17 Aralık depreminde, ölen on binlerce insanın “kim olduğuna, nasıl olduğuna, ne düşündüğüne, neye inandığına” bakmadan, “hak ettiler” tarzda “analiz” yapan derin insanlarımız vardı. Şimdi buna bir de trafik kazasını, had bildirme olarak algılayan psikopatlar türedi.
Üstelik bunlar gazeteci veya yazarlar…
Aydın insanlar çoğu…
Bir kazayı, alakasız başka bir olayla ilişkilendirmeye çalışma, (haşa) Allah’ın ne düşündüğünü bilme anlamına gelir.
Kaza, dikkatsizlik sonucu olur, yol hatasından dolayı gerçekleşir, karşıdan gelenin bir kusuruna kurban gidebilirsin. Hiç alakan olmadığı halde, yukarıdan düşen bir taş, bir kaya veya bir beton parçasının kurbanı olabilirsin.
Biz buna “kaza ve kader” diyoruz…
Kaza geçirenin o anda ne yaptığını, dua edip etmediğini, inançlı olup olmadığını, ölmeden az önce haram yiyip yemediğini bilmediğimiz gibi, bizi de ilgilendirmez.
Ancak, sosyolojik açıdan, kaza yapanların hemen önceki durumları, aile tartışmaları, iş yaşamı ve maddi durumu gibi konular araştırılabilir.
Ama siyasi olarak bunu yapanların akıl sağlığını sorgulamak şart olur…
***
Dün, İstanbul Avcılar’da D-100 (E-5) Karayolu’ndaki bir üst geçit, sıvı madde taşıyan bir tankerin açılan damperinin çarpması sonucu çöktü. Üst geçidin altında kalan minibüsün şoförü hayatını kaybetti, iki kişi de yaralandı.
İç açıcı olmasa da, bu bir kazaydı…
Son zamanlarda yaşadıklarıyla, yazdıklarıyla, hakaret ve küfürleriyle aydın olmaktan çok uzak, hatta paranoyaya varan davranış bozukluğu yaşayan Mehmet Baransu, bu kazayı bir şeye bağlamış…
Ölen minibüs şoförüne bir suç yüklememiş…
Kamyon şoförüne de…
Yaralanan iki vatandaşa da…
Kazanın müsebbibini, kazaya karışanların “özel hayatı”na bağlamadığı için önce şükrettim. Sonra “yok artık” dedim.
Bunu da yapabilirdi aslında…
Çünkü Baransu, analizci birisiydi…
Çantacı bir gazeteciydi…
Hayatında tek kelime yazmadan gazeteci olan ender insanlardan birisiydi…
Bir çanta gelirdi ve o çantadakileri gazeteye alırdı…
Aracıydı anlayacağınız…
Çantayı bırakanı kendisi bilir, hiç kimse bilmezdi veya öyle sanıyordu…
Sonra gelen çantaların çoğunun düzmece olduğu ortaya çıkınca çıldırdı…
Bu defa farklı çantalar gelmeye başladı ama bu seferki çanta içinde değil, “dua” ve “beddua” arasına gizlenmişti. Yani bir üfürükle geliyordu bütün bilgiler…
Bir gece rüya görüyordu ve olacakları sıralıyordu…
Çoğu tutmuyordu ama olsun…
On atıp, birini tutturmak da marifetti.
Kehaneti de vardı Baransu’nun, sadece analizci değildi.
17 Aralık’ta hükümetin gideceğini tahmin etmişti, 25 Aralık’ta Başbakanın tutuklanacağını da…
Sonra 30 Mart’ta AK Partinin hezimete uğrayacağını da tahmin etmişti.
Başbakanın üç vakte kadar istifa edeceğini, tutuklanacağını ve öleceğini de tahmin etmişti.
Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkamayacağını da tahmin etmişti…
Hatta “adaylıktan vazgeçecek” derken de, büyük bir alkış alacak sonucu yakalamıştı…
İyi üfürmüşlerdi bu defa…
Çanta yoktu ama üfürüğü kuvvetli birisi tarafından “vaftiz” edilmiş olmalıydı…
Çünkü Mehmet Baransu, kâhin değildi, nefesi kuvvetli bir hoca da değildi, analizci de değildi, gazeteci de değildi, yazar da değildi…
O, “olayların nasıl olması gerektiğini” açıklayan niyet mektubuydu…
Sizi merakta bıraktığımın farkındayım.
Gelelim Avcılar’daki olayla, Baransu’nun alakasına…
Baransu, köprü çökmesini, Kadir Topbaş’ın daha önce yaptığı değil, sadece bahsettiği bir söz nedeniyle “cezalandırılması” için çöktüğünü söylüyordu…
Yuh yani demeyin…
Baransu, bu olayı şöyle değerlendirmiş; “Fatih Kolejinin bahçesinden yol geçirme intikamı yaparsan, Allah da seni böyle imtihana çeker Kadir Başkan. Hesabınız çok ağır olacak”
İlk okuyuşta anlaşılmaması normal, çünkü emir üfürülmüş, metin değil.
Metni zekâ seviyesiyle doğrudan orantılı yazdığından, bu kadar kaliteli çıkmış.
Bir kazanın, cemaate ait Fatih Kolejinin bahçesinden geçecek yolun intikamı için yapıldığını söyleyenin akıl sağlığından şüphe ederim, kötü niyeti zaten ortada…
Bunu yaparken, aynı zamanda cemaatin “intikam alkan bir üfürük merkezi” haline geldiğini söylemekle, cemaate ne kadar zarar verdiğini biliyor mu, onu da merak ediyorum…
Tweetimden seçmeler
Bugüne dek, cevabını bildiğim hiçbir soruyu, hiç kimseye sormadım. Sana da sormayacağım.