İnsanların siyasi partilerden farklı beklentileri olur. Özellikle hükümet olan partilerin, vatandaşlara sağlayacağı imkânlarla kötü günleri unutturmaları istenir. Bir daha eskiye dönmek istememeli insanlar.
Elbette vatandaş, iktidarlardan yatırım ister, yoksulluğun azaltılmasını ister, maaşların ve sosyal hakların yeterli miktara çekilmesini ister.
Sağlık, eğitim, ulaşım gibi önemli konularda iyileştirme ister…
Herkes gibi ben de bunları isterim ama asıl isteğimizin “güvenlik” ve “özgürlük” olduğunu düşünüyorum.
Baskı içinde, bol paranın bir anlamı olmaz.
Herkes bir birinden korkarken, sosyal hakları kimse önemsemez.
İnsanlar bir birini öldürürken, parkların, bahçelerin, sinemaların, tiyatroların anlamı kalmaz.
Aşağılanırken, horlanırken, devlet kurumlarından kovulurken, bet suratlı kamu görevlilerine laf anlatamıyorken, de bütün bunların bir anlamı olmaz.
Bu nedenle insanların güvende yaşaması, iktidarların olmazsa olmazı olmalıdır.
İkincisi ise özgürlük…
Sadece özgürce gezme değil bu, hayatın her alanında özgürlük.
Özgür bir düşünceye sahip olabilmeli insanlar ve düşündüklerini de özgürce ifade edebilmeli.
Bilgiye özgürce ulaşabilmeli, ulaştığı bilgiyi de özgürce yayabilmeli. Kapalı kapı olmamalı, kilitli oda bulunmamalı, devletin arşivi, bu devletin insanına kapatılmamalı.
İnsanlar ne giyiminden, ne kuşamından, ne dilinden, ne dininden veya ne mezhebinden dolayı horlanmamalı, farklı farklı sınıflara ayrılarak, kötü muamele görmemeli.
Birisi öz evlat olmamalı, diğeri üvey evlat muamelesine tabii tutulmamalı.
Herkes dilediği dilde eğitim almalı, dilediği dilde kendini ifade edebilmeli. Bunu söylerken önüne faşist bir engel çıkmamalı; anadilimiz şudur, bundan başkası ihanettir…
Demokrasi olmalı mesela bir ülkede. Demokrasi, bazılarına tam, bazılarına yarım yamalak uygulanmamalı.
Yoksa eski günlere döneriz ve iktidarların bir diğerinden farkı olmaz.
***
İktidarların yatırımları, eğitim, sağlık ve ulaşım düzenlemelerinin dışında, esas olan güvenlik ve özgürlükse eğer, geçmişle bugünü kıyaslamak mümkün değil.
O günleri unutmak istesek de unutamayız.
Kendi adıma unutursam ellerim kurur, dilim lal olur…
İnsanlar inandıkları gibi yaşayamadığı günleri gördük. Kutsal kitaplarını sakladıkları, mabetlerine giremedikleri zamanı…
Bir kasket için insanları ipte sallandırıldığı bir ülkede, başörtüsü devletin temel nizamlarını yerinden oynatmaya yeterdi.
Eğitim hakkı vardı ülkede ama başörtülüye yoktu.
İkna odalarını unutur muyuz, genç kızların saçlarından tutup yerlerde süründürülmelerini…
İki satır yazı, bir kıta şiir okuduğu için yıllarca mahpus hayatı yaşayanları…
O günleri unutmak mümkün mü?
Oğlum Marmara Üniversitesini kazanmıştı. Her aile gibi mutlulukla kaydını yaptırmak için gittik. Hani gelmişken çocuğumuzun okulunu da görebilirdik.
Boştu okul, boş bina, boş bahçe…
Sadece bahçeye girmek istedik, eşimin başörtüsü o kapıdan içeriye girmemizi mümkün kılmıyordu.
Ankara’da asker olan eşimin kardeşini ziyarete gittik; tel örgüyle ziyaretçi yerinin arası beş santim değildi. O tel örgüden eşimin başörtüsü geçemiyor, kardeşi de tam karşıda acı acı bakıyordu.
O günleri unutur muyuz?
Bugün havuz medyasından şikâyet edenler, diğer medyanın bir başka havuz olduğunu gizlemeye çalışsalar da, biz “bir generalin” bütün medyayı parmağında oynattığı günleri biliriz.
Manşetlerin genelkurmayda hazırlandığı, yazıların gözden geçirildiği, hatta yazarın yerine yazıldığı bir zamandı o zamanlar…
Her iktidar seçimle işbaşına gelir, milletin iradesini temsil ederdi ama bu, sadece laftaydı. Gerçeği ise asker ne derse o olurdu, onun dışına çıkıldığında yönetime el koyar, bütün bir milleti cezalandırırlardı.
Bütün bu gizli kapaklı işlere “çete” kurumlar da eklenirdi; Batı Çalışma Kurumu, yasada yazmayan görevini bütün illerde yapar, bütün kurumlarda tek söz sahibi olurdu…
Ortadan kaldırılması gereken kaldırılır, yok edilmesi gereken yok edilirdi.
Milletvekili olmak da, siyasi parti olmak da, STK olmak da bir anlam ifade etmezdi. Çünkü son karar asla kendilerinde bulunmazdı.
Bugün basın özgürlüğünün olmadığını söyleyip, cumhurbaşkanına her gün hakaret yağdıranlar, tek bir kelime için gazetecilerin, yazarların zindanlarda çürüdüğü günleri unutmuş olamazlar.
Sanat da böyleydi.
Her şey önceden kontrol edilir, uygun görülen sahnelenirdi.
Elbette bugün dört dörtlük bir özgürlük yok ama zaten sorun, özgürlük istemeyenlerin ayak diremesindedir.
Ülkede barışa karşı çıkan, özgürlük alanının genişlemesini içine sindiremeyen ve halk için siyaset yaptığını sananlar var.
Bilmedikleri ise bugün ayak direyenlerin görevini, o günlerde darbeciler ve zorbalar yapıyordu.
Dün onların yaptığını bugün unutmuyoruz; bunların yaptığını da yarın unutmayacağız.
Unutursak, kendimizi inkâr etmiş oluruz…
Tweetimden seçmeler
Ne Halepçe'yi unuturum, ne Sivas'ı. Ne Başbağlar'ı, ne Suriye'yi ne de Filistin'i. Mazlumun bizden olanına değil, mazlum oluşuna bakarım.