Doğu ve Batı’nın defter-i âmaline bakarak “Işık Doğu’dan gelir” diyor âmâ üstad Cemil Meriç, Batı’dan değil. Allah’ın vahyine muhatap ışığın ve hikmetin Müslüman Doğu’dan geldiğini söylüyor:
“İslâm medeniyeti yekpâre bir bütün, İslâm dünyası, Hicret’ten bu yana çeşitli ikbâl ve idbâr devirleri yaşamış, fakat aslî cevherini büyük bir titizlikle korumuştur. Bu medeniyetin dayandığı mukaddes kitaplar, milyonlarca insanın yoluna ışık serpmiş ve serpmektedir. İslâm’ın ‘Muhit ül Maarif’i Kur’ân-ı Kerim ile Hadis-i Şeriflerdir.”
Bütün peygamberler Doğu'dan gelmiştir. Güneşin Doğu'dan doğduğu hakikati kadar, insanlığı fikren ve ruhen aydınlatan ışığın Doğu'dan geldiği de bir hakikattir.
MÜSLÜMAN DOĞU’DAN GELEN IŞIK DİNDİR, BATI’DAN GELEN İSE ALLAHSIZLIK…
Doğu, yâni Müslüman Doğu’dan gelen ışık vahiydir, din ve dinden neşet eden hikmettir. Batı’dan gelen ise Allahsızlık, dinsizlik ve ruhu makinalaşmış seküler “ekonomik insan” dır.
Necip Fâzıl, Müslüman Doğu’nun sınırlarını ve mânasını daha da genişleterek “Büyük Doğu” diyor:
“Büyük Doğu bir keşf-i kadimdir. Allah Resulü’nden (s.a.v.) günümüze kadar intikal eden İslâmî anlayışın keşif ve tatbikinden ibarettir. Mevcut hâliyle Büyük Doğu, İslâm’ın zuhuruyla başlar. Mazrufunu sahabenin mücadele tarzı doldurmaktadır. Tarih içerisinde görülen Büyük Doğu’nun sahabe devrinden tek farkı zarf değişikliğidir. (…)Yani Allah Resulü (s.a.v.) ve sahabeden intikal eden manaya bağlı kalmak Büyük Doğu’nun esasını teşkil eder.”
Üstad, “Büyük Doğu” olarak vasıflandırdığı Müslüman Doğu’yu, Batı’nın karşısında duran bütün İslâmların dinî, medenî ve siyasî coğrafyası olarak târif eder:
VAHYİN VE RUHÎ DEĞERLERİN GELDİĞİ YER…
“Vahyin ve ruhî değerlerin; her şeyin geldiği yerdir. (…) Asıl Doğu âlemini, kubbe ve servi, saray ve künbed, kemer ve harabe, bütün dış çizgileri ve iç nakışlarından kucaklamakta... Bir aradaki bu çiftte delâletten sonra da, bütün insanlığa örnek olmak dâvasiyle, onların da üstünde ve güneş gibi topyekûn yeryüzünü yalayıcı bir mâna...”
Ona göre Batı, makineyi ve âleti emrine vereceği ruhî nizam, ahlâk ve iman kutbundan mahrumdur.’ Avrupa’nın bu zaafı dünyanın makinenin hâkimiyeti altına girmesiyle sonuçlanmıştır ve insanlık kaybolan ruh müeyyidesini aramaktadır.
Müslüman Doğu medeniyet olarak varken, Batı ortada yoktu. Batı ve Batılılar pagan barbarlardı. Müslüman Doğu’nun değerlerine, peygamberlerine saygı göstermediler, bugün de göstermiyorlar. Müslüman Doğulular, Batı’yı ve Batılıları fethedilecek, yâni İslâm tanıştırılarak yüzü açılacak insanlar olarak görürler.
BATILI OLMUŞSANIZ EĞER NAMUSSUZ OLMAYI KABUL ETMİŞSİNİZDİR
Batı’da mânevî kelimesinin karşılığı yok. Batılıysanız mânevî olanla işiniz yok demektir. Doğu bir baştan bir başa mânevî zemin üzerinde, yâni dinin temelleri üstünde yükselir.
Batı’da namus kelimesinin karşılığı da yok. Batılı olmuşsanız eğer namussuz olmayı bir hayat tarzı olarak kabul etmişsiniz demektir.
Batı’da Doğulu’nun anladığı mânada aşk kavramı ve duygusu yok. Allah aşkı, Peygamber aşkı, din aşkı, vatan aşkı, aile aşkı gibi ulviyetle mâna kazanmış aşk duygusunu bilmez Batılı olanlar.
MÜSLÜMAN DOĞULU YA DA BATILI OLMAK TERCİHİ İLE KARŞI KARŞIYAYIZ
Doğu’nun zemini dinî olduğu gibi yekpâre bir şeklide aşktır. Çünkü Doğu tasavvufla beslenir, Batı, materyalist ve mekaniktir. Batılının aklı makine gibidir, Doğulunun aklı hikmetle örülüdür.
Müslüman Doğu ile Batı arasında ezelî bir mücadelenin olduğu aşikâr. Necip Fâzıl’ın “Doğu derki Batıya, güneşi fethetsen de / ruh gerçeği bendedir, madde yalanı sende” mısralarında ifade bulan bir tercihle karşı karşıyayız. Kimlikleri ve gayeleri belli iki ayrı dünya. Herkes kararını vermeli. Öyleyse suali soralım: Doğulu musunuz, Batılı mı?
İyice düşünün. Samimice içinizi, zihniyetinizi, kalp ve dimağınızı yoklayın. Hayat tarzınıza bakın. Nelerden hoşlanıp hoşlanmadığınızı bir daha ölçüp biçin. İslâm’la aranız nasıl? Seküler olarak mı yaşıyorsunuz İslâm’ı? Modernizme karşı mısınız, taraf mısınız?
“HEM DOĞULU’YUM, HEM BATILI” DİYENLER A’RAFTADIR
“Hem Doğulu’yum hem Batılı” diyenler a’raftadır. Tanzimat’la başlayıp Cumhuriyetle çoğalan seküler aydınların hastalıklı ifadesidir bu. Cumhuriyetle birlikte lâ-dinî “çağdaşlaşma” yı medenîlik ve kalkınmışlık zannedenler Batılı oldular.
“KİMİN OĞLUSUNUZ?” SUALİNE MÜSLÜMAN DOĞU’NUN DİYEMİYORLAR?
Mukaddeslerini tanımayan, Batı’nın modernliğine aldanmış müstağrib aydınlarımız, “Kimin oğlusunuz?” sualine Müslüman Doğu’nun diyemiyorlar. Çünkü Cumhuriyet modernleşmesine tâbi olanlar ruhen ve tabiyeten Batılı olmuşlardır.
MÜSLÜMAN DOĞULU OLMAKTAN UTANAN CUMHURİYET AYDINI
Müslüman Doğulu olmaktan utanıp hüviyet değiştiren Cumhuriyet aydınına “Kimin oğlusunuz?” diye sorulduğunda bağıra bağıra “Batı’nın!” dediler.
Doğulu iken Batılılığa iltica edenlerin bir numunesi olan Ahmet Ağaoğlu’nun zihniyeti Cumhuriyet döneminde birçok Doğulu dimağı zehirleyerek Batılılaştırmıştır. “Ben hâlâ Batılı, yâni modernim…” diyenler bu zihniyetin utanç verici şu ifadelerini üstlenmiş sayılırlar:
“Yaşamak için yalnız libasımız ve bazı müesseselerimizle değil, kafamız, kalbimiz, tarz-ı telâkkimiz ve zihniyetimiz itibariyle de Avrupa'ya uymalıyız. Ama bunun için şahsiyet-i milliyemizi feda etmek lazım gelecekmiş. Adam; şahsiyet-i milliye de nedir ki? Din, ahlâk, hukuk... birer safra. Gemimizi kurtarmak için vazgeçeceğiz onlardan.”
İSTİKBALDE İNSANLIK YA MÜSLÜMAN DOĞULU OLACAK, YA DA BATILI
Batılı olmak, yâni Müslüman olmamak ne kötü! Cemil Meriç, Doğu’nun, yâni İslâm’ın ışığından kaçıp Batılı olanları müstağrib olarak tavsif eder:
“Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini inkar etmek ve peşin peşin köleliğe razı olmak değil mi? Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin.”
“Doğu Doğu’dur Batı’da Batı ve bu ikisi hiçbir zaman birleşmeyecektir” sözü kıyamete kadar değişmeyecek. İstikbalde insanlık iki kimlikten birini tercih edecek; ya Müslüman Doğulu olacak, ya da Batılı…