Çok şeyi karıştıran bir milletiz. Bu nedenle harf devrimini, dil devrimi sananların olmasını da yadırgayacak değiliz. Yadırgamıyorum ama yine de Osmanlı Türkçesi’ni ya da Osmanlıcayı yabancı dil sananlara üzülmediğimi de söylemeden geçemeyeceğim.
Osmanlı Türkçesini “yabancı dil” bilmek, sadece diline değil, tarihine, kültürüne, değerlerine ve geçmiş bütün kazanımlarına yabancı olmak demektir.
Ne acı ki, bugün kürsülerde hararetle bir tavsiye kararı üzerinden Osmanlıya, Osmanlı Türkçesine, dilimize, inancımıza, geçmişimize, değer yargılarımıza hakaret edenler var.
Bu hakareti yapanlar, yerin altından, ağaç kovuğundan, ininden, derinden çıkmış birisi de değil.
Bu ülkenin insanı, kendi dilini, kendi geçmişini, kendi atalarını ancak bu kadar acımasızca eleştirir, ancak bu kadar yabancı kalabilir.
Kaldı ki “eski Türkçe” diye de horlanan Osmanlıca, aslında Türkçedir…
Bugün konuştuğumuz Türkçenin daha gelişmiş, kelime ve dil bilgisi yönünden çok genişi, adeta bir deryasıdır.
Zaman zaman konu gündeme geldiğinde bahsediyorum, bunda da söyleyeyim; dil devrimi diye bize yutturulan, sadece alfabe değişikliğidir, dil devrimi değildir.
İnsanlar bir sabah kalktıklarında elmaya, yine elma diyorlardı ama yazarken farklı bir alfabe kullanmaya değil, kullanmamaya başlamışlardı.
Bütün kitaplarda yazanı bir okuyan olsa herkes o gün de, bir gün önce de anlıyordu…
Sorun yazmaktaydı, okumakta değil.
1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı “Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanunu” bize “dil devrimi” gibi sunmaya çalışanlar da, bunun böyle olmadığını biliyor ama işlerine gelmiyor.
Harf değişikliğini, Osmanlı Türkçesinde kullanılan Arap harflerinin yerine Latif harflerinin kullanılması, yeni bir dil icadı değil, milleti bir gecede cahil bırakma inadıdır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Arap Harfleri, Osmanlı Türkçesine uyarlanmış, birkaç kez değişikliğe uğramıştı ama dil, Türkçeydi…
Hatta 23 Aralık 1876’da ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu ilk anayasasında bu açıkça belirtilmişti.
Kanun-i Esasi’nin 18. maddesinde devletin resmî dilinin “Türkçe” olduğu belirtilmişti.
O tarihte Türkçe bilmeyen memuriyete alınmıyordu.
***
Bütün bunlar bir yana, sanki Osmanlıca bugünden geçerli olarak okullarda “zorunlu” ders olarak okutulmaya başlanmış gibi tepki gösterilmesi de boş tepkidir.
Kaldı ki, Milli Eğitim Şuralarında yüzlerce öneri sunulur, her konuda, aksayan yönlerin düzeltilmesi istenir ama bunların içinde bazıları gündeme alınır, bazıları alınmaz.
Bir dil bilenin bir insan, iki dil bilenin iki insan olduğunu söyleyenler,
Kürtçenin eğitim dili olmasını isteyenler,
Farklı dillerin de bu ülkede hayat hakkı bulması için uğraşanlar,
İngilizce başta olmak üzere yabancı dillere daha fazla ağırlık verilmesini isteyenlerin, Osmanlı Türkçesi gündeme geldiğinde yobaz olmaları, bütün dillere karşı tavır takınmaları, faşist bir yaklaşım sergilemeleri de anlaşılır değil.
Eee bu dil sizin diliniz…
Şu an konuştuğunuz dil bu.
TDK’nın zaman zaman “uydurukça” kelimeleriyle bezenen Türkçeyi “saf Türkçe” mi sanıyor bu cahiller…
Dil ile alfabeyi, bile ayıramayanların, siyaset yaptığı bir ülkede, Milli Eğitim Şurasında önerilen kararların tavsiye haline getirilmesini, “yasa maddesi” sanmaları da normal.
Halbuki aynı kesim, Osmanlı arşivlerinin kullanıma açılmasını isteyenlerdi…
Tarihimizi daha doğru ve daha tarafsız şekilde ilk elden öğrenecek, gizlenen hiçbir şey olmayacaktı.
Buna engel ise yasalardan önce “harf” değişikliğiydi.
Yasal sıkıntı aşılmıştı ama arşivler yine orada öylece, tozlu raflarda duruyordu.
Çünkü onları okumak, sadece o dile ve o alfabeye vakıf olanların işiydi.
Osmanlı Türkçesi, bugün kullandığımız Türkçe kadar sığ olmadığından, kelime hazinesi kuvvetli olmalıydı.
Bunun yanında da elbette Osmanlı Türkçesinde kullanılan, Arap harflerine benzeyen ama Farsça ve Türkçe için uyarlanmış alfabeyi de iyi bilmek gerekirdi.
Bu ikisini bildiğinizde, zaten Türkçe olan bir dili çözmek zor değildi.
Ülkemizin esas sorunu belki de önyargılarımızdır…
Geçmişimize söven bir millet olmamızın temelinde de bu önyargı yatıyor.
Ve biz önyargılarımızla kendimize yabancılaşıyoruz.
Bunu da özgürlük adına, eğitimde fırsat eşitliği adına, insan hakları adına ve bazen de sadece ideolojik olarak yapıyoruz.
En kötüsü bunu söyleyenlerin, kendilerini “aydın” sanması; bir ışık yakın bari de inanalım…
Tweetimden seçmeler
Başbakan, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli türbelerini ziyareti ücretsiz yaptı. Bence yetmez, bu ülkenin insanı, kendi değerlerini para vererek tanımamalı.