Son yıllarda toplumun hiç değilse bir kesiminin alkış tuttuğu, savunduğu, hepimizin de savunması gerektiğine inandıklarına bakınca, ahlak anlayışının değiştiğini görebiliriz. Son olayla bir kez daha bu anlayışın gündeme girmesi gerektiğine inanıyorum.
Türk Hava Yolları’nda 2009 yılından beri kabin memuru olarak çalışan bir hostes işinden oldu. THY’nin her ne kadar gerekçesi “performans düşüklüğü” olsa da, aslında “performansı” nedeniyle işinden olmuştu. Bazı medyanın “cesur” demeyi seçtiği çıplak pozları onu işinden etmişti ama aynı zamanda yeni bir iş de edinmişti. THY’nin çıplak poz veren bir hostesi işinden atıp atmamasının ahlaki yönüne bakmıyorum.
Sonuçta bir işveren, personelinin “çıplaklıkla” gündeme gelmesini ister mi, istemez mi ona bakmak lazım. Bu durum, hem özel sektörde de hem de kamu da aynıdır, farklı değil. Ama sahiplenme dikkat çekici. Hiç kimsenin tanımadığı hostes bir anda dünyanın gündemine girdi. Giyinik hostese destek olmayan dünya, çıplak hostese destek oluyor, el uzatıyor, omuzlara alıyordu…
***
Sadece hostesin çıplaklığı değil elbet, genelde “ahlaklı” bildiğimiz konularda değil, “ahlak sorunu” olduğuna inandığımız konularda dikkat çekici bir sahiplenme olması anlaşılır gibi değil.
Bunu Ergenekon davalarında da görmüştük…
Darbe yapmakla veya darbeye kalkışmakla yargılananların mahkeme salonu önünde alkışlarla karşılanması çok dikkat çekiciydi.
Suçsuz olduğu için alkışlanmıyorlardı; aksine suçlu olduğunu bile bile alkışlıyorlardı. Çünkü içinde darbeye karşı olan yoktu…
Gönüllü avukatlar çıkıyordu ortaya, mahkeme basıyorlardı, kanun çiğneyerek, kanunun uygulanmasını istiyorlardı.
Hâkimlere hakaret ederek, adaleti tesis edenler de vardı.
***
Gezi olaylarında da bir benzeri vardı.
Çevre katledilmesin diye eylem yapanlar, çevreyi katledebiliyorlardı.
Sonra zaten barış isteyenlerin, sokağı ateşe verdiği, barış isteyenlerin insanları öldürdüğü, hatta ezdiği, hatta çiğnediğini de görüyorduk.
İnsanlar savunduğu konuyu, savunamayacağı eylemle hayata geçirmeye çalışıyordu.
Ayıpladığına sahiplenerek, ayıptan kurtulmaya çalışanlar vardı.
Belki de kazan, dibin kara, seninki benden karaydı.
Ya da herkes “kendi gözündeki merteği” görmemeye yemin etmişti…
***
Paralel davalarda da bunu gördük.
17 Aralık operasyonunu “hukuksuz” şekilde yapanlar, sadece alkışlanmıyor, dualarla da destek görüyordu…
Ne ki, bizde yolsuzluk yapanlar da alkışlanıyordu, soru çalanlar da…
Hatta bir üniversitede yapılan yolsuzluk için “Aşkın’ı savunmak, cumhuriyeti savunmaktır” sözü, halen hafızalarımızda…
Yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, iltimas geçme, “hamili kart yakinimdir” yaklaşımlarının gittikçe normalleşmeye başladığı ülkemizde, hiç kimse yolsuzluk nedeniyle dışlanmaz. Herkes her şeyi söyler ama “mağdur” olan da savunulur.
Hatta Etyen Mahçupyan’ın son çıkışına karşı gelinmesi de bundandır.
Yolsuzluğa karşı çıkmak “insanlığın” gereğidir, partili olmanız, yakınınız olması, aynı cemaatten, aynı gruptan olmanız, onu savunmanız, hatta yok saymanıza bir gerekçe olamaz/olmamalıdır.
İnsanlar, bulunduğu makama, partiye, cemaate, gruba göre değil, inandığı değerlere göre fikirlerini söylemeli.
Etyen Mahçupyan, inandığı değere göre konuşanlardan…
Sahi Etyen Mahçupyan Ermeni’ydi değil mi, o zaman ona karşı çıkmak da “ahlaki” bir zorunluluktu.
Ne yazık ki, sırf Ermeni olduğu için Etyen Mahçupyan’ın Başbakanlık Danışmanlığını eleştiren insanlar vardı bu ülkede, ahlaken canım!
***
Çok farklı alanlarda, çok farklı tepkilerimiz ve sahiplenmemiz vardı.
Mesela kasetlerin havada uçuştuğu zamanda da bunu gördük.
Hem yasak ilişkisi medyaya sızanlar, hem de sızdırılanlar “kahraman” oluyordu. Bir çelişkiydi ama oluyordu işte…
Sonra da “kaset lideri” ortaya çıkıyordu, başkalarının kasetini genel kurulda izleterek, kahraman oluyordu…
***
Partime bir şey olmasın diye yolsuzluğu savunan da vardı; partilerine bir şey olsun diye yolsuzluk iddiası ortaya atan da…
Sonuçta ikisi de ahlaklı olmayan bir gerekçeyle ahlak tesis etmeye çalışıyordu.
Elbette bu, ‘ahlaki kaygısı(!)’ olanlar içindi.
Bir kesim ise “ahlak” konusu gündeme geldiğinde çıldırabiliyordu.
Özellikle cinsel tercihler konusunda iktidara yakın, iktidardan veya devletin herhangi bir kademesinde görev yapanın ağzından çıkacak en ufak “ham laf”, bir anda “cinsel tercihi” farklı farklı olanların sokağa dökülmesine neden olur ve herkes de o tercihi savunmak zorunda kalıyordu veya zaten savunuyordu…
Normal zamanda “ahlaksızca” bulduğu bir eylemi, “kendine veya çıkartına veya partisine veya ideolojisine” ters veya destek olacak diye savunmak ya da karşı çıkmak en büyük ahlaksızlıktır.
***
Yazının başına dönersek, eğer hostesin soyunarak işine devam etmesi inandığınız değere uygunsa sonuna kadar savunun ama değilse “işini bıraksın, ne yaparsa yapsın” diyecek kadar da cesur çıkış yapın.
Her ikisinden hangisini savunursanız savunun, siz istediğiniz için savunun, başkaları dayattığı için değil.
Altını çizdiğim bir cümlemi, son cümle olarak da buraya almak istiyorum; İnsanlar, bulunduğu makama, partiye, cemaate, gruba göre değil, inandığı değerlere göre fikirlerini söylemeli.
Tweetimden seçmeler
Sahi unutuyordum, aslan yürekli geziciler, Yalova'da ne olmuştu? :))