DARÜLEYTAMLAR, Darüleytam, kelime anlamı olarak yetimler yurdu, yetimlerin barındırıldığı kurum anlamında kullanıla gelmiştir. Genel anlamda yetimlere özgü kurumları, özel anlamda ise Birinci Dünya Savaşı sırasında kurulan müesseseleri karşılamaktadır.
Osmanlı Devleti’nde yetim ve öksüzlere sahip çıkma anlayışının bir göstergesi olarak I. Dünya Savaşı esnasında, gerek bu savaşın, gerekse daha önce cereyan eden Balkan Savaşları’nın askeri, SİYASİ VE SOSYAL SONUÇLARI GEREĞİ ORTAYA ÇIKMIŞ MÜESSESELERDİR. Esasen Osmanlı Devleti’nde yetim ve öksüzleri korumaya yönelik faaliyetler Tanzimat öncesinde gayr-i resmi olarak, Tanzimat’tan sonra ise resmilik kazanmak suretiyle var olmuşlardır. Bu kapsamda söz konusu dönemde yetimlere sahip çıkma yönünde birtakım nizamnameler hazırlanmış ve bu nizamnamelerin tatbiki işini görecek idari mekanizmalar vücuda getirilmiştir
1860’lara gelindiğinde dönemin TUNA VALİSİ MİTHAT PAŞA Müslüman ve Hıristiyan bazı bakımsız ve yetim çocuklarının Şurada burada perişan ve telef olduklarını düşünerek bu tür çocuklar için hayır ve hasenat sahiplerinden alınacak yardımlarla bir yer yaptırıp talim ve terbiyelerine bakılmasını ve sanat öğretilmesini temin etmek üzere NİŞ, SOFYA VE RUSÇUK’ta birer ıslahhane açmıştır.
SULTAN ABDÜLAZİZ döneminde teşkil edilen DARÜŞŞAFAKA ( Öksüz ve yetim müslüman çocukları okutmak için Cem‘iyyet-i Tedrîsiyye-i İslâmiyye tarafından 1873 yılında İstanbul’da açılan mektep.)
(DARÜLACEZE II. ABDÜLHAMİD, döneminde açılan bu kurum, Osmanlı-Rus savaşlarından sonra İstanbul ve Anadolu’da hasta, sakat ve kimsesizleri bir çatı altında toplamak istemiştir. Bunun için yetim, dilenci, sokağa terk edilmiş ve aile ortamından yoksun gençlere kucak açarak onların barınacağı uygun ev ortamı oluşturmuştur. Onlar için tesis ettiği kurumlara DÂR/EV anlamında 1-,DÂRÜLEYTAM 2-DÂRÜŞŞAFAKA 3-DÂRÜLACEZE isimlerini vermiştir.
DÂRÜLACEZE’ye hasta, yaşlı, çalışıp kazanç sağlayamayacak bakıma muhtaç, aciz kimseler ve kimsesiz çocuklar alınmaktaydı. Bulaşıcı hastalığı olanlar ise tedavi edildikten sonra kabul edilebiliyordu. Bakıma muhtaç zengin kişiler ise servetini Dârülaceze’ye hibe etmesi şartıyla kuruma kabul edilebiliyor ve ölünceye kadar da burada kalabiliyorlardı. Dârülaceze’deki dul kadın ve yetişkin kızlardan müsait olanlar, hizmetçi arayanlara; yetimhanedeki çocuklar ise evlatlık isteyenlere talimatnamedeki şartlara uygun şekilde verilebiliyordu. Dârülaceze’deki bakıma muhtaç çocukların akrabaları çocuğun velayetini almak istediğinde geçimini sağlayacağını taahhüt ettiği takdirde çocuğun teslimi yapılmaktaydı.)
DARÜLHAYR-I ÂLÎ 1903 yılında kurulan DARÜLHAYR-İ ÂLİ'de sadece yetimlerin korunması ve temel eğitimi değil; meslek edinme kurslarının da yer aldığını araştırmalar sonucunda öğreniyoruz.
Amaç ve faaliyet yönüyle darüleytamlarla benzer işlevleri görmüşlerdir. Bu müesseselerden ilk ikisi olan Darüşşafaka ve Darülaceze faaliyetlerini sürdürmüşken, Darülhayr-i Âlî 1909’da kapatılmıştır.
Not: Osmanlı Devleti için 1918’de sona eren Darüleytamlar, TBMM hükümetinin kontrolündeki Anadolu’da varlığını 1927 yılına kadar sürdürmüştür.
Gelelim Konumuza…
ÇOCUKLARININ ALMANYA'YA GÖNDERİLMESİ HİKAYESİ…
OSMANLI MAARİF NAZIRI AHMET ŞÜKRÜ BEY'in teklifi ile 25 Kasım 1914 yılında, bu yetim çocuklar için bir yurt kurulur:"
DARÜLEYTAM" YANİ "YETİMLER YURDU
"…Darüleytam'ın kuruluş amacı güzeldir aslında ; "Yetim ve korunmaya muhtaç çocukların barınma, bakım, beslenme ve eğitimlerinin sağlanması, bir zanaat dalında ihtisas kazandırarak geleceklerinin garantiye alınması…" Ama Osmanlı savaşlarda o kadar çok vatan evladını kaybeder ki, Darüleytamlardaki çocuk sayısı da neredeyse 20 bini bulur.
Yani?.. Yanisi şu; bu çocukların barınma, bakım ve beslenmeleri, artık" devlete külfet" olmakta ve bu "fazla nüfus" dan kurtulmak gerekmektedir... Oysa Almanya'nın "işgücü açığı" vardır ve yapılacak şey bellidir ; "Darüleytam'ın kuruluş yönetmeliğinde var olan 'eğitim' maddesinden yararlanarak, bu çocukları 'Eğitim Çırağı' adı altında Almanya’ya göndermek. Hemen Almanya ile bir işbirliği anlaşması imzalanır; Osmanlı’nın yetim Türk çocukları gruplar halinde Almanya' ya gönderilecek, orada maden, ziraat ve diğer el zanaatlarında çalışan ustaların yanına verilerek meslek öğreneceklerdir... Ya da… Çocuklara söylenen budur…
Tarih 1917 Nisan sonlar, Sirkeci Garı’ndan bir tren kalkar, Oldukça kalabalık bir grubu Almanya'ya götürmektedir... Yaşları 14-16 arasında değişen tam 314 yetim Türk çocuk…Çünkü Osmanlı , Almanya ile bir anlaşma yapmıştır, "YETİM TÜRK ÇOCUKLARINA MESLEK EDİNDİRİLECEKTİR"..Ama olay ve niyet gerçekten öyle midir?.. İşte orası karışık…
Çünkü… Balkan ve 1.Dünya Savaşlarında binlerce vatan evladı, Arkalarında bir o kadar da yetim çocuk bırakarak toprağa düşer…
İlk grup olarak Ankara, Bursa, Söğüt, Manisa, Afyon, Edirne, Maraş, Kilis, Konya, Niğde, Antep Darüleytamlarından yaşları 14-16 arasında değişen 314 çocuk seçilir.
Almanya'ya ulaşan bu 314 kişilik grup için Haziran 1917’de Berlin'de bir "seremoni" düzenlenir. Alman çocukları meraklı gözlerle, başlarına fese benzetilmiş mavi bir kep, üzerlerine Avrupai kesimli mavi bir pelerin giydirilmiş bu yabancı çocukları izlerken, yetim Türk çocukları da şaşkınlık, merak ve biraz da korku ile onlara ve etrafa bakınmaktadırlar… Sonra yetim Türk çocukları "eğitim alıp meslek öğreneceklerini sandıkları" ustalarının yanına dağıtılırlar...
Ama bu işte bir terslik vardır sanki. Yetkililer onları gönderirken farklı şeyler söyleseler de, 200 ÇOCUK MADENLERDE, 84 çocuk tarlalarda çalışmaya gönderilmiştir. Zanaat öğretmek için ayrılan hepsi topu 30 çocuktur…
Özellikle maden de çalışan çocukların koşulları çok zordur... Yetersiz barınma ve bakım şartlarında haftanın yedi günü çalışmaktadırlar. Beslenme ise ayrı bir sorundur... Alman madenciler "ucuz" olduğu için domuz etli çorba ile karın doyururken, Yetim Türk çocukları bu "koyu renkli çorbayı" içmeyi reddediyor, karınlarını daha çok yavan ekmekle doyurmak zorunda kalıyorlardır. Ama zamanla yetersiz barınma, yetersiz giyinme, yetersiz beslenme madende çalışmanın zorlu koşullarıyla birleşince çocuklar hastalanıp ölmeye başlarlar. Oysa aynı madende çalışan Alman çocuklara farklı davranılmakta hatta onlara haftada bir gün tatil ve maaş verilmektedir. Bunu gören yetimler bu haklardan yararlanmak isterler… Öğrenince de ayakta kalanlar, yolunu bulanlar madenlerden kaçmaya başlasalar da Alman polisi yakalayıp tekrar madene göndermektedir. Ama onlar da kaçmayı tekrar tekrar denemektedir. Çünkü Osmanlı yetkilileri onları gönderirken ; "Meslek öğrenerek kalifiye eleman olacaksınız, çok çok iyi maaşlarla çalışacaksınız" diyerek göndermiştir...
Almanya bu firarilerle ilgili sıkıntısını Osmanlı’ya bildirir ; "Böyle anlaşmamışlardır" Çünkü yaptıkları anlaşmaya göre; "Çocukların çoğunluğu madenlerde çalışacak, ancak yüzde onu zanaat öğrenecek, gelen tüm çocuklar 3 yıl 'Bila-bedel'(Bedelsiz; Ücretsiz; Bedel ödenmeden; Meccanen; (Osmanlıca ‘da yazılışı: BİLÂ-BEDEL). Bedelsiz bedeli olmayan, bedel ödenilmeyen.) çalışacak ancak dördüncü yıldan itibaren ücret alacaklardır. Almanya 314 çocuktan oluşan ilk gruptan kalanlarını İstanbul’a geri gönderir. Ama bu grup gittikleri gibi dönememiş, yaşam ve çalışma koşulları nedeniyle yarıdan çok çok fazlası yaban ellerinde yitip gitmiştir.
Çünkü Osmanlı çok kızar. Ama çocuklara. Almanya "benim için NİTELİK önemli" derken, Osmanlı için "NİCELİK" önemlidir. Çünkü Osmanlı bu yolla en az 5 ile 10 bin çocuktan kurtulmayı hesaplamaktadır. Hatta ikinci grup için 500 çocuk toplanmaya başlanmıştır bile.
Osmanlı hemen kararını değiştirir. Çocuk gönderme planını değil, hangi çocukları göndereceği kararını değiştirir. "Gönderilen ilk parti çocukların daha çok şehirlilerden seçildiği, sorunun da buradan kaynaklandığı, o nedenle daha mazlum ve sessiz olmaları nedeniyle Anadolu’nun yetim köylü çocuklarının gönderilmesine" karar verilir. Hatta "kurtulmak için" Osmanlı’ya göre "yaş grubu biraz daha düşürülmelidir". Önemli olan daha çok yetimden ve masraftan kurtulmaktır. Çünkü yaş grubu düşürülür, Anadolu’nun sessiz ve mazlum çocukları seçilir ve birkaç grup halinde binlerce yetim Türk çocuğu daha gönderilip Alman ailelerin yanına yerleştirilir, Sonrası mı? Kimse bilmiyor…
Bilinen ise şudur: Binlerce baba yaban ellerinde "vatan" diyerek toprağa düşerken, O babaların bebeleri de gurbet ellerinde anasız, babasız, vatansız yitip gitmiştir…
Fotoğraf: ( Madenlerde ve zirai alanlarda çalıştırılmak için Almanya’ya gönderilen, Avrupai pelerinler ve kepler giydirilmiş 14-16 yaş arasındaki yetimlerimiz… 06.05.1917 )
Faydalanılan Kaynaklar.
Türkiyat Araştırmaları Dergisi (Salih Özkan)
İslam Ansiklopedisi (Hidayet Yavuz Nuhoğlu)
Darülhayr-i Ali (Hikmet Zeki Kapıcı) Atatürk Araştırma Merkezi
Darü'l-hayr-ı âli Samet Pehlivan’ın tez çalışmalarından notlar.
Korunma ihtiyacı olan çocuklara yönelik çocuk evleri modelinin tarihsel süreci ve mutlu yuva derneği örneği yüksek lisans tezinden notlar ( Abdurrahman BAKILCI) 2019 İstanbul