Yeni eğitim-öğretim dönemi dün başladı ve okullar bir kez daha açıldı, her yıl olduğu gibi. Yaklaşık 18 milyon öğrenci, geleceğe hazırlanacak ama nasıl?
Eğitimin ‘zorunlu’ olması, beraberinde ‘sorunlu’ olmasını mı getiriyor bilmiyorum ama eğitim, ‘zorunlu’ olmadan ‘sorumlu’ olmalı diye düşünenlerdenim. Belki o zaman öğrenci, veli ve eğitimci üçgeninde geleceğe dönük planlar daha mantıklı yapılabilir.
Rakamlara baktığımızda, eğitimin toplumun tüm kesimini nasıl ilgilendirdiği ortaya çıkıyor.
Okullar dün açıldı ve 18 milyon öğrenci ders başı yaptı.
Sadece bu değil elbet, yaklaşık 1 milyon 136 bin öğrenci birinci sınıfa başladı.
Bu rakam, okul öncesinde 1 milyon 200 bin…
600 bin derslikte eğitim başladı.
900 bin 794 eğitimci-öğretici de görev başı yaptı…
Bu rakamlar, sadece bu yılın koca koca rakamları değil, her yıl bir önceki yıldan daha fazla eğitimci, öğrenci ve derslik sayısıyla karşılaşıyoruz.
Her yıl müfredat tartışılarak eğitime başlanıyor.
Her yıl kitaplar, defterler, ağır çantalar, verilen ama bir türlü kullanılmayan tabletler, akıllı tahtalar…
Tebeşir tozu yuttuğumuz zamanlarda da aynı sorunlar vardı, kara tahtanın önünde tek ayak durduğumuz zamanlarda da…
Kapkara önlüğü giyinip, üç numara tıraş olduğumuz zamanlarda da eğitimin sorunları vardı, rengârenk kıyafetler giyinip, dans eden saçlar olduğu bu zamanda da…
Kızların etek boyu o zamanda tartışılırdı, bu zaman da. Halen “ölçüsü” tutturulamadığına göre, hassas bir denge var ama ölçmeyi bilen kafa yapısı henüz yerine oturmuş değil.
Okulların güvenlik sorunu bizim zamanımızda da vardı, öğrencileri iğrenç emellerine alet edenler de…
Okul önünü zehir satış merkezi olarak görenlerin sadece sattıkları değişti, alıcıları değişti ama yerleşik düzeni hep kaldı.
Her yıl eğitime başlarken, eğitimin sorunları ortaya kondu; bazen sendikalar, bazen eğitimciler, bazen veliler ve bazen de alakası olmayanlar…
Ama her yılın sonunda, aynı sorunlar ‘çözülmemiş’ bir şekilde bir kenara bırakıldı, copy-paste yapılacak sorunlar da, bir sonraki eğitim öğretim döneminde yeniden piyasaya sürülmek üzere arşivlerde bekletildi.
Öğretmenin geçim sıkıntısı, velilerin çocuklarını okuturken zorlanması hiç değişmedi.
Okulda eğitimin ‘yeterli’ gelmemesi nedeniyle ‘takviye’ ders alımlarının kırk yolu arandı, yeni bir keşfe çıkıyormuşçasına…
Okulda ‘eğitim yetersiz’ algısı o kadar güçlendi ki, öğrenci ve veli avına çıkan dershaneler, iyi eğitim verse dahi suçlamaların odağına yerleşti.
İktidarlar için en kullanılabilir alan oldu okullar…
Sadece temel eğitim değil, üniversiteler de aynı kategoride değerlendirildi.
Eğitim sistemi, bu nedenle her iktidarda sil baştan yeniden dizayn edildi, beğenilmedi, değiştirildi, aksaklığı görüldü, düzeltildi ama sonuç hep hüsran, hep hüsran.
Eğitimde ‘iyi bir şey’ yapma şansı yoktu, çünkü muhalefetin de hedef tahtasında eğitim vardı. İktidar kötü yaptığında eleştirmek boyunlarının borcuydu ama iyi yaptığında da, kendi başarısızlıkları ortaya çıkacaktı, kulp takmaktan kolay ne vardı.
Sadece iktidar ve muhalefet değil elbet; farklı gruplar, farklı anlayışlar, bazı cemaatler, terör örgütleri de ‘kendi kölesini’ yetiştirme amacıyla yanıp tutuştu.
Oysa bu kesimlerin hedef tahtasında olan, sadece bir kurum değildi, bir anlayış da değildi, geleceği ilmik ilmik işlemekti ve en önemlisi hedef tahtasındaki insandı ve yarının insanlarıydı…
Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana ‘tek tip’ insan yetiştirme arzusu hiç değişmedi. Gücü elinde bulunduran da, güç elde etmek isteyen de ‘kendi fikrini’ çocuklarımıza aşılamaya çalıştı.
O günden bu yana sonuca baktığınızda, aynı okulda okuyan, aynı eğitimi alan, aynı sıralarda toz yutanların sonraki halleri, ‘tek tip’ insan arayışına bile cevap vermediğini gösteriyor.
Her yıl, bir sonraki dönem için yarış atına döndürülen öğrencilerin, hep kazanma, hep kazanma ama hiçbir şey kazanamamaya dönüşen grafiğini ibretle izlemek, yine bizlere düşüyor.
İnsanların dili, insanların dini, insanların ahlakı yerine devletin dili, devletin dini, devletin ahlakı öğretilmeye çalışılıyor ve ortaya ucube bir nesil çıkıyor.
Tabi bir de orantısız eğitim var; Zeki olanla, zekâ kırıntısı barındırmayan çocuktan aynı başarı bekleniyor.
En kötü eğitimin verildiği okulla, en iyi eğitimin verildiği okul, aynı kulvarda yarıştırılıyor…
Ve biz ‘yozlaşan’ nesli tartışıyoruz; başarısız mezuniyetleri, işbaşı yaptırmayan diplomaları, keşfe kapalı beyinleri tartışıp, duruyoruz…
Ve yine biz, eğitim alan, okuyan, öğrenen bu insanların nasıl birer caniye dönüşebildiğini, nasıl acımasız insan olduklarını da hep merak edip duruyoruz…
Okullar hep açılıyor ama sanki mecburi bir görev ifa ediliyor gibi sürüp, gidiyor…
Bu anlayışla biz her yıl yeni okullar açacak, her yıl eğitim verecek, her yıl öğretimde bulunacağız ama ‘insan’ yetiştirmekten çok, ‘bize uygun/bize bağlı/bize köle nesil’ çabasında olacağız ve yarınlarımıza yazık etmeyi sürdüreceğiz…
Tweetimden seçmeler
Biliyor musunuz, yalnızlıktan şikâyet edenlerin, yalnızlığı şarkıya, şiire konu edenlerin hiçbirisi ıssız adada yaşamıyor!