Sıbyan Arapça bir kelime olup Sabi (çocuk) kelimesinin çoğuludur. Sıbyan Mektebi çocuklar için açılmış okul demektir. Sıbyan Mekteplerinin tarihçesi Osmanlı Devleti ile sınırlı değildir. Okul mimarilerini Türklerin geliştirildiği kabul edilse bile birçok eski uygarlıkta benzer işlevi yerine getiren mekteplerin mevcudiyetine rastlanmıştır. Özellikle Selçuklu döneminde Osmanlı dönemindekine benzer Sıbyan Mektebi modelleri sıkça gözlenmiştir. İslam aleminde genellikle medrese eğitiminin bir başlangıcı olarak ortaya çıkmıştır. Osmanlı devletinde kendisine uygun bir gelişme sahası bulan vakıf sistemi birçok kurumu etkilemiş ve onları şekillendirmiştir.
Sıbyan mektebi, Osmanlı İmparatorluğu'nda ilköğretim kurumlarına verilen genel ad. Çoğunlukla cami ve mescitlerin yanında yapılırdı. İsteyen hayırseverler de sıbyan mektebi açtırabilirdi ve yönetimini vakıf eliyle sağlayabilirdi. Sıbyan Mektepleri de Fatih Sultan Mehmet dönemiyle İstanbul’a girmiştir. Sıbyan Mekteplerine Fatih döneminde sadece yetim ve fakir çocuklarının alınması şart koşulmuştur. Bu mektepleri ilk defa İstanbul’da Fatih Sultan Mehmet, meşhur cami ve medreselerini tesis ettiği zaman bunların yakınında ve caminin batı tarafında bir de sıbyan mektebi yaptırmıştır. Sıbyan mektepleri beş ile 10 yaşındaki erkek ve kız çocuklarına dini bilgiler vermek ve okuma yazmayı öğretmeyi amaçlamaktadır. Sıbyan mektepleri, hemen her mahallede bir tane bulunduğundan halk arasında mahalle mektebi adıyla anıldığı gibi, çoğu taşla yapılmış binalardan olduğu için Taş Mektep ismi de verilirdi.
Bu mektepler genellikle camilere bitişik büyük bir odadan ibaretti. Bunları yaptıranlar, başta Osmanlı Padişahları ve kadın sultanlar olmak üzere, derece derece zengin olan bütün hayırsever kişilerdi. Bu kişiler camilerini, medrese ve imaretlerini, mescitlerini yaptırırken yanlarına bir de sıbyan mektebi yaptırmayı, o hayrın ayrılmaz bir gereği saymışlardır. 1824, 1838, 1845 ve daha sonraki tarihlerde sıbyan okullarını ıslah etmek için aynı çizgide çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. 1868 yılında Istanbul’da bir “Daru’l-Muallimin-i Sıbyan”ın açılmasıyla ilkokullara yetiştirilecek öğretmen konusunda önemli bir adım atılmıştır. Sıbyan Mekteplerinin ders programları başlangıçta Kur’an okutmak ve namazla ilgili bilgilerin verilmesinden oluşmaktaydı. Daha sonraları bu programlara yazı dersleri de konulmuştur.
1869 Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi’nden sonra devlet, ilköğretim alanında mütereddit de olsa, şu siyaseti takip etmiştir;
a) Yapılacak yenilikleri kolayca uygulamak için, sıbyan okulları dışında İptidâî okulları açmak,
b) Sıbyan okullarını tedricen ve muhafazakar zümrelerin dikkatini çekmeden usûl-ü cedid üzere (yeni usûl) ders veren duruma getirmek.
II. Abdülhamid devrinde hazırlanmış bulunan 1876 Kanun-i Esasi Anayasası’na göre ilköğretim kız ve erkek çocuklarına mecburi hale getirilmiştir. Böylece kız ve erkek çocukların eşit şekilde eğitim imkanlarından yararlanması hukuken temin edilmiştir. 1879’da Ma’ârif teşkilatında yapılan değişiklikte Ma’ârif Nezâreti bünyesinde “Mekatib-i Sıbyaniye Dairesi”nin kurulması, artık devletin ilköğretim meselesini ciddi olarak ele aldığını göstermektedir. Yine bu dönemde, ilköğretim iki kısma ayrılmıştır. Birincisi “mekatib-i sıbyaniye” olup bu okullar, usûl-ü atîka denilen eski, yani geleneksel eğitime devam ediyordu.
Sıbyan Mekteplerinin öğretim elemanları bir hoca ve onun yardımcısı olan kalfadan oluşmaktaydı. Ayrıca bir temizlikçi hademe (Bevvab) ve bir Mubassır (çocukları evine götürüp getiren ve kavga etmelerinin önüne geçen görevli) görev yapardı. Hoca ve kalfalar mahallenin en şerefli ve haysiyetli kişilerinden seçilirdi. Osmanlı Sıbyan mektebinde eğitim ve öğretimi veren kişi gücü yerinde, zekâca üstün yaşlılardan seçilirdi. Bundaki gaye belli bir olgunluğa erişmiş kişinin kültür birikimini çocuklara aktarırken yaşlılığın getirdiği hissiyatıyla daha yakın ilişkinin rahatlıkla kurulabilmesi idi. Bu psikoloji ve fizyoloji talebe ile çok daha iyi manevi irtibat sağlanmasına imkân veriyordu. Böylelikle Sıbyan Mektebini bitiren talebe yaşından çok daha ileri bir olgunluk ve hayat bilgisi edinmiş oluyordu. Sıbyan Mektebine başlama yaşı 4 yıl, 4 ay, 4 gün idi. Osmanlı bu yaş ölçüsünü uğurlu saymıştır. Mektebe başlama merasimle olur, mezuniyette de merasim ve mevlit yapılırdı. Yedi yaşına gelene kadar mahallenin çocukları bu mektebe devam ederlerdi. Eğitime Kur’an öğrenmekle başlanır, daha sonra yazı dersleri, aritmetik gibi dersler verilmeye başlanırdı. Okumayı ve çalışmayı teşvik amacıyla çalışkan öğrencilere cildi süslü cüz veya kitap hediye edilirdi.
ELBİSTAN’DA RESMİ SIPYAN OKULLARI
Elbistan’ın yetiştirmiş olduğu büyük eğitimcilerden Osman Necati Erginöz bakın Elbistan Sıpyan okullarını “Eğitimde 60 yıl Anılar” kitabında nasıl anlatıyor.
Bu okullar Maarif Nezareti tarafından açılmış olan üç sınıflı, bir veya iki öğretmenli okullardır. Çoğunlukla derslikler ayrı değildi. 60-70 kişi alabilecek geniş, tek bir odada öğretim yapılırdı. Benim devam ettiğim Ceyhan Mahallesi Sıpyan Okulu işte böyle bir okuldu. İki hocamız ve bir Mubassır (hademe) vardı. Derslerde bize öğretilenler şöyle özetlenebilirdi.
1.Sınıfta; Arap harfleri ve esire, üstün, şedde gibi Arap harflerinde noktalamalar öğretilir, Kur’ana çıkarılırdık. Kur’ana çıkmak demek, Kur’anda Tebareke’ye ulaşmak demekti.
2.Sınıfta; Kur’an, İlmuhal ve Arap harfleri ve rakamları kullanarak yazmayı, toplama, çıkarma yapmayı öğretirlerdi
3.Sınıfta; Tecvitli Kur’an okuma, tecvit, yazı ve tarih bilgileri verilirdi.
Metod: Münferit ya da grup halinde ders almak demekti. Sabah bir iki saat kadar kalfalar dersi hazırlayamamış olanları çalıştırırlar, bu nedenle okulda yayılan gürültü bütün mahalleyi sarardı. Bütün sınıflar, öğretmenler ve mubassır bir sınıfta idik. Başöğretmen elinde ki çubuğunu masaya vurduğu zaman hepimiz susardık, mütalaa bitmiş olurdu. Okulda yakılan odunlar evden getirilirdi. Odun getirmeyen öğrenciye hoca derse almazdı. Onun için evden çıkarken yaptığımız ilk iş kolumuzun altına bir odun almak olurdu. Sınıfın kapısından girdiğimizde bu odunu sol tarafta hocanın oturduğu yüksekçe yerin altında ki boşluğa atardık. Odun ne kadar fazla ses çıkarırsa hocanın Aferin’de o kadar sesli olurdu.
Sıbyan okulunun üçüncü sınıfındayken tarih dersleri bize ezberlettirilir ve moto mot öğretmene tekrar edilirdi. Herkesin bunu iyice öğrenmesi için önce hoca önünde koro halinde söylenirdi. Sesi gür bir öğrenci kalkar önce hoca söyler sonra öğrenci bağırır bizde tekrar ederdik.
Paydosta ise Ermeni çocukları seyretmek için doğruca kiliseye yakın damların başına giderdik. (Elbistan’da evlerin üstleri düz ve topraktı. Ermeni İlkokul öğretmeni jimnastik yaptırırken bir iki anlamına gelen “Ergo Merk” sözlerini tekrarlardı. Bizde yakın damların süvüklerine(saçaklarına) başımızı siper etmiş, karnımızın üzerine yatarak Ermeni çocukların jimnastik derslerini seyrederdik.
Çocuklar, atlet ve şort giymiş olurlardı. Öğretmen ise kol, gövde, baş ve bacak hareketleri yapar, öğrencilerde onu taklit ederlerdi. Müzik öğretmeni de akerdeonu ile bu hareketlere eşlik ederlerdi bize göre çok eğlenceli gösteri idi. Ermeni çocukları güzel ve temiz havalarda nasıl doğa ile başbaşa iseler, diğer derslerde de araç ve gereç kullanarak konuları işliyorlardı. Aramız da ki eğitim farkı çok büyüktü.
Bu Ermeni okullarından çıkanlar yeteneklerine göre çocuklar Avrupa’ya çok ta Fransa’ya gönderilirlerdi. Memleketimize doktor, maliyeci, mühendis olarak yetişir ve gelirlerdi. Elbistan’da iki doktor vardı. Doktor Ohannis ve Doktor Vartan bu şekilde yetişmişlerdi. Memlekette hastahane, dispanser şöyle dursun, bir tek Türk doktor yoktu. Elbistan’da zamanla bu doktorların vizitesi bir altına çıkmıştı. Teyzem için getirilen Doktor Ohannis Efendi’nin cebine amcam iki altın lira atmıştı, ancak Ohannis Efendi çıkarıp bir altını iade etmişti.
BİSİKLET
Elbistanlı Eğitimci Osman Necati Erginöz’ün Elbstan’da ki bisiklet ile ilgili güzel anısını kaleme almış: Doktor Vartan’ın bir bisikleti vardı. İkindi vakitleri biner, şöyle bir tur atardı. Onun çıkış saatini köşe başında gözlerdik. Çıktığı zaman hep birlikte bağırırdık “Çıktı,çıktı” Pırıl pırıl bisikletti. Doktor Vartan bisikletiyle ağır ağır bizim önümüzden geçerken, bizde arkasına takılırdık. Bu bisiklete “Cin arabası” diyorduk Ermeni Mahallesi’nden çıkar, oradan küpçüler dükkanından Kümbet’e oradan Hocazade Mezarlığın’a, aşağı bahçelerden Baladırık Köprüsü’ne Gavur Köyü’ne (Türkköyü Pınarbaşı), Tekke Köprüsü’nden geçerek Karabekirler Sokağı’nda ki evine dönerdi. Biz çocuklar da bisikletin arkasından koşardık. Biz geri kaldıkça o yavaşlar, biz yaklaşınca o hızlanırdı. Aşağı yukarı beş kilometrelik bir koşuyu kan-ter içinde tamamlardık. Doktor Vartan bu cin arabasını Paris’ten getirmişti. Bizim ahırlarımızda da Urfa’nın, Halep’in bulunmaz Arap atları varken nedendir bilinmez biz hep bu bisikletin peşine düşerdik.
Kara Tahta ve Tebeşir
Elbistan’a kara tahta ve tebeşirin gelmesi hadisesini Osman Necati Erginöz anılarında şöyle anlatmaktadır. 1913 yılı, ben sıbyan okulunun üçüncü sınıfın da idim. Bir gün mubassır, sınıfa ayakları olan, kara tahtadan yapılmış bir şey getirdi. Muallimin sağ tarafında ki duvara dayadı. Muallim de uçları yeşil kağıtlara sarılı, dört köşe, uçları sivri, peynire benzer birşeyler getirerek tahtanın alt kenarında ki sabit kutuya koydu. Hepimiz neler olacağını merak ediyorduk. Hocanın sesi duyuldu.
Buna kara tahta, buna da tebeşir derler. Bundan böyle bu tahtaya yazacağız. Gel bakalım Osman Dedi.
Korka korka tahtaya yanaştım. Hoca tebeşiri elime vererek tahtaya adımı yazmamı istedi. Önce heycandan yanlış yazdım daha sonra doğrusunu yazdım. Böylece Elbistan’a kara tahta okullara girmiş oldu. Bence büyük bir gelişme idi.
ELBİSTAN İPTİDAİ MEKTEPLERİ (İLKOKUL)
1893 tarihinde Elbistan Kasabası’nda yeni usule göre düzenlenerek açılan iki iptidai mektebin bulunduğu kayıtlarda mevcuttur. Bu mekteplerden birinin öğretmeni olan Sinanzâde Hafız Ali Efendi’nin maaşının ödenmediği ve mağduriyetinin giderilmesi istenmektedir. 1319(20 Nisan 1901-9 Nisan 1902)tarihli Halep Salnamesi’ne göre Elbistan’da Hamidiye Mektep-i İptidai’si bulunmaktadır) bu İptidai’de Muallim Hafız İlmi Efendi’dir ve 73 öğrenci eğitim görmektedir. Öğrenci sayısı 1321 (30 Mart 1903-17 Mart 1904) tarihli Halep Salnamesi’ne göre 85, 1322(18 Mart 1904-7 Mart 1905) ve 1326 ( 4 Şubat 1908 -22 Ocak 1909) tarihli Halep Salnameleri’ne göre 90 olmuştur.
ELBİSTAN RÜŞTİYE MEKTEBİ (ORTAOKUL)
Tanzimat döneminden itibaren Osmanlı ülkesinde batı tarzı okullar açılmaya başlanmıştır. İlk önce batı tarzında eğitim veren Misyoner mektepleri açılmıştı. Maraş’a gelen Amerika, Fransa, İngiliz ve Alman misyonerleri başlangıçta azınlıklara eğitim amacıyla bu mektepleri açmışlardı. Daha sonrada bu misyoner mekteplerine Türkler de gitmeye başlamışlardı. Osmanlı arşiv belgelerinden faydalanarak Elbistan’da ki rüştiye ve idadi hakkında bilgiler sunacağız.
Rüştiyeler, Sıbyan okullarına dayalı üç sınıflı ilkokullardı. Hemen her il ve ilçede vardı. Tedrici ve pedagojik bir düzen altında Arapça, Farsça, Fransızca, Türkçe, Matematik, Tarih, Coğrafya, Yazı, Hikmet (Tabiiyye- Fizik), Resim dersleri veriliyordu.
Öğretmenler sarıklı ve cübbeli idiler. Yalnız Mektebi Edip diye bir kitabımız vardı. Onu, başında fes olan, gençten birisi okuturdu. Okulumuz Ulu Cami’nin yanında tek katlı, üç derslik idi. Zil yoktu. Başöğretmen dersten çıkar. Mubassır da diğer hocalara haber verirdi. Sabahları ü, öğleden sonraları iki ders yapardık. Disiplin çok sertti. Her Perşembe akşamı genel toplantı olur ve suçlu olanlar cezasını çeker veya ödüllü mükafatını alırdı. Mükafatlar, aferin, tasin ve imtiyaz diye üçe ayrılırdı. Bir imtiyaz sekiz aferin ve dört tasin karşılığıydı. Suçlu suçunun derecesine göre bunlardan birkaç tanesini verir, affa uğrardı. Aferin ve tahsini olmayanlar falakaya yatırılırdı. Suçları bir aferinlik ise bir defa, bir tahsinlik ise dört defa sopa ayağına vurulurdu.
Sınavlar yılsonunda, ayırtmanlar huzurunda sözlü ve yazılı olarak yapılırdı. On esasına göre dört numaradan aşağı alanlar sınıfta kalırlardı. Rüştiyeler memleketimize, aynı zamanda Elbistan’a da birçok değerler kazandırmışlardır. Rüştiye çıkışlılar o günün orta çapta bürokratları sayılırlardı. Güzel yazı yazarlar, hesap bilirler, aydın geçinirlerdi. Büroları olanlar dilekçe yazarlar, kendi çevrelerinde sevilir sayılırlardı. 1914 yılında altı sınıflı Numune Okulları bunların yerini aldı.
Elbistan’da bir rüştiye bulunduğu ve öğretmenlerinden birinin adının Ahmet Ziya Efendi olduğu görülmektedir. Başarılarından dolayı bu şahıs ödüllendirilmiştir. 1313 (24 Haziran 1895- 11 Haziran 1896) tarihli Halep Salnamesi’ne göre Elbistan Rüştiye Mektebi’nde Muallim-i Evvel Mehmet Hilmi Efendi, Muallim-i Sâni Ömer Lütfi Efendi, Rik’a Muallimi Ahmet Nuri Efendi ve Bevvab Mehmet İzzet Efendi görev yapmaktadır.
1316 (22 Mayıs 1898 -11 Mayıs 1899) tarihli Halep Salnamesi’nde Elbistan Rüştiye Mektebi’nde Muallim-i Salis Yahya Efendi olmuştur. 1317 (12 Mayıs 1899-30 Nisan 1900) tarihli Halep Salnamesi’nde Elbistan Rüştiye Mektebi’nin Muallim-i Salis’i Süleyman Efendi olmuştur. Okulun Rik’a Muallimliğini ise Muallim-i evvel Hilmi Efendi yapmaya başlamıştır. Okulun öğrenci sayısı ise 64’tür.
Elbistan Rüştiye Mektebi’nde öğrenci sayısı 1319 (20 Nisan 1901 -9 Nian 1902) tarihli Halep Salnamesi’ne göre 81, 1322 (18 Mart 1904- 7 Mart 1905) tarihli Halep Salnamesi’ne göre 85, 1326 ( 4 Şubat 1908- 22 Ocak 1909) tarihli Halep Salnamesi’ne göre 76’dır. Bu tarihte de okulun eğitim kadrosu aynı kalmıştır. Fakat Bevvab İzzet Efendi olmuştur. Bu tarihte Elbistan’da 11 tane Mekteb-i Rüştiye eğitim ve öğretim hizmeti vermektedir.
1893’te Elbistan Rüştiye Mektebi üçüncü muallimliğine tayin olunan Süleyman Efendi’nin azline ve verilen maaşların alınmasına karar verilmiştir. Kısa süre sonra Süleyman Efendi bu göreve yeniden tayin edilmiştir. 1899 tarihinde Elbistan Rüştiye Mektebi için bir küre istendiği ve bu kürenin İstanbul’dan vapurla İskenderun üzerinden Elbistan’a gönderildiği anlaşılmaktadır. 1901 yılında Elbistan Rüştiyesi birinci Muallimi Hilmi Efendi’ye tatil döneminde yarım maaş almak şartıyla evlenmek üzere Merzifon’a gitmesi için izin verildiği dair ilginç bir belge de arşivlerde bulunmaktadır.
NUMUNE MEKTEBLERİ
Numune Mektepleri; Osmanlı Devleti’nde Tanzimat dönemi sonrasında açılan örnek ortaöğretim kurumlarıdır. Tanzimat Fermanı, özellikle de Islahat Fermanı (1856) sonrasında Osmanlı eğitim düzenini yeniden örgütlemek amacıyla bir dizi çalışma başlatıldı. Ama bu çalışmayı genelleştirmeden önce, yeni düzeni örnek okullarda sınama yoluna gidildi. Numune mekteplerinin ilk örneklerinden biri, 1885’te Nadir Bey’in öncülüğüyle açılan Numune-i Terakki İdadisi’ydi (bugün İstanbul Lisesi).
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Müslüman çocukların eğitimini çağdaş ilkelere göre yeniden düzenlemek için daha kapsamlı çalışmalar başlatıldı. Buna örnek olarak, 1915’te İstanbul’da tarihçi Abdurrahman Şerefin öncülüğüyle “numune rüştiyesi” uygulamasına geçildi. Kadıköy, Kasımpaşa ve Nişantaşı’ndaki rüştiyeler yabancı dil ağırlıklı numune rüştiyelerine dönüştürüldü. Mekâtib-i İbtidaiye-i Umumiye Talimatnamesine eklenen maddelerle numune rüştiyeleri altı sınıflı okullar olarak düzenlendi. Benzer amaçlı Fransız okulları örnek alınarak açılan numune rüştiyelerinde Fransızca ve Türkçe derslerin ağırlığı yarı yarıyaydı. Aynca uygulamalı dersler de vardı. Bu çalışma, olanakların kısıtlılığı nedeniyle yaygınlaştırılamadıysa da, sonraki yıllarda açılan başka bazı okullara da numune mektebi dendi. 1923’te İstanbul ve öteki illerde 55 numune mektebi vardı. Haziran 1923’teki bir düzenlemeyle, numune mekteplerinin yerini “Ameli Hayat Mektepleri” aldı.
ELBİSTAN’DA NUMUNE OKULLARI
Bu konuda Elbistanlı Eğitimci Osman Necati Erginöz anılarında şöyle anlatmaktadır: Numune Okulları memlekete birçok yeninikler getirmiştir. Sınıflar; Devre-i Ula (1. ve 2. Sınıflar), Devre-i Müavassıta (3. Ve 4. Sınıflar) , Devre-i Aliye (5.ve 6. Sınıflar), olarak üçe ayrılmaktadır.
Okulun bir müdürü vardı. Her dersi ayrı ayrı öğretmenler verirdi. Bundan daha önceki okullarda olduğu gibi, resmen falaka ve dayak yoktu. Öğretim metodu olarak Takrir ve soru- cevap yönteminin yanısıra, gözlem, inceleme ve deney dayanıyordu. Tarih derslerinde kullanılan, ezbercilik ve koro metodu kalkmıştı, anladığımızı anlatırdık. Coğrafya dersi harita üzerinde anlatılır, okunan bölgenin haritası istenirdi. Tabiyye Dersleri deneye dayanıyordu. Havanın varlığı, cisimlerin genleşmesi, havave suyun terkibi deneylerde gösterilerek öğretilirdi. Matematik henüz soyutluktan kurtulamamıştı.
Her dersin ayrı kitaplar vardı. Son sınıflarda Fransızca dersleri verilirdi. Artık spor dersleri için de Ermeni çocukları seyretmiyorduk. Bir talim hocamız vardı. Hergün derslerde sert cisimle dersliklerin kapılarına vurarak “Efendiler talime” derdi. Talim için okulun bahçesine doldururduk okulumuz Köprübaşın’da ki GAZİ OKULU binasıydı. Artık bizde bahçede İsveç jimnastiği yapıyor, marşlar ve şarkılar eşliğinde yürüyorduk. Beden Eğitimi dersleri için özel elbisemiz yoktu. Ceketlerimizi çıkartarak yapardık. Bu arada köprünün parmaklarına dayanmış olan halk, bizi seyrederdi.
Elbistan’da KEŞŞAFLIK (İzcilik)
Numune okullarında Keşşaflık(izcilik) teşkilatı kurulmuştu. Fransızca hocamız ŞEREF Bey’le (Kemal Beyazıt’ın ağabeyi) talim hocamız ZEKİ Beyteşkilata önderlik ediyorlardı. Kısa pantolonlarımız, önden ikiiki cepli, yakası kapalı cketlerimiz, boyun bağlarımız, kordonla bağlanmış düdüklerimiz, palaskalarımız, mataramız, kırmızı beyaza boyanmış, uzunluğu iki metreye yakın bilek kalınlığında sopalarımız ve borazanımız vardı. Bayrağımız filamamız ve iki trambetimiz çok gösterişliydik. Artık Ermeniler bizi seyretmeye başlamışlardı. Yürüyüş marşımız şöyle idi
“Ben keşşafım, bacağım, kolum
Gözüm, dimağım, her yerim sağlam”
İzciler olarak yakın ilçelere de geziler yapıyorduk. Bir keresinde bizi Elbistan izcileri Göksun ilçesine gezi yapmıştı 55 km yolu yaya olarak dört günde gitmişlerdi. Yol boyunca Çerkez köylerinden iltifat ve ikramlar görmüşlerdi. Göksun’un tek okulunun öğrencileri , ilçe kaymakamı ve halk, izcileri kasabanın dışında karşılayıp, üç gün gün boyunca konuk ettikten sonra uğurlamışlardı.
Rüştiyeler kaldırılınca öğrenciler numune okullarına devredildi. Rüştiyenin birinci sınıfı, numune okulunun dördüncü sınıfına karşılık oluyordu. Bizde dördüncü sınıftan devam etmeye başladık.
Devre- i Aliye ikiye geldik o sırada Cihan Harbi(Birinci Dünya Savaşı) başladı. 1915’de okul binamızı askeriye işgal etti. Biz de Kümbetê erif Efendi amcaların konağına taşındık son sınıfı orada okuduk ve mezun olduk. Bizlere Kümbet Darülfünun Mezunları derler. Kümbet, şehrin doğusunda ve dışında idi. Yolları çamur ve evlerimiz uzaktı. Mahalle mahalle tabur olur., bir öğretmen gözcülüğünde evlerimize giderdik.
Faydalanılan Kaynaklar.
Maraş Tarihi (Doç.Dr.İlyas Gökhan-Ukde yayınları 2011)
Osmanlı Salnâmelerinde Maraş Sancağı I-II 1284–1326 / 1867- 1908
Elbistan Notları (Eğitimci Yazar Osman Necati Erginöz)
Elbistan ( Öğretmen Ziya Güneri 1936 İstanbul Halkevleri yayını)
Salname-i Vilayet-i Halep,1868-1870-1898-1903
1973 - Cumhuriyetin 70. Yılında Elbistan Yıllığı 1993
Maraş Vakıfları ( Dulkadir ve Osmanlı dönemi -Yaşar Baş, Rahmi Tekin 2007 )
Uluslararası Milli Mücadele Döneminde Maraş Sempozyumu 3-4 Şubat 2017 Cilt -I-II-III (K.S.Ü.Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi yayınları) 2017
Bir Kentin Hafızası Adnan Güllü (Göçer yayınları 2016)
Larousse Ansiklopedisi- Grand Master Ansiklopedisi – Dictionnaire Ansiklopedisi- Thema Larousse Ansiklopedisi - Yurt Ansiklopedisi