Bulunduğumuz coğrafya geçmişten günümüze ne unutulmaz acılara sahne olmuş ve olmaktadır. Bu coğrafyada bazı olayların kaşınmayacağını herkes çok iyi bilir.
Bu coğrafyada varlığımızın devam edebilmesi için, bazı meselelerde milli politikalarımız, hükümetler üstü duyarlılıklarımız oluşmuştu. Yani hangi hükümet gelirse gelsin bazı meselelerle ilgili devlet politikamız değişmezdi.
Maalesef son on yılda bu meselelere karşı farklı bir “üslup” oluştuğunu görüyoruz. “İçeride ve dışarıda sıfır sorun” sloganı ile ülkemizin geçmişten günümüze devam eden meselelerini bir anda tek taraflı olarak çözüme ulaştırma çabalarının tutmadığını, geri teptiğini ve geleceğimizi sıkıntıya soktuğunu rahatlıkla görebiliyoruz.
Sözde Ermeni soykırımı meselesinin olayların 100. yılı münasebetiyle çok daha sıkıntılı geçeceğini kundaktaki çocuk dahi biliyordu. İşin şakaya alınır yanı yoktu. Lozan barış antlaşmasından beri sürdürülen dikkat ve kararlılık aynen sürdürülmeliydi.
Ama olmadı, sorunun Türklerden kaynaklandığından şüphe ettiği izlenimini uyandıran Hükümet bu hassas konuda kendisinden önce gösterilen ciddiyeti göstermeyerek mesafe kaybetti. Bugüne kadar bu konuda herhangi bir olumsuz tavır sergilemeyen birçok müttefik ülkenin ve Papa’nın “soykırım” ifadesini kullanmasına sebebiyet verdi.
Kısacası; dış dünya ile ilişkilerimizde hâkim olan “bahar havası” bu hükümetle birlikte “kışa” dönmüştür. Osmanlının enkazından yeni bir “vatan kuran” ve yaşanan tüm acılara rağmen çevresiyle barışık yaşamayı bilen ve bunu başaran ecdadın tüm kazanımları çok kısa bir sürede “sıfırlanmıştır.”
Hep yanımızda olanlar artık yanımızda yoktur. Bu bölgede tarihten gelen misyonu ile hep oyun kurucu olan Türkiye bu rolden düşerek yalnızlaşmış, dostlarını ve de oyun kurucu görevini kaybetmiştir.
19. yüzyılın başından itibaren başlayan ve “Doğu sorunu” olarak adlandırdığımız mesele ise son on iki yılda iki yüz senede ulaşamadığı seviyeye ulaşmıştır.
Bu aşamaya gelinmesinde ordunun, tabir-i caizse, geçmişte yeniçeri ocağının lağvedilmesini andıran bir şekilde dağıtılmasının rolü büyüktür.
Son olarak Ağrı’da yaşanan olaylarda bu durumu en açık şekilde görmekteyiz.
Öyle ki, yaralı askerlere yöre halkının yardım etmesinin adeta “düşman askerine insani yardım yapılmış olması” gibi yansıtılması, aynı topraklarda bin yılı aşkın bir süredir birlikte yaşayan iki halkın ayrışmasının “tamamlandığını” göstermektedir.
Bu topraklarda meseleler tükenmez. Önemli olan meselelerinin çözümü için geçmişten beri süre gelen devlet geleneğinin yok sayılmamasıdır. Çünkü bu geleneğin altında bu meselelere dair ciddi tecrübeler yatmaktadır.
Bu tecrübeleri görmeden ve anlamadan, tecrübelere dayanan politikaları “sıfır sorun” sloganı ile bertaraf ederek meseleleri çözme gayreti neticede ülkemizin itibarını “sıfırlamaktan” başka bir işe yaramamıştır.
Bu duruma sebep olanlara yaptıkları bu yanlışlıkların hesabı mutlaka sorulmalı, bedeli mutlaka ödetilmelidir. Daha fazla tahrip edilmeden “emanet” ellerinden alınmalı, çok büyük tahribat gören (ordu, emniyet, adalet, hariciye, maliye, milli eğitim) gibi kurumlar hızla ve yeniden onarılmalıdır.
Bunun için yapılacak iş; “Bu milleti bu cumhuriyeti sevenlerle birlikte yürümektir” değiştirmek ve yıkmak isteyenlerle değil…