Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu hafta konumuz fazlasıyla tarih içermekte. Köklü Osmanlı’nın spor geçmişine bir göz atalım.Osmanlı İmparatorluğu’nu kuran Türkler, Oğuzların Bozok kolunun Kayı boyundandır. Kayı kelimesi sağlam, güç ve kuvvet anlamına gelir. Anadolu’ya ilk gelen Türk boylarından olan Kayılar sembol olarak ok ve yayı kullanmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri Kayı boyunun Söğüt, Domaniç ve Eskişehir dolaylarına gelmeleriyle atılmıştır.1281 yılında Ertuğrul Gazi’nin ölümü üzerine Kayı boyunun başına geçen Osman Bey, 1299 yılında bağımsızlığını ilan ederek Osmanlı Devleti’ni kurmuştur.
Tüm eski Türk devletlerinde olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da ülke varlığını korumak, hücum ve savunma için dayanıklı, kuvvetli, becerikli ve gözü pek bahadırlar yetiştirmek başlıca amaçtı. Bu doğrultuda Osmanlı Türkleri eski Türklerde olduğu gibi bedensel faaliyetleri daha da geliştirerek devam ettirmişlerdir.Osmanlılar daha ilk dönemlerinden itibaren toplumun beden kültürünü geliştirmek ve kabiliyetli gençleri yetiştirmek için çok sayıda spor alanları, spor tesisleri yapmış ve bunların devamlılığını sağlamak için de tekke adı altında vakfetmişlerdi. Okçuların eğitim aldığı tekkelere okçular tekkesi, güreşçilerin eğitildiği tekkelere ise güreşçiler tekkesi adı verilirdi. Şampiyonların yetiştiği bu tekkelerde idmancı diye adlandırılan sporcuların uyku ve beslenmeleri bir düzene bağlanır, alacakları besin türleri, bilgili ve deneyimli eski usta idmancıların düzenledikleri programlarla belirlenirdi.
BUGÜNE KADAR UZANAN SPOR: GÜREŞ
Doğruya doğru, bilmezdim güreşin Osmanlı İmparatorluğundan geldiğini. Hatta bu gelenek Selçuklulardan geliyormuş bugünlere. Asıl amaç, küşti (pehlivanların altına giydiği kısa tayt) giyip, Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin adının ağzına alınmasıydı. Bugünlerde güreş şekil değiştirse de, bu sporun kökleri esasında 1100’lü yıllara kadar ulaşıyor.
BİR PADİŞAH KEYFİ: AVCILIK
Sancılı yıllara kadar birçok Osmanlı padişahı, boş zamanlarını av partilerinde geçirirmiş. Hatta öyle ki, Kanuni Sultan Süleyman at üstünde geçirdiği hayatının dışında neredeyse zamanının çoğunu avda geçirmiştir. Tabii bu avcılığa düşkünlüğün iki sebebi var: Birincisi Oğuz boyundan gelen töreler. Zira Osmanlı hanedanı Oğuzların Kayı Boyundan gelir. İkinci sebep ise ava gidildiğinde halkla sohbet edebilme imkânıdır. Kaynaklarda, 1. Süleyman’ın (Kanuni) bir kadının dertlerini dinlediğini yazar. O zamanın şartlarında, avcılık savaştayken düşmanını okla vurmak için harika bir antrenman sayılırdı. Günümüzde spor olarak sayılmayan avcılık, o dönemlerde çok önemli bir spor olarak görülüyordu.
BUGÜNKÜ BİNİCİLİK: CÜNDİCİLİK
Cündicilik (binicilik) tam olarak binicilik ile eşleşmese de en yakın sayılabilecek spordu. Zira cündicilik, at üstünde bayrak taşıyanlara ve bir zamandan sonra padişahlara koruyanlara verilen isimdi. Yıldırım Bayezid, şehzadelik dönemlerinde kardeşlerine karşı savaşabilmek için çevik kuvvet kurmak istemişti. Bunu da atlı askerlerden kurmuştu. Bu sebepten dolayı, en yetenekli cündiciler arasında yarışmalar yapılmıştı. Bu zamandan sonra, cündicilik çok ciddi bir spor olarak görülmeye başlandı.
TAHMİN ETMESEK DE: BİLEK GÜREŞİ
Yıllar yılı padişahlar kuvvetlerinden ve ihtişamlarından gurur duyarlardı. Ancak bu güçlerini de savaş meydanları haricinde hiçbir yerde kanıtlayamıyorlardı. Ta ki, Abdülaziz döneminde yapılan bilek güreşi yarışmaları başlayana kadar. Mermer masalar ceylan derisi kaplatılır ve bu şekilde bu masaların üstünde yarışmalar tertip edilirdi. Abdülaziz de gücünü ve ihtişamını, savaş meydanı haricinde kanıtlamış ilk padişah oldu.
SAVAŞ HAZIRLIĞI SPORU: MATRAK
Matrak, genelde kılıç tutan erkeklerin, şehzadelerin ve padişahların oynadığı bir oyundu. Süngerden kaplı bir sopa ve yastığa demir geçirilmiş şekilde bir kalkanla oynanan bu oyunda amaç, rakibin vücuduna üç kere elindeki sopayla vurabilmekti. Üçe varan kazanıyordu. Okuyunca belki çok kolay gözükse de, Osmanlı’da en çok terleten sporların başında gelirdi. Ancak oynanması için, kılıç kalkan talimi tecrübesi çok önemliydi. Savaştan önce çok iyi bir hazırlık süreci oluşturulurdu
İSTANBUL VE İZMİR OLUR DA O OLMAZ MI: YÜZME
Tabii ki böyle deniz kenarında böyle iki büyük şehriniz varsa, yüzme sporu kaçınılmaz olarak oralarda gelişir. Biraz geç olsa da, Osmanlı’da yüzme sporu İstanbul ve İzmir’de deniz kenarlarına yapılan deniz hamamları ile gelişmişti. Buraya gelen müşteriler, yüzmeyi öğrenip bunu spor olarak yapmaya başlamışlardı
KEMANKEŞLİK (OK ATICILIĞI)
Osmanlıcada "keman"; yay, "keş"; çeken olarak adlandırılırdı. Kemankeş de yay çeken, yani okçulara verilen isimdi. Osmanlı'da yeniçeri ilk oluşturulduğunda başlıca silahları ok, zenbereç kılıç ve hançerdi. Padişahlar bu işi yapanlara, özellikle de ünlü ve rekor yapan okçulara çağımızdaki olanaklarla ölçülemeyecek derecede ödül verilirdi. Bununla kalınmaz okçunun okunu yapan ustada ödüllendirilirdi. Usta sadece kendi okçusu için ok yapmaktaydı ve bir başkasına ok yapmazdı. Yıldırım Bayezid dönemine kadar padişahları sekbanlar korumaktaydı. Yıldırım Bayezid, genç olan dördü solak, dördü sağ eliyle ok atan sekiz neferi özel olarak ayırıp, önünde yürüttü.[2]
GÜRZ KALDIRMA
Gürz, düşmanı yaralamak ve zırhını parçalamak amacıyla yakın çatışmada kullanılan, üzerinde boğumlar olan ve bir ucu öbüründen çok daha kalın bir silahtır. Demir, bakır, pirinç veya bronzdan yapılıyordu. Piyadelerin kullandıkları daha hafifti. Osmanlılarda savaş aracı olarak kullanılan gürz, savaş harici zamanlarda idman aracı olarak kullanılmaktaydı. Savaşta kullanılan gürzler, idman gürzlerine göre daha hafif ve kullanımı kolaydı. Dönemin pehlivanlarının, ciritçilerinin ve okçularının idmanlarda kullandıkları gürzler daha ağırdı. Bu gürzlere halterde olduğu gibi ağırlık eklenebilmekteydi.
LABUT ATMA
Labut, 85-90 santimetre boyunda ve 4-5 santimetre kalınlığında kabuğu soyulmuş kuru meşe değneğidir.Uzağa ve yükseğe atılabilmesi, yaş ağaçlara saplanabilmesi için de uç kısmı altı köşeli olaraksivriltilmiştir. Bu şekilde büyük bir kaleme benzediğinden “kalemli” ismiyle de anılır. Ciritten farkıdaha kısa ve kalın oluşudur.Labut, tüfeğin kullanılmasından önce binicilerin yanlarında taşıdıkları bir savaş aracıydı. Küçük yaşından beri yaş ağaçlara ve kaplara saplayarak eğitim yapmış sporcu gençler ve cündiler, savaşta düşmanı ve atını labut saplayarak düşürürlerdi. Tüfeğin yaygınlaşmasından sonra, labut önemini kaybetti ve yalnız cündilerin(binicilerin) spor gösterilerinde ve yarışmalarda kullandıkları bir spor aracı hâline geldi.
Labut atma yarışlarında, karşılıklı iki yüksek ağacın tepesine ip çekilir, labut ipin üzerinden geçirilmeye çalışılırdı. Bu yarışlarda ip çok yükseğe çekildiğinden atı koşturmadan labutu ipin üzerinden geçirmek imkânsızdı. Labut atmaya elverişli atlar hızla koşturulurken atın hızından kuvvet alınıp labut ipin üzerinden aşırılmaya çalışılırdı. Başarılı olanlara değerli hediyeler verilirdi.
DÜNYADA İLK SPORCU TRANSFERİ
Sporda birçok ilke Osmanlı döneminde imza atıldı. Dünyada ilk sporcu transferi Sultan İkinci Bayezid döneminde gerçekleştirildi. Sultan II.Bayezid'in, Amasya'daki ünlü sporcuları İstanbul'a getirmesi, tarihte ilk sporcu transferi olarak kabul ediliyor. Ayrıca, Sadrazam Kara Mustafa Paşa'nın emriyle 1682 yılında hazırlanan ve aslı Topkapı Müzesi Arşivi'nde bulunan Atıcılar Kanunu da “Kanunname-i Rimat” adıyla, ilk spor kanunu olarak tarihteki yerini aldı.
OSMANLI'NIN SPORCU PADİŞAHLARI
Osmanlı padişahları sanat, edebiyat ve bilimdeki üstün eğitimlerinin yanı sıra güreşten okçuluğa, binicilikten avcılığa kadar çeşitli spor dallarındaki başarılarıyla da tanındılar. Padişahlardan 4. Murad, güreş, ok atma, binicilik, cirit, tüfek atma, gürz kaldırma, labut ve hışt atma ve tomakta üstün başarı gösterirken, 2. Mahmud da ok atma, binicilik, cirit, tüfek atma ve mızrakta, 4. Mehmed binicilik, cirit, tüfek atma ve tomakta devlet adamlığının yanı sıra, aynı zamanda iyi birer sporcuydular. 4. Murad'ın mermerden yapılma 102 kilogramağırlığında bir gülleyi her sabah halkasından tutarak haremden has odaya ya da Bağdat Köşkü'ne kadar götürdüğü, akşam hareme dönerken de aynı şekilde getirdiğini çeşitli tarihi kaynaklarda görmek mümkün. Yine aynı kaynaklarda Murat Han'ın bir cirit mızrağı ile arka arkaya konan dokuz kalkanı bir atışta deldiği, 200 okkalık bir gürzü kolayca kaldırıp salladıktan sonra fırlattığı, savaş zamanlarında metrise girip, topla nişan alıp düşmana isabet ettirdiği ve İstanbul Okmeydanı'ndaki kemankeşlik (okçuluk) müsabakalarında 707.5 metre mesafeye okunu atıp rekor kırdığı ve okun düştüğü yere rekorunu belgeleyen menzil taşı diktirdiği anlatılmakta. Cihan pehlivanları ile güreşebilecek güce sahip olan Abdülaziz de ok atmayı, ata binmeyi, avlanmayı ve özellikle de güreşmeyi çok severdi.
LAHANACILAR VE BAMYACILAR TAKIMLARI
Osmanlı mezar taşlarının en ilginçlerinden biri de hiç şüphesiz lahana ve bamya başlıklı-motifli mezar taşlarıdır. Bu mezarların baş şahidesinde ve ayak şahidesinde, bazen de sadece ayak şahidesinde lahana-bamya formunda başlık bulunmaktadır. Çünkü burada yatan kişi, Osmanlı’nın meşhur takımlarından LAHANACILARIN- BAMYACILARIN ya bir üyesi veya üyesinin yakınıdır. Lahanacı ve Bamyacıların ünü I. Mehmet (Çelebi Mehmet, Fatih Sultan Mehmet’in dedesidir) dönemine kadar gitmektedir. Osmanlı’nın ilk spor kulüplerindendir. Kaynaklar I. Mehmet’in, düşman atlılarının gücünü hissedip kendi ordusundaki hâkimiyeti artırmak için bu sistemi yani takımları kurduğunu zikreder.
I. Mehmet(Çelebi) o sıralar Merzifon’a çekildiği ve Merzifon’un da lahanası meşhur olduğundan dolayı takımına Lahanacılar, Amasya’da bulunan oğlu II. Murad‘ın takımına da buranın bamyası meşhur olduğundan Bamyacılar adı verilir. Lahanacılar yeşil, Bamyacılar mavi kadife esvap (forma) giyermiş. 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devam eden bu iki takım sayesinde Yeniçeri Ocağı alttan sürekli kuvvetlenerek yetişmiş. Çeşitli meydanlarda cirit, güreş, okçuluk, mızrak, top ve labut atma gibi müsabakalar yapılmış. Bu takımlardaki şahıslar veya yakınları öldüklerinde ise mezar taşlarına bu amblemlerin konması âdet olmuş.