Bir ideolojinin, bir inancın, bir kimliğin taşıdığı anlamla, onu kabullenenlerin yaşantısı, ne yazık ki, çoğunlukla uyuşmaz. Bu da kişileri değil, inanç, ideoloji veya kimliklerin tartışılmasına sebep olabilir. Ortadoğu’ya baktığımızda, İslam diniyle ilgili yanılgıya düşülmesi bundandır. Zira dünyada bütün ideolojileri, bütün ırkları, bütün kimlikleri, belki bir şekilde köle edebilirsiniz ama bir Müslümanı asla ama asla köle edemezsiniz. Çünkü, Müslüman, Allah’tan başkasına kul olmamayı seçmiştir. Allah’a kul olmayı seçtiği andan itibaren de, onun yerine hiç ama hiçbir gücü koymayacağını çok iyi bilir.
“La İlaha İllallah” dediğinde, bütün dünyayı bir tarafa ittiğini, hiçbir makam, mevki, güç, para ve baskıyı kabul etmeyeceğini anlar, anlamlandırır ve öyle inanır. Uygulama böyle mi, ne yazık ki çoğunlukla değil…
Hatta terör konusu da böyle; Bir Müslüman, asla bir başkasını, bırakın öldürmeyi, üzemez bile ama İslam’ın adını kullanarak terör örgütü oluşturan ve kan döken bile ne yazık ki var.
Bu, İslam’ın eksikliğinden değil elbet, ona inananların dünyevi menfaatleri, kaygıları ve korkularındandır.
***
Ortadoğu’ya baktığınızda, bunu çok daha net olarak görebilirsiniz.
İslam’ın “ceza” kurallarını uygulayan Suudi Arabistan’da, teröre arka çıkan bir Kral Abdullah’la karşılaşabilirsiniz.
Üstelik bunların İslam’la uzaktan yakından bir alakası yoktur. Müslümanların parasını yer, Müslümanlara kafa tutar ve onları baskıyla yönetirler.
Bütün Ortadoğu neredeyse böyle; ya krallıkla yönetilirler ya diktatörlükle ya da mollalıkla…
İslam’da ne ruhban sınıfı vardır, ne krallık, ne de diktatörlük.
Ve bütün bu yöneticiler, bir şekilde batının kölesidir. Hatta çoğunun eşi batılıdır, belki ajandır, belki koynunda yıllar yılı yılan besleyendir…
Bu durum, onları kontrol altında köle konumuna sokar. Onların emriyle hareket eder, onlar ne derse o olur ve oranın bütün zenginliği, batıya akar, durur…
Bu durma kesilmeye başlandığında veya insanlar özgürlüklerini sorgulamaya niyetlendiklerinde, işler çığırından çıkar.
Daha ilginci, aslında bütün Ortadoğu’da “köle” konumunda olan iktidarlar değil, ordudur. İktidarlarsa ordunun emriyle yol almak zorundadır. Asıl uşak ordu, onun emrinde bir iktidar ve siz orada demokrasi olduğuna/olacağına inanırsınız.
Bu durum, bizim ülkemize de çok benziyor.
12 Eylül’de “bizim çocuklar darbe yapmış” anlatısı, asıl kölenin kimliğini deşifre eden çok net bir örnektir.
“İslam” adını kullanan ülkelerde de böyle. Çıkara ters düştüğü andan itibaren, asıl köle görevi devralır.
Çünkü oradaki halk, Müslüman olmakla, özgür olabileceklerine inanır. Müslüman olmakla, bütün ırk, kimlik ve kişilikten arınarak, “eşit insan” olabileceklerini iyi bilirler. Şahadet getirdiklerinde, neleri önemsemediklerini ve neleri önemsemelerini gerektiğini de çok iyi bilirler.
Bu açıdan, “La İlaha İllallah”ı en iyi anlayan ve anlatanlardan olan Seyyid Kutup, bu anlayışa kellesini verenlerdendi. Şimdi onun ülkesinde insanlar, köle olmamak için ayakta. Canını veriyorlar, koca bir orduya karşı ellerinde hiçbir şeyler yok.
Batı bunu anlayamıyor, laikler anlamlandıramıyor, ulusalcı kanat, terörist olduklarını söylüyor ama onlardan artan, kitap ve Kur’an oluyor. Askerler insanların üzerine ateş açıyor, sonrada suç delili olarak Kur’an-ı Kerim’den başkasını bulamıyor.
Hiç abartısız, bugüne kadar verilen en büyük özgürlük mücadelesi, şu an Mısır’da yaşanıyor.
Gizli kapaklı değil…
Yeraltına inerek yapılan bir mücadele değil.
Terör örgütleriyle işbirliği yapılan bir kalkışma değil.
Güç odaklarını arkasına alıp, medya desteğini kullanan bir hareket de değil.
İradelerinin alaşağı edilmesine ve bir köle gibi yaşamalarına karşı çıkmaktan öte bir tavır değil onlarınki.
Sonucu ölüm de olsa değişmiyor.
Bu şuurla bir tanka, elinde silah olmadan karşı koyabiliyor. Bunun için sıkıyönetim dinlemeden meydanlara inebiliyor. Bunun için bir orduya tek başına karşı koyabilecek yürekliliği gösterebiliyor.
Bunu anlamak ve anlamlandırmak o kadar kolay değil.
Çünkü onlar batılı değil.
Hâlbuki Mısır’da insanlar “insanca yaşamanın” mücadelesini veriyor. Darbeye karşı çıkıyor, dayatma istemiyor, demokrasinin kurallarının uygulanmasını istiyor. Bu açıdan baktığınızda, dünyanın Mısır’da özgürlük mücadelesi verenlerin yanında olmasını beklersiniz ama olmuyor. Çünkü hep ikiyüzlü bir demokratlıkları var. Özgürlüğü kendilerine, köleliği başkalarına layık gören bir anlayış hâkim.
Bunu Gezi eylemlerinde de net olarak görebildik.
Seçilmiş iktidarın, seçim dışında alaşağı edilme çabalarını “demokratik hak” bilenlerin, darbe yapana karşı duranı terörist görmesi, bu açıdan anlaşılabilir.
Zira bu anlayışta olanların, özgürlük algıları, efendilerinin seçiminden başka bir şey değil.
Oysa İslam’da efendi de yok, bey de, paşa da…
Özgürlük, bütün dayatmalara karşı durmaktır, efendi seçmek değildir…
Mısır, efendi istemeyen insanlarla dolu ve onlar meydanları bu inançla dolduruyor, bu inançla şehadet şerbetini içiyorlar.
Bunu anlamak, bütün güç odaklarını elinin tersiyle itme yürekliliğini gösterecek bir inanca sahip olmakla mümkündür, gönüllü köle olmakla değil.
Tweetimden seçmeler
Herkes sussa, siz susmayın. Herkes insanlığını bir yana bıraksa, siz bırakmayın. Siz herkes olmayın; ‘ayrımsız’ tüm mazlumların yanında olun!