Her zaman muhafazakar kesim dertli ve bedel ödemektedir. Onlara imkan verilmemektedir. Ancak değişime uğramalı veya taviz verilmesi halinde fırsatlar verilmektedir.
Yakın zamanımıza bakacak olursak; Adnan Menderes dönemini hariç tutmalıyız. Çünkü o dönem daha farklı kategoriye girer. Refah-Yol iktidarı tam bir örnektir. Birinci partinin iktidar olması önleniyor, bir yıl ancak iktidar kalıyor muhafazakar kesim. O da projeleri ve vaadleri tırpanlanarak. Ki o dönemde bile muhafazakar kesime tam sahip çıkılmadı. Bir örnek vereyim. Kültür Bakanlığına her iktidar geldiğinde önceki geçici işler çıkarılır kendi yandaşları alınırdı. Refah-Yol iktidarı gelince onları çıkarmaz ve 500 den 2000 kişilik kadroya çıkarır. Ama Muhafazakar kesim bekler, sıra bizde geçici işçi olarak hiç olmazsa bir kaç yılda biz çalışırız diye umutlanır. Mümkün mü? O zaman ki görüş: “Biz farklıyız, insanları ekmeğinden edemeyiz.” derler. Akabinde iktidar değişir ve doldurulamayan o kadroların hepsi doldurulur. AK Parti döneminde de hepsi memur veya kadrolu işçi olur. Bunun sorumluluğu kimdeyse elbette hesabını vermelidir. Olan muhafazakar kesime oldu. Ayrıca 28 Şubat süreci de tamamen ötekileştirilen muhafazakar kesime yapılmadı mı?
15 TEMMUZ’a kadar ötekileştirilen muhafazakar kesim Fetöcüler tarafından hep hedef seçildiler. Onlara çeşitli iftiralar atılarak, önleri kesildi. Zira muhafazakar kesim dürüstlüğü temsil ediyordu. Bu yüzden ekibin arasına alınmamalıydı.
Sessiz yığın ötekileştirilen muhafazakar kesim, aslında bütün partilerde vardır. En fazla da AK Parti’de vardır. Onların önceliği vatan, millet olunca kendi sorunlarını hep ötelemişlerdir. Ama onlar eskiden beri acı tecrübe kazandılar. İçlerinde nice kaliteli-liyakatlı insanlar vardır ve görev beklemektedir. Maalesef bu kesim hep taviz vermek zorunda bırakılmış, “Kol kırılır, yen içinde kalır” görüşü nedeniyle sessiz kalmışlar. Bu kesimin sorunları tam çözülmemiş ve istedikleri bir iktidar henüz onlar için gelmemiştir. Aslında bu sessiz yığın AK Partinin omurgasıdır.
Diğer taraftan Fetö ile mücadelede kapsamında bütün cemaatlar töhmet altında bırakıldı. Sanki cemaatlara karşı karalama kampanyası başlatıldı. Yine ötekileştirilmenin yolu açıldı. Halbu ki sağ duyulu cemaatler vardır ve bu cemaatler ülkemizin medarı iftiharıdır. Eğer şüphe varsa Diyanet görevini yapsın. Alevilere Cem evleri açılıyor, o zaman tekkelerde açılsın ve kontrol altında olsun. Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bayram Veli, Hacı Bektaşi Veli gibi büyüklerimize kim düşman olabilir? İşte cemaatçılık budur. Onlar bizim medarı iftiharımızdır. Şimdi bu cemaatlar sessiz yığını oluşturuyor.
Eğer sessiz yığına kulak verilirse; Siyasilerden ve üst bürokrattan 10 yılı geçen kendi isteğiyle artık o görevleri boşaltmalılar ki yeni nesile yer açılsın. Ama öyle olmuyor, o makamdakiler sanki bulunmaz Hint kumaşı oluyorlar. Oysa biraz da memleketin geleceğini düşünseler, o geçici makamlar kimsenin tapulu yeri olmadığını anlarlar. Reisimiz bir konuşmasında “O makamları 3 T(Tekme, tokat, tabut) ile bırakmayalım” Der. Ne kadar da doğru. Mental yorgunluk artık hissediliyorsa bırakılmalı. Yani artık farklı hizmetler yapılmayacaksa, yeni projeler geliştirilmeyecekse nöbet devri hemen yapılmalıdır.
Ötekileştirilmiş muhafazakar kesimin hala beklediği hizmetler ne olabilir derseniz, biraz beyin Jimnastiği yapalım:
1)Liyakatlı muhafazakarların atanması,
2)Faizsiz sistemin getirilmesi,
3)İslami adalet sisteminin getirilmesi,
4)Cuma gününün tatil olması,
5)Ayasofya Câmiinin ibadete açılması,
6)İslami vergi sisteminin getirilmesi,
7)Helal maaşlarda alkol, kumar gibi zararlı vergilerin olmaması,
8)Helal gıda kontrolünün sağlanması
Bu istekler çoğaltılabilir. İşte bu istekleri karşılayacak hükümet bekliyor sessiz yığın. Eğer bu sorunlar çözülürse Türkiye daha huzurlu daha mutlu olur. Daha fazla yazamıyorum. Çünkü “Kol kırılır, yen içinde kalır”. Sessiz yığın ötekileştirilen muhafazakar 3. Kuşak kesim görev beklemektedir. Saygılar.