1.Osmanlı Devleti 1299 tarihinde Söğüt'te değil, 1302 yılında Yalova'da kurulmuştur.
Osmanlı'nın kuruluş tarihi 1299 olarak kabul edilmektedir. Ancak ortaya çıkan yeni bulgular bunun böyle olmadığını gösteriyor. Tarihçilerin kutbu Halil İnalcık yaptığı çalışmalardan sonra şöyle izah ediyor:"'Osmanlı, Karacahisar'da payitahtını kurduğu zaman, çoğu Müslüman olan halk, kadı tayin edilmesini ve hutbe okutulmasını istemişti. Bunun üzerine camilerde hutbe okutulup kadı tayin edildi. Bunun olduğu tarihi tarihçiler iki asır sonra 1299 olarak kabul etmişlerdir ve öyle süregelmiştir. Bu zamanlarda sikke basımı da söz konusu değildir. Bunların çoğu hurafeden ibarettir.
Türk ananelerinde hakanlığa namzet olanlardan birisinin zafer kazanması gerekiyor. Bu, Tanrının ona bir kut vermesi şeklinde tasvir edilir. O halde araştırmalarımızda bu konuları ön plana çıkaracağız. Osman Gazi, sınırda kendi dönemindeki Alplerle mücadele ediyor. Burada tarihçi hangi eseriyle öteki Alpleri gölgede bıraktığına bakmalı. İşte bu olay BAFEUS SAVAŞI'yla gerçekleşmiştir. Yani kendisinden sonra oğlunun hiç itirazsız beylik tahtına oturması yani hanedanın kurulmuş olması tarihçinin tespit edeceği en önemli şeydir. Orta Çağ'da hanedan demek devlet demektir. İşte bunu temin eden, (Osmanlı'nın 1302 yılında Yalova'da Bizans'a karşı kazandığı) büyük Bafeus Zaferi'dir.Bu savaşın neticesinde Osman'ın şöhreti yayılmıştır. Her taraftan onun emri altına Türkler gelmeye başladı. Demek ki bir ordu sahibidir. Demek ki bu zafer Türk ananesine göre kut sahibi olduğu zaferdir. Kendisinden sonra Orhan hiç itirazsız tahta geçmiştir. İşte bu sebeple bu tarihte bir hanedan olarak kurulduğunu söylüyorum" (Kaynak: Halil İnalcık)
2. Osmanlı Ailesi Kayı Boyuna mensup değildir.
Oğuz destanına göre hanlık Oğuz Han'dan sonra Gün Han'ın hakkı olup, ondan sonra da bütün Türk kabileleri üzerinde egemenlik Gün Han'ın oğlu Kayı ve soyuna aittir. İddiaya göre Osman Gazi bir silsile halinde Kayı'nın torunudur.Ancak bu iddia İkinci Murat zamanında 1440'lara doğru Yazıcızade tarafından ortaya atılmıştır. Bu iddianın ortaya atılmasının sebebiyse Timur'un oğlu Şahruh'nun İkinci Murat zamanında Murat'a bir 'hilat' adı verilen ve hükümdarların takdir için bir kimseye gönderdikleri bir cübbeyi giyerek egemenliğini tanımasını istemesidir. Timur ve oğullarına göre kendileri Oğuz Han soyundandır.İkinci Murat bu iddiayı tanımamak ve Timur'un egemenliğini kabul etmemek için soyunu Kayı boyuna dayandırmış, bu yolla esasında egemen olması gerekenin kendisi olması gerektiğini göstermiştir. Yani Kayı Teorisi Osmanlı hanedanını yüceltmek ve siyasal olarak bağımsızlaştırmak için ortaya atılmış bir iddiadan ibarettir. (Kaynak: Halil İnalcık)
3. Şeyh Edebali Vefaiyye Tarikatındandır.
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşayan ve fıkıh alimi olan, Mevlana, Hacı(Hace) Bektaş-ı Veli gibi Anadolu ermişlerinin sohbetlerinde bulunan ŞEYH EDEBALİ bir açıdan Osmanlı Devleti'nin de fikir babası sayılabilir. Edebali, Ebu'l Vefa el Bağdadi tarafından kurulan, Şii ve Sunnilikle ilgili bazı özellikler taşıyan VEFAİYYE TARİKATININ mensuplarından biridir.
Vefaiyye Tarikatının önderlerinden BABA İLYAS 1237 yılında Anadolu'da yaşayan Türkmenlere önderlik ederek Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı "BABAİ AYAKLANMASI" diye bilinen isyana kalkışmıştır.
İsyan bugünkü Alevi nüfusunun yoğun olarak yaşadığı bölgelerde etkili olmuş ve ancak Selçuklu ordusunun paralı Frenk askerleri kullanmasıyla güçlükle bastırılmıştır. İsyandan sonra VEFAİYYE TARİKATININ şeyh ve dervişleri uç beyliklerine göç etmek zorunda kalmışlar, Edebali de bu şekilde Osmanlı topraklarına yerleşmiştir. Osmanlı uç beyliğine yerleştikten sonra hukuk konularında görüşleri alınan Edebali, Osmanlı Devleti'nin de kuruluşuna önderlik etmiş, Osman Gazi ile Edebali arasındaki ilişki nedeniyle tarikat bayrağı da SANCAK-I ŞERİFLEbirlikte savaşlara götürülmüştür.
(Kaynak: Halil İnalcık)
Vefaiyye tarikatının sünni bir tarikat olup olmadığı hala tartışılmakta olup, zaman içerisinde tarikatın bazı unsurlarının sünnileştiği ancak bölgede hakim olduğu dönemlerde tarikat mensuplarının sünni Ortodoks İslam dışında bir yaşam biçimine sahip oldukları görülmektedir. (kaynak: Diyanet İslam Ansiklopedisi)
4. Ulubatlı Hasan diye biri hiç yaşamadı.
Tarihçi İLBER ORTAYLI'ya göre "Ulubatlı Hasan hikâyesini yazanlar, son devir Bizans - Osmanlı tarihçileridir. Sancağı diken biri var mutlaka. Ama bu Ulubatlı değil. Kayıtlarda Ulubatlı Hasan yok." (Kaynak: Milliyet gazetesi)
Nitekim Tarihçi Erhan Afyoncu da Ulubatlı Hasan'ın olmadığını delilleriyle ortaya koyuyor: " Ulubatlı Hasan, dönemin kaynaklarında geçmez. 16. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmış bir karakterdir. Sahte Francis olarak anılan ve daha sonraki tarihlerde Francis'in eserine geniş ilaveler yapan MELİSSİNOS'un yazdığı kitapta yer alır. Francis, İSTANBUL'UN FETHİNİ canlı olarak yaşamış, 1401 ve 1477 tarihindeki hadiseleri anlatan birkitap kaleme almıştır. Eğer Ulubatlı Hasan diye biri olsaydı onun eserini genişleten Melissinos değil, Francis kendisi yazardı. Fatih dönemi kaynaklarında surlara ilk çıkan kişilerle ilgili farklı bilgiler var. ARNAVUT DEVŞİRME BALABAN BEY de onlardan biri. Osmanlı dönemi fetih kutlamalarında onun adı ön plana çıkarılıyordu. II. Meşrutiyet dönemi fetih kutlamalarında da onun adı vardı. Bu yüzden surlara ilk çıkan Ulubatlı değil, Balaban Çavuş'tur muhtemelen." (Kaynak: Son Devir)
5. Osmanlı Devleti'nde SEKÜLER bir hukuk sistemi(Seküler devlet ya da laik devlet, resmi bir dini bulunmayan ve yasaların belli bir dine göre şekillendirilmediği devlettir.)vardı.
Ortodoks anlayışa göre hakimiyet kayıtsız şartsız Allah'ındır. Evren de Allah'ın mülküdür. Allah bütünüyle hakim olduğu için hukukun da tek kaynağı Allah'ın kendisidir. Allah hükümlerini Hz. Muhammed’e göndermiştir ve bu hükümler Kur'an-ı Kerim'de yer almaktadır. Dolayısıyla egemenliğin koşulsuz sahibi olan Allah hukukun tek kaynağı olarak hüküm vermekte bütün kullar da bu hükümlere uyma mecburiyeti altında bulunmaktadır. Bu hükümlerden başka hükümlerin konulması da şeriata aykırıdır.
Ancak 10. yüzyılda İslamiyet’i kabul eden Türkler fıkha, dolayısıyla da şeriata yeni bir anlayışla yaklaşarak, hükümdar eliyle çıkardıkları kararnamelerle devlet teşkilatı, askeri meseleler, vergi, toprak mülkiyeti ve ceza hukukunda şeriattan bağımsız zengin bir hukuk külliyatı ortaya koymuştur. Her ne kadar Osmanlı'nın kuruluş yıllarında da padişahlar hukuki kurallar koyarken fakihlere danışmış, daha sonra aynı amaç için Şeyhülislamlık kurumunu ihdas etmişlerse de Fatih'ten sonra bu durum tamamen değişmiş, Fatih kendi dünyevi otoritesinden ve egemenlik hakkından kaynaklanan hükümler de koymuştur. (Kaynak:Halil İnalcık)
Yani Osmanlı "örfi hukuk" adı altında alternatif bir hukuk yolu oluşturarak, otoritesini tamamen dünyevi bir egemenlik hakkından alan, ampirik(deneye dayalı) tarihsel olaylardan yararlanan ve gündelik olaylara temas eden bir hukuk sistemi ortaya çıkarmıştır. Bu hukuk dalının kaynağı uhrevi olmadığı için sekülerdir ve Osmanlı'da Ortodoks bir şeriatın uygulanmadığının da göstergesidir.
6. Fatih Sultan Mehmet şarap içerdi, Osmanlı Padişahları saray bahçesinde alem yapardı.
“Has-bağçe” veya “has bahçe” saraylarda hükümdara ait olan, sadece hükümdarın ve maiyetindekilerin girebildikleri mekândır; “AYŞ Ü TARAB” da müzikli eğlence ve ziyafet demektir. Prof. Dr. Halil İnalcık "Has bağçedeAyş'uTarab" eserinde "Fatih’in saray bahçelerinde yaptırdığı kasırlarda işret meclisleri düzenlediğine kuşku yoktur” diyor ve "Dünyanın dağdağasından kurtulmak için nedimler ve servi boylularla işret meclisine yöneldiğini gösteren beyitleri, sadece bir edebî mecâzdan ibaret değildir. Avnî (Fatih’in mahlâsı), güzellikler karşısında “dîn ü îmânınzabtedemez" diye yazıyor." Eserde Fatih Sultan Mehmet'in beyitlerinde geçen içki ve hatta esrar ile ilgili beyitlere yer veriliyor.
Şeyhülislam, tarihçi ve müderris Hoca Sâdeddin Efendi’ye (ö.1599) göre kendini şaraba veren ilk Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid'dir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Tablosu’ adlı eserin yazarı MuradcanTosunyan’ın (ö. 1807) aktardığı bir rivayete göre II. Bayezid (ö. 1512) de içkiye pek meyilliydi. Bütün ziyafetlerinde sarayının ileri gelenlerine içki ikram eder ve onları içmeye teşvik ederdi. Tarihçi Peçevi’ye (ö. 1650) göre ‘Osmanlı ülkesine halifeliği getirmekle’ maruf Yavuz Sultan Selim (ö. 1520), gönül erlerinden güzel sesli olanları ve güzel saz çalanları bir odaya toplar sabahlara kadar işret ederdi. II. Selim (ö.1574) ise muhtemelen içki konusunda çok mutaassıp olan babası Kanuni’ye inat öyle bir içkici olmuştu ki, sarhoş anlamına gelen ‘MEST’ lakabıyla tarihe geçmiştir. IV. Murat (ö.1640), Halil İnalcık’a göre sıkı bir içiciydi. IV. Murad'ın Şeyhülislamı Zekeriyazade Yahya Efendi bakın şiirinde ne diyordu: "Mescitte riyamişler etsin ko riyayı/ Meyhaneye gel kim ne riya var ne mürai..." (Bırak mescitte ikiyüzlüler devam etsin riyakárlığa/ Sen meyhaneye gel ki orada ne riya var ne riyakár.) Lale Devri’nin padişahı III. Ahmet (ö.1730) de içkiye düşkündür, yine tarihçi Necdet Sakaoğlu’na göre hem dindarlığı hem de 456 kişilik haremi ile tanınan selefi I. Mahmud da halvet âlemlerinden ve içkiden uzak değildir. Ahmet Rıza Bey’in i V. Mehmed Reşat’la (ö.1918) ilgili bir anısı ise şöyledir: "Sırp Kralı geldiğinde, Yıldız'da verdiği ziyafette Ayan Reisi yoktu. Ben, Padişah'ın sağına oturdum. Kadehlere şarap dolduruluyordu. Saygı olarak ben içmiyordum. Padişah yavaşça, ‘Yuvarlayıver’ dedi; ben de sağlığına içtim." İkinci Abdülhamid'in rom ve konyak sevdiği de bilinir. (Bkz: Radikal)
7. İlk Rakı Fabrikası II. Abdülhamid döneminde açıldı.
İlk rakı fabrikası, 1880'li yıllarda Sultan II. Abdülhamit döneminde, başmabeyinci ve maliye bakanlarından Sarıcazade Ragıp Paşa tarafından Tekirdağ yolu üzerinde Umurca Çiftliği'nde kurulmuştur. Umurca Rakı Fabrikası'nda üretilen Umurca Rakısı ve asıl adı "Bozcaada" (Tenedos) rakısı olan Deniz Kızı rakısı dönemin en kaliteli rakılarıydı. Osmanlılar döneminde azınlıklarda İstanbul'da rakı imalathaneleri açmışlardır.
Zorunlu Bonus: Halil İnalcık kimdir?
Galeri yayınlandıktan sonra gelen yorumlar arasında "Halil İnalcık kim?", "Halil İnalcık gitsin Osmanlıca öğrensin", "Bunlar yalan arşiv taraması yapılması lazım" gibi gerçekten insanı hayrete düşüren yorumlar görünce Halil İnalcık'ın kim olduğunu bir kere daha hatırlatma mecburiyeti duydum. Yaşayan en büyük Osmanlı tarihçisi Halil İnalcık.
Onu dönemin Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun sözleriyle tanıyalım. Yer İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraklerinden Kültür A.Ş tarafından düzenlenen "İlim ve Fikir Hayatının 70. Yılında Halil İnalcık" konferansı. Konuşmacı Ahmet Davutoğlu. Şöyle diyor:"Osmanlı İmparatorluğu tarihini yazdığı için Halil İnalcık'a minnet borçluyuz. Hocam bağnazlık dışında kalarak Osmanlı'yı anlattı. Arşivlere bağlı kalarak çalışmalarını yürüttü. Hocamın yazdığı yazıları okuyanlar Açe'den Moskova'ya, Gucarat'a kadar dört bir tarafa seyahat eder. Hocam hala keşfetme çabasında, yaptığı çalışmalar bizi sarsmaya devam ediyor. Hocamda hamaset yoktur. Sahiplenme vardır. Kuru, soğuk, donuk bir dili yoktur."
İnalcık'ın doğduğu 1916'dan bugüne dünyada birçok şeyin değiştiğini, savaşların yaşandığını, büyük ideolojik akımların ortaya çıktığını anlatan Davutoğlu daha sonra Halil İnalcık'ın yaşamı boyunca tam bir tutarlılık ve tam bir araştırma ruhuyla çalışmalarını sürdürdüğünü belirtti. ''Bütün bu değişimler hocamızın bilim hayatında rüzgar olarak gelip giderler. İstikrarlı olan şey, o araştırmacı ruhun ideolojik bağnazlıktan uzak bir şekilde Osmanlı'yı anlama çabasıdır'' diyen Davutoğlu İnalcık'a hitaben şu sözleri sarfetti:''Zaman onun eserlerini aşındıramayacaktır. Çünkü bu eserler o zamanların ruhunu kavramıştır. Mekan ya da bulunduğu arşiv veya kütüphaneler bu eserleri aşındıramayacaktır. Çünkü bu eserler o kütüphaneleri çoktan aşmıştır''
SON 70 YILINI OSMANLI ARŞİVLERİNİ ARAŞTIRARAK, BULGULARINI SAYISIZ ESERİNDE PAYLAŞARAK, "HOCALARIN HOCASI" LAKABINI DA KAZANAN HALİL İNALCIK İŞTE BÖYLE BİR İNSANDIR.