Giyim ve kuşam, bir toplumun içinde yaşadığı coğrafi koşulların, kültürel ve ekonomik özelliklerinin, sahip olduğu değer yargılarının, gelenek ve göreneklerinin en önemli ve doğal göstergelerinden biridir. Osmanlı Devleti giyim ve kuşamı, çok uluslu yapısının doğal bir sonucu olarak sosyal, ekonomik, dini bir ayrıştırma aracı ve kimlik belirleyici bir unsur olarak ele almıştır. Dolayısıyla kılık ve kıyafet, kişinin dinini, mesleğini, sahip olduğu statü ve hatta ait olduğu sosyal grubu gösteren bir araç haline gelmiştir. Tanzimat Dönemi’nden Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devletin modernleşme politikasına hız vermesi ve Batılı yaşam tarzının Türk toplumsal hayatını etkisi altına almaya başlaması ile giyim ve kuşamda önemli değişiklikler yaşanmıştır.
TOPLUMSAL YA DA ULUSAL KÜLTÜRÜ YANSITAN EN BELİRGİN ÖLÇÜTLER
1- şüphesiz giyim ve kuşamdır. Giyim ve kuşam, bir taraftan bireyin yaptığı işi ve statüsünü, diğer taraftan da ekonomik durumunu ve cinsiyetini ortaya koymaktadır. Bu arada iklim, coğrafya ve tabiat şartları kadar dinî inanışlar ile kültürel değerler de giyim ve kuşamı belirlemektedir. Türk kültür tarihine bakıldığında çağın ve çok hızlı değişim gösteren çevrenin özelliklerine göre kıyafetler giyen Türklerin, İslamiyet’i kabul etmeleri ve Anadolu’ya yerleşmeleriyle giyim ve kuşamları yeni bir içerik ve biçim kazanmıştır. Türkler gerek göçebe hayatın gereği gerekse hayvancılıkla uğraşmalarından dolayı Orta Asya’da daha çok deriden yapılmış rahat kıyafetleri tercih etmişlerdir
2 - Yerleşik hayata geçişle birlikte gündelik yaşamda dokuma ve kumaş giysiler tercih edilmiştir. Bu dönemde en büyük değişiklik başlıklarda yaşanmış, kalpak yerine kavuk, külah ve sarıklar çok değişik adlarla çoğalırken, bu farklılıklar, ilmiye, tarikat ve ordu mensuplarıyla resmi görevlilerin rütbe ve derecelerini belirleyen birer simge niteliğine bürünmüştür
3 - Ölülerin mezar taşlarına bile onların hayatta iken giydikleri sarığın şekli kazınmaya başlanmıştır. Müslüman din adamları sarıklı olarak dinsel kıyafetleriyle dolaşır, devlet görevlileri, rütbelerini belirten çok çeşitli cüppeler, kürkler ve başlarına da rütbelerin simgesi olan kavuklar giyerlerdi. Öteki dinlerin görevlileri papazlar, hahamlar ve patrikler ise kendi özel elbiseleriyle her yerde göze çarparken, çeşitli tarikat mensupları da tipik kıyafetleriyle rahatça dolaşırlardı
4 - Osmanlı toplumunda bir kıyafet birliğinden söz etmek imkânsızdır. Osmanlı Sarayında Sultanlar giyim kuşamlarına çok önem vermişler, pahalı ve lüks kumaşlardan dikilmiş kaftanlar giymişlerdir
5 .-Hem erkek hem kadın giysisi olan feraceler
6- ile kaftan ve her padişahın farklı isimlerle anılan başlıkları vardı. Bayramlarda, cenaze ve tahta çıkma törenlerinde, elçi kabullerinde, savaşta, giyilen giysiler ve renkleri değişirdi. Dinen “elbisenin hayırlısı beyazdır” hadisi gereği Selçuklu ve Osmanlıda beyaz renge önem verilmiştir. Ferace, Fatih dönemine kadar Osmanlı Sultanlarının kıyafeti olmuştur. Osmanlılarda ayakkabılar da rengine göre farklılık göstermekte olup, subaylar sarı, erler kırmızı, ulema ise mavi renkte ayakkabılar giymişlerdir
7- Osmanlı kadın giyiminde zaman içinde entari, şalvar ve gömlek ile ceket ve etek olarak üç tip kıyafet kullanılmıştır. Sokağa çıkan kadınlar kıyafetlerini ferace veya çarşafla tamamlamışlar ve yüzlerini de “yaşmak” denilen bir örtü ile örtmüşlerdir. Feracelertoz pembe, havai mavi, açık yeşil gibi uçuk renkte yapılan bol bir giysidir. Evde modası pek değişmeyen şalvar giyilmiştir. Devlet ve din görevlisi olmayan halkın dilediği biçimde giyindiği bu ortamda Müslüman kadınlar çarşaf ve peçe altında iken
8 - Başka dinlere mensup kadınların rahat elbiseler giydikleri görülmektedir
9 -Osmanlı Devleti’nde her kesimin değişik şekillerde belirlenmiş kıyafetleri vardı. Herkesin hangi sınıf memur ya da asker olduğu başındaki kavuğundan, sırtındaki kürk ve cübbesinden anlaşılırdı. Sakal mülkiye ve ilmiye sınıfına özgü olup asker sakal bırakmazdı. Özel kanunlarla her askerin kıyafeti belirlenmişti
10 -Vezirler ve üst rütbeli subayların giyim ve kuşamı, iç çamaşırı üzerine entari, kaftan ve en üstte de cübbe şeklinde bir giysiden oluşmaktadır. Kaftanın üzerinden ve altından bele kuşak sarılır, altta ise “çakşır” denilen bir cins şalvar bulunurdu
Rütbeli subaylar ise, benzer kıyafetleri cübbesiz olarak giyerlerdi. Ancak bele sarılan bu kuşaklar ve içinde taşınan silahların cinsi, boyu ve süslemeleri sınıf ve rütbeye göre değişirdi
11 -Subaylar sarı, erler kırmızı renk ayakkabı giyerlerdi. Ökçesiz yemeni türünde olan bu ayakkabıların konçlu tipte olanları da vardır. Süvariler ise çizme giyerlerdi
12 -Osmanlı Devleti’nde Hıristiyanların yaşayış biçimleri Müslümanlardan ayrılmış ve bunların kendilerine benzememeleri konusunda dinî bir titizlik gösterilmiştir. Gayrimüslimler yaşayışlarında ve giyimlerinde birçok kayıtlara tabi tutulmuşlardır. Giyebilecekleri kıyafetler divandan çıkan hükümlerle belirlenir, onlar bu hükümlerin belirlediği kıyafet dışında elbise giyemezler, aksi halde cezalandırılırlardı. Müslüman kesim ile Gayrimüslimler arasındaki farkın belli olması ve Gayrimüslimlerin giyimlerinin daha gösterişli olmasını önlemek için padişahlar yayınladıkları fermanlarda şu konulara dikkat çekmişlerdir.
Osmanlı döneminde; giyim konusundaki ilk devrim, PADİŞAH II.MAHMUT zamanında yapıldı. 1826 yılında: sarık ve cüppe yasaklandı, devlet memurlarına, ilk kez; FES, PANTOLON ve CEKET giyilmesi zorunluluğu getirildi. II.Mahmut; yeniçeriliği kaldırınca, onlardan hiçbir iz kalmaması konusunda çaba gösteriyordu. Bunu işiten; Kaptan-ı Derya Koca Hüsrev Paşa; Tunus’tan alınan fesi, tayfalarına giydirdi. İstanbul’a geldiğinde, tayfalarıyla birlikte padişahın huzuruna; başlarında fes ile çıkınca; II.Mahmut, fesi çok beğendi ve eski başlıkların atılıp, yerini fesin almasını emretti. 1832 yılında, bir genelge yayınlandı ve tüm ordu mensuplarının fes giymeleri zorunlu hale getirildi. Evet; Osmanlı’da fes’in geldiği yer; Fas değil, Tunus’tur. Vakanüvis Lütfi Efendi, 1828’de Padişahın, kıyafet değişikliğinin halk üzerindeki etkisini öğrenebilmek amacıyla Hüsnü ve Avni Beyleri setre pantolonla halk içine soktuğunu, bir ramazan günü halkın bu iki zamane yenilikçisini bir hayli hırpaladığını, yazmaktadır.
II. Mahmut döneminde hız kazanan çağdaşlaşma hareketlerinde, dini kurumlarda herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir. Tanzimat döneminde konu ile ilgili olarak 1844’te Hariciye Nazırı Sadık Rifat Paşa İstanbul’da İngiliz Büyükelçi Stratford Canning’e şunları söylemektedir: “…Siyasal sorunlarda tamamen Avrupa’nın tavsiyesine uyacağız. Dini sorunlarda tam hürriyet isteriz. Din bizim kanunlarımızın temelidir. Hükümetimizin ilkesidir. Zat-ı Şahane ona, bizden daha fazla dokunamaz…” Osmanlı Devleti’nde bu dönem içerisinde Avrupa modasını ilk takip edenler saraya ve üst sınıfa mensup Müslüman kadınlar olmuştur. Dolayısıyla kıyafetteki değişim, ilk önce sarayda başlamış, sonra mali durumu iyi olan ailelere ve halka yansımıştır. Bu değişim önce aksesuarlarda (eldiven, çorap vs.) kendini göstermiş ve zamanla dış giyimi de etkisi altına almıştır. Bu kıyafetleri, ekonomik durumu iyi olan belirli bir kesimin Avrupa’ya giderek ya da orada yaşayan yakınları aracılığıyla temin ettikleri görülmektedir Yaşanan bu hızlı modernleşme sürecinde 19. yüzyılın sonlarında kadın kıyafetleri arasında yer alan ferace ve yaşmak zamanla kaybolmaya yüz yutmuş ve II. Abdülhamit (1876-1909) döneminde feracenin yerini peçe ve çarşaf almaya başlamıştır.
Evet, takip eden dönemde; SULTAN ABDÜLMECİT; bütün memurlara, pantolon giymeyi zorunlu hale getirir ve kendisi de kravat(gravat) takarak, Osmanlılarda kravat takan ilk padişah olur. Zamanla; kravat, aydınlar arasında benimsenir. Padişah tarafından takılması da; yüksek sivil memurların ve devletin ileri gelenlerinin, kravat takmalarına yol açar. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, tüm devlet memurları kravat takıyordu.
MEŞRUTİYETTEN CUMHURİYETE GİYİM VE KUŞAMDA ÇAĞDAŞLAŞMA
Yüzyılın başlarında Osmanlı ordusu içerisinde askeri kıyafetler konusunda önemli değişiklikler yapılmıştır. 1909 yılında yayınlanarak yürürlüğe giren “Elbise-i Askeriye Nizamnamesi”n de subay ve erlerin kıyafetlerinde değişikliklere gidilmiştir. Bu nizamnamede, subaylar için haki renkte şayak kumaştan sınıf renginde devrik yakalı ceket ve pantolondan oluşan üniformalar, erler için ise aynı renkte aba kumaştan düz yakalı ceket ve pantolondan oluşan üniformaların giyilmesi öngörülmektedir Ayrıca haki renkte olmak üzere bütün sınıflar için resmi başlık olarak “KALPAK” kabul edilmiştir. Askeri kılık ve kıyafette yapılan bu düzenlemeler zamanla sivillere de uygulanmış ve çeşitli memur sınıflarının kıyafetlerini belirleyen yeni nizamnameler yayınlanmıştır. Bu nizamnamelerde cübbe ve sarık yalnız ulemanın giysisi olarak kalacak, diğer siviller ise tek başlık olarak sadece fesi giyeceklerdir. Ancak ne fesin, ne diğer kıyafet unsurlarının din ve milliyetle hiçbir ilgisi yoktu. Bazı çıkarcı din adamları yeniliklerden korktuğu için halkın dini inancını istismar ederek, bu değişimi dini menfaatlerine alet etmek istemişlerdir.
Şöyle ki 1903 yılında II. ABDÜLHAMİT, topçu ve süvari askerlerine fes yerine kalpak giydirmek istediğinde, daha önce fesi dine aykırı bulup karşı çıkanlar, bu kez de fesi savunup, kalpağa karşı çıkmışlardır 19. yüzyılın sonlarında devlet gücüyle giydirilen fesin köylere kadar yayıldığı ve artık dinin bir simgesi haline geldiği görülecektir. Osmanlı İmparatorluğu’nda bir türlü şapka giyilmesine müsaade edilmemiş, ancak 20. Yüzyılın başlarında Osmanlı aydınları, yurt dışında giymeye başlamışlardır. Nitekim Mustafa Kemal Paşa’nın saltanat döneminde şapka giyenler arasına katıldığını vurgulamak, gelecekteki devrimleri yönünden önem taşımaktadır.
Faydalanılan Kaynaklar:
Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yayınları, İstanbul, 1973, s.26; .XVIII. Asırda Türk Askeri Kıyafetleri, (Çev.: Muharrem Feyzi), Zaman Kitaphanesi, İstanbul, 1933, s.33. 4 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev.: Metin Kıratlı), 2.B., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1984, s.s.100-103
Haluk Y. Şehsuvaroğlu, “II. Mahmut ve Kıyafet İnkılâbı”, Akşam, 14 Eylül 1952
Reşat Ekrem Koçu, Türk Giyim, Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, Ankara, 1967, s.s.107- 108,
Mahmut Şevket, Osmanlı Teşkilat ve Kıyafet-i Askeriyesi, Mekteb-i Harbiye Matbaası, İstanbul, 1325, s.s.5-22.