Bugüne nasıl bakılır diye bir soru olur mu bilmem ama bu, nereden/hangi zamandan baktığınız ve aslında nasıl bakmak istediğinizle alakalı.
Hatırlar mısınız, çocukluğumuzda dedelerimizi dinlerken, “aaa böyle şey olur mu?” deyip, onların döneminde yaşanan açlık, sefalet ve korkuya hayret ederdik.
Bazısı cepheye gitmiş, çok acılar çekmiş, en yakın silah arkadaşının gözünün önünde vurulmasını ve onu hayata döndürmek için didinmesini hayretle ve ibretle dinler, şaşırırdık.
Bazısı kıtlıktan bahsederdi, yokluk günlerinden…
CHP’nin halkı açlığa mahkûm ettiği zamanlardan…
Bazısı Müslümanlara yapılan zulümden bahsederdi; Türkçe ezan, Kur’an okumanın yasaklanması, “Allah” diyenin alınıp götürülmesi ve bir daha dönmemesi…
Başına şapka takmadığı için asılanları, başına örtü taktığı için kolundan tutup, saçından çekip yerlerde sürüklenmesine kadar geçen süreçte değişen bir şey olmadığını görüp, hayıflanırdık…
Hikâye gibi gelirdi bize…
Toplumun bir kesimi “ne olduğunu” veya “neci olduğunu” gizleyerek yaşardı, yıllar yılı…
Ana dilini kullanamazdı bazıları; ne mutlu Türküm diyene der, geçerlerdi…
Darbe döneminde yaşanan acıları anlatırlardı; korkarak, ürkerek ve tüylerimizi diken diken ederek…
Gencecik insanların nasıl toprağa düşürüldüğünü, bir gece yarısı alınıp, bir daha dönmeyenlerin destanlarını dinlerdik, gözü yaşlı büyüklerimizden…
Lüks bir yaşantı yoktu o zaman. Aldığı maaş karnı tokluğuna giderdi, başını sokacak bir ev aldığında ise ondan daha mutlusu yoktu.
Mobilya derdi, akıllı telefon isteyen çocukları, sürekli yenilenen televizyonu, buzdolabı, çamaşır makinası, bulaşık makinası ve daha ne makinası yoktu.
Fatura dediğiniz elektrik faturasıydı ve o zamanlar suya para da verilmezdi.
Bazıları bize komik gelirdi, bazıları acı, bazıları insanlığı sorgulayacak kadar acımasız, vahşi…
Çocukluğumuza baktığımızda da benzer hislere kapıldığımız oluyor.
Bu nedenle bizim dönemi ileride anlatacak olanların nasıl bir duyguyla dinleyeceklerini tahmin edebiliyoruz.
***
Sadece birkaç yılı torunlarımıza anlatacak kadar yaşayabilirsek, neler anlatırdık neler…
Dedelerimizin anlattığından farklı yönleri var elbet.
O zamanlar zalim devletti, ceberut suratıyla insanları ürkütürdü.
Korkudan iki kişi yan yana geldiğinde devlet büyükleri, kurumlar, kuruluşlar veya “hassas” bilinen konuları konuşamaz, köşe bucak saklanarak sağa sola giderlerdi.
Herhangi bir derneğe üye olmanın “suç” sayıldığı “anarşist” bilinmen için yeterliydi.
Biz elbet bunları anlatamayacağız, çünkü onlar çok eskide kaldı.
Biz, millete zulmetmek isteyen devleti değil, odakları anlatıp duracağız…
Demokrasi istemeyen siyasi partilerin olduğunu söyleyeceğiz, torunlarımızın ağzı açık kalacak.
Barış istemeyenlerin olduğunu söyleyeceğiz.
Kandan beslenenler vardı diyeceğiz.
Her gün insanlar ölsün diye mücadele eden siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, kurumlar, kuruluşlar, teşkilatlar, derin ve açık yapılanmalardan söz edeceğiz…
Darbe yapanların sıkıntısını çok çekmedik diyeceğiz, 28 Şubat’ı ve 12 Eylül’ü unutarak…
Ama biz, darbe isteyenlerden çok çektik deyince nasıl da şaşıracaklar, onlar ne biçim insanlarmış diyecekler…
Baba ve dedelerimizin en çok IMF kapısında el açanlardan şikâyetçiyken, IMF’ye borcunu ödeyip, kapı dışarı edilmesini protesto edenlerin olduğunu anlatmanın imkânı var mı?
Bunun için Gezi’ye çıkıp, üç ağaç bahanesiyle, ülkenin koca bir bölgesini yeniden inşa edecek kadar kayba neden olanları anlatacak kelimeler henüz lügatlere girmedi, nasıl anlatacağız?
Özgürlüğü kısıtlayarak özgürlük isteyenleri, sokakları savaş alanına çevirenlerin barış yanlısı olabileceğine inandırmak mümkün mü?
Milletin iradesinin en tepe noktası olan mecliste görev yapan ve hepsinin sivil olduğu vekillerin “sivil anayasa” istemeyenler olması ve illa anayasayı darbe döneminde yaparlar diyenlerin bulunmasını nasıl anlatırız?
En çok Müslümanları anlatırken zorlanacağız, biliyorum…
Sevgi ve barış dini olan İslam dinine mensup olanların, bir birlerini kırmaktan, öldürmekten, yok etmekten başka bildiklerinin olmadığını söylersek ne düşünürler acaba?
İslam’da olmayan, hatta başka dinlerde de pek rastlanmayan türden insanların “öncü” olabildiği Müslümanlardan nasıl bahsedeceğiz?
Elinde insanların kesik kafasıyla, ağzında salyasıyla poz verenlerin “halife” ilan edildiğini anlatamayız, bize deli derler…
Allah adına insanları öldüren, kadınlara tecavüz eden, çocukları katledenleri nasıl anlatacağız ki…
Bizim anlatamayacağımız, anlatacaklarımızdan daha çok, onu biliyorum…
Hemen yanı başımızda yüzbinlerce insan katledilirken, “ama onlar Kürt, ama onlar Alevi, ama onlar Sünni, ama onlar Türkmen” diye sevinmese bile umursamayan acayip kılıklı Müslümanları nasıl anlatacaktık?
Kendilerini İslam’ın en has grubu görenlerin, Filistinlileri katleden İsrail’le el ele, kol kola, derin muhabbetler besleyenler olduğunu anlatmanın imkânı var mıydı?
Tweetimden seçmeler
Birikimi olmayan, söyleyecek sözü kalmayanın yegâne silahı, hakaret, küfür ve küçümsemedir. Edeple öne çıkamayan, edepsizliğiyle bastırır.