Her dönemin, her zamanın kendine özgü zorlukları, kargaşaları, sorunları olduğunu düşünüyorum.
Her dönemin peygamberleri, âdil hükümdarları, âlimleri, sanatkârları, önden giden müspet şahsiyetleri hep mücadele ettiler; yılmadılar, sabrettiler, gayret ettiler. Başarılı ve huzurlu oldukları / olmadıkları her halde teslimiyet gösterdiler ve mütevekkil ruh hallerini hep muhafaza ettiler. Bunu da hissediyor ve düşünüyorum...
Müslihiddin Efendi'ye ait sözün içerdiği anlamda olduğu gibi "Her şey merkezindedir." Ne bir fazla, ne bir eksik... Çünkü, kanaatim ve inancım odur ki, ezelde ne yazılmışsa, akıbette o tecelli etmektedir. Kaza ve kader konusuna girmeyeceğim... O cesaretin kendimde olmadığını biliyorum. Kim girmiştir de, çıkabilmiştir? İnşallah, teslim olmak ve tevekkül bir kişilikle yolumuza devam etmek -ki, gücümüz var ise- yeter de artar bile...
40 yıldır, zaman zaman düşler ve "Acaba o dönemlerde yaşasam daha mı güzel olurdu?" diye düşünürüm. 40 yıldır düşlediğim ve kendi penceremden zaman yolcuğuna çıktığım üç dönem vardır ki, o dönemlerin gizlenmiş kutsiyetini hep teneffüs etmek istemişimdir. "Niye, nasıl, ne şekilde?" gibi soruların kendi kendime muhatabı olarak...
***
Yaşamayı düşlediğim ilk dönem...
Sekizinci yüzyılın ilk çeyreği... Bilge Kağan, Hakan; Kültigin, Genelkurmay Başkanı; Tonyukuk ise Başdanışman / Vezirülâzâm...
"MİLLÎLİK" ve "YERLİLİĞİN" çokça sorgulandığı; kimin millî, kimin ise gayri millî olduğu belli olmayan ve yönetimde liyakâtsızlığın doruk yaptığı günümüz Türkiyesi'nde asıl millîliğin ve liyakatın hayat hakkı bulduğu 8. yüzyıl bilgelerinin yaşadığı Göktürk döneminde yaşamak... Ne diyordu, tarihe şan vermiş bilgeler?
- "Türk milleti! Aksisin: Acıkırsan doyacağını düşünmezsin, bir doyarsan acıkacağını düşünmezsin. Öyle olduğun için besleyip doyurmuş olan hakanlarının sözlerini almadan her yere gittin, oralarda hep mahvoldun tükendin."
- "Türk Oğuz beyleri, halkı işitin ! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, Türk halkı senin devletini, yasalarını kim yıkıp bozabilir idi?"
- "Ey Türk halkı, Çin halkının tatlı sözlerine, yumuşak ipekli kumaşlarına kanıp, çok sayıda öldün."
Orhun Anıtları'ndaki en önemli yüksek ruh, devlet yönetimindeki plânlı iş bölümü ve adaletle yönetim biçimidir. Millet yöneticileri, bu anıtlardaki öğütlere ne zaman kulak ve yürek vermişlerse, o zamanlar büyük devlet olma becerisi ile milletini yönetmesini de bilmişlerdir. Yani, yüzyılların ötesinden gelen öğütlere kulak ve yürek verecek nesillerin yetişebilmesi için öncelikle bu anıtlardaki düşünceler, münevverlerimizin yüreğinde ve beyninde değerli hazineler olarak tutulmalıdır.
***
750 Talas, 1071 Malazgirt, 1176 Miryekefelon, 1453 İstanbul'un Fethi, 1915 Çanakkale, 1921 Sakarya... Hepsinde de aynı ruh anlayışı, aynı genetik yapı söz konusudur. Cihanşümûl Türk Devlet Anlayışı... İslâmiyet'le birlikte bu ruha insicamla katılan "İlâ-yı Kemilluh" da, bu ruhun farklı kavramla tekrar ihya bulmasıdır.
Bu genetik yapı ve ruh anlayışının bir neticesidir ki, sadece savaşlarda değil; bilimde, eğitimde, sanatın ve mimarinin her dalında da şahika şahsiyetler ve eserler vücuda gelmiştir.
Oğuz Kağanlar, Bilge Kağanlar, Alper Tungalar, Alpaslanlar, Kılıç Aslanlar, Ertuğrul Gâziler, Osman Gâziler, Timurlar, Fatihler, Yavuzlar ve Atatürkler bir tarafta yer alırken; öbür tarafta İbni Sinalar, Birunîler, Farabîler, Harazmîler, Uluğ Beğler, Ali Kuşçular, Pirî Reisler, Gâzi Yaşargiller, Oktay Sinanoğlular, Aziz Sancarlar yer almıştır.
Bilge Kâğan'ın Tonyukuk'u, Osman Gâzi'nin Şeyh Edebalî'si veya Dursun Fakih'i, Timur'un Uluğ Bey'i veya Emir Ömer'i, Yıldırım Bayezit'in Emir Sultan'ı, Fatih'in Akşemsettin'i, Kanunî'nin Merkez Efendi'si birliktelikleri de, bu ruhun ve genetik yapının bir yansımasıdır. Ayrılık yoktur, bu şahsiyetlerde. Biri diğerinin takipçisi, diğeri birin rehberi ve yol açıcısıdır.
***
Orhun Anıtları'ndaki öğütler, bin yılların ötesinden getirilen ve sonraki bin yıllara yol gösteren işaretlerdir. İşaretlerdeki derunî mesajlar okunmadığında, dikkate alınmadığında, hatta unutulduğunda veya unutturulmak istendiğinde, genetik yapı ve millî ruh anlayışı bozulmasa bile yara alır.
Şu an ülkemiz başta olmak üzere, Türk kültürünü teneffüs eden bütün coğrafyalarda yaşanan gerçek, genetik yapımızın unutturulmak veya bozulmak istemesidir. Bu nedenle, "TÜRKLÜK" ayaklar altına alınmak istenmektedir. Bu nedenle, -tarihte hiçbir zaman ırkçı olmayan- Türk milletini sevmek ve ona hizmet etmek anlamındaki "Milliyetçilik", "IRKÇILIK" olarak gösterilmek istenmektedir. Bu türden söylemlerin ve propagandaların, milliyetçi, dindar ve muhafazakâr gibi görülen üst düzey siyasîler ve bürokratlar tarafından yapılması da manidardır.
***
Aziz Türk milletinin bir geçiş döneminde olduğunu gözlemliyorum. Ağrılı, sorunlu ve netameli bir dönemden geçiyoruz. Siyasette, toplumsal ve kültürel hayatımızda ve basınımızda sıkça rastladığımız bu türden söylemlere milletimizin geçit vermeyeceğine de yürekten inanıyorum. Tarihinden ve medeniyetler birikiminden getirdiği yüksek zenginliğinden ve ecdadının güçlü maneviyatından ilham ve destek alarak gelecekte yeniden bir güneş gibi doğacağına da inancım tamdır.
Orhun Anıtları'ndan yükselen ışık, Atatürk'ün 10. Yıl Nutku'nda nasıl yansımasını bulmuşsa; 21. yüzyılın ikinci çeyreğine hazırlandığımız bu yıllarda da, mutlaka yansımasını bulacaktır, kanaatimdeyim.
Çünkü, aziz Türk milletindeki ruh, aynı ruhtur.
Çünkü, "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır."
Çünkü, Atatürk'ün "Yüksel Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur." özdeyişinin içerdiği anlam ve ruh hâlâ devam etmektedir.
Selâm ve saygılarımla...