültür, toplum, şehir ve devlet düzeni çıktığını görüyoruz.
Zihniyet olarak Batı menşeli değerlere karşı olan mukaddesatçı iktidar, Müslümanlara kamuda sağladığı moral ve özgüveni, medeniyetin en temel tezahürleri olan eğitim, kültür, mektep, şehircilik gibi sahalarda sağlayamamıştır. Başka bir deyişle popülist politikalarla ideal olanı değil “reel” olanı hızlandırarak Medine mânasında bir medeniyet anlayışından uzaklaşmıştır. Medeniyet hassasiyeti olanlar hatırlar ki, iktidarın, "Kimlikli ve kişilikli şehirler" sözü, medeniyetini arayan Müslümanlar için büyülü bir sözdü.
“Büyük medeniyet birikimimiz son bir asırda büyük bir yıkıma uğradı. Kültürümüz, medeniyetimiz, dilimiz, değerlerimiz gibi şehirlerimiz de görülmedik bir tahribata maruz kaldı. Geçmiş zamanda tahrip edilmiş, hırpalanmış, kişiliksizleştirilmiş şehir mimarimize, geleneğin ilkeleriyle yeni bir şekil vermek zorundayız…” diyen iktidarın medeniyet tasavvurunda burkulmalar ve çözülmeler var bugün.
Dev plazalarla, Avm’lerle, gökdelenlerle ve hâkim meydanlardaki heykellerle Avrupa şehirlerinin kötü bir taklidi olan şehirlerimiz "kimlikli ve kişilikli mi" dir? İktidarın söz verdiği "Osmanlı" ve "Selçuklu" mimarisinin hâkim olduğu bir şehir ufukta görünmüyor?
İlk mektepten üniversiteye bütün okulları millet mektepleri hâline dönüştüremeyen, yine ilk mektepten üniversiteye kadar ders kitaplarını hâlâ değiştiremeyen iktidarın İslâm medeniyet hamlesinin olduğu söylenebilir mi?
İslâm medeniyetinin ihyasında sınıfta kalan iktidarın medeniyet iddiası yoksa şayet, Türkiye’de Müslümanlara “kamusal alanda kolaylık ve moral getiren hamlelerin, sekülerleşmenin virüs gibi hızlandığı bir vasatta medeniyete dair hiçbir değer ifade etmeyeceği şimdiden belli.
MUKADDESATÇI İKTİDAR MEDENİYET SUALİNİ VEREBİLECEK Mİ?
Millet nâmına yapılan maddî faaliyetlerin, insanların hizmetine dair iyileştirici kurumlar ve yatırımların medeniyet tezahürü olmadığı gibi, Medine mânasında bir medeniyetin hâsıl edeceği neticeyi de vermez.
“Şimdi büyük bir kültürel uyanışın arifesindeyiz. Yeni kültürel uyanışımız medeniyet çağrısı yapacak bir uyanış ve şehrin gökdelenleşmesinin tahribatlarını önleyecek, yeni bir şehir idraki ve inşasına yol verecek bir şehircilik politikasıdır…” vaatleriyle medeniyet hayâlimizin gerçek olacağına inanmaya başlamıştık.
Dahası, İslâm şehir mimarisinin üstadı Turgut Cansever’in adı yâd edilerek “Yüksekliği bir put haline getirmenin” kötülüğünden bahsedilmesi, “Dikey mimari değil, yatay mimariyi kadim şehirlerimizde egemen kılacağız…“ sözleri medeniyetini arayan millete ümit ve heyecan vermişti.
Ne yazık ki siyasî avantajına rağmen İslâm medeniyet hamlesine dair verdiği sözleri yerine getiremediği gibi şehirlerimizde “Ufkî yerleşim düzeni” ne dair bir emare de yok. Bugünün Türkiye’sinde kültür ve medeniyet hamleleri adı altında yapılanlar seküler “fast-food kültürü” nün benzerinden başka bir şey değil.
Mukaddesatçı iktidarın bir türlü başlatamadığı yahut kavrayamadığı medeniyetle imtihanı kötü geçiyor. Medeniyet ihyasına dair imtihanı geçememesindeki sebep, ahlâk ve dindarlığındaki eksiklik değil, irade ve tefekkürî yetersizliğinin yanında “reel” rüzgârlarına kapılmasıdır.
Müslümanların tuttuğu iktidar, birçok iyiliklerine rağmen yarın İslâm medeniyetinin ihyasından sual edilecektir. Medeniyet sualini verebilecek midir? Şimdilik Batı’nın seküler “uygarlığının” dayanılmaz ağırlığından kurtulmak mümkün görülmüyor.