Bilirsiniz kamu araçlarında oturarak yolculuk bir lüks sayılır. Rahat edersiniz, çanta taşımak zorunda kalmazsınız, işlerinizi planlarsınız, etrafı seyredersiniz…
Hele gideceğiniz mesafe uzaksa bu bir nimet sayılır. Kısa mesafe çok yormaz insanı. Bilirsiniz İstanbul’un en uzun mesafe otobüsü 500T üç dakikada bir kalkmasına rağmen doludur, ayaktakiler dahil… Garajlardan Tuzla’ya kadar. Yolcular yol boyunca arkadaş olabiliyor, sohbet ediyor, uyuyormuş. Pek tabi ki aynı yolcuların aynı otobüse düşmüş olmaları sohbeti koyulaştırdığı gibi, arkadaşlıkları da pekiştiriyormuş.
Ayakta yolcu iseniz işiniz zordur. Tutunmak aynı zamanda arkalara doğru ilerlemek zorunda kalmak, çantanın ağırlığı, tutunmak, sarsıntılarda dengeyi sağlamak bir hayli güçtür. Ayrıca farklı koku ortamı oluşması, ağırlaşmış sarımsak kokusu olursa işiniz daha da zordur, mideniz hassas…
Sıradan gülerden birindeyiz yine bir belediye otobüsün de. Her yer dolu malum ayakta yolculuk yapmak düşer bu sefer. Her durakta biraz daha arkaya doğru sıkışıp kayarak yolculuğa başladık. Önümde yaşça pek genç olmayan ama kulaklığını takıp, telefonundan müzik dinleyen bordo bereli, bordo kabanlı bir bayan var. Neden bakıp bakıp durduğunu anlamak mümkün değil.
Onun yanında uyuklama modunda bir bayan gözlüklü. Çoğu yolcular uykulu gözlerle bakıyor etrafa. Bir koltuk boşalsa da yığılsak der gibi…
Biz ayakta yanımdaki bayanla salınıp dururken “pat ! “ diye bir ses geldi.otobüs önde giden otobüsün arkasından vurmuştu.ne olacağını merakla beklerken şoför aşağı indi ve olanca sesiyle, öndeki otobüsten inen şoföre “beni sıkıştırmak zorunda mısın ?!...daha nereye kaçayım ? !...”diyordu.
Otobüsteki erkekler yavaş yavaş inmeye başladılar. Koltuklar boşalıyordu. Yanımdaki bayan gidip yakınımızdaki koltuğa oturdu. Ben şaşkın” ama onlar gelecek !” dedim. Bayan “inmeselerdi!” dedi. Bu kez ben de bir koltuğa iliştim, yüksek ökçelere daha fazla dayanamadım… Koltuğun kime ait olduğu belli değildi. Ki zaten herkes boşalan yerleri doldurmuştu yolcular.
İki aracın fotoğrafı çekildi. Diğer kaptan bizimkini bırakmak istemiyordu, alıkoymak niyetinde idi ve tüm yolcuları aşağı inmişti. Bizim şoför;
-inmeyin! Diye seslendi yolculara… Diğer şoför;
-bekleyeceksin, polis gelecek diyordu… sanırım buranın İstanbul olduğunu unutmuştu bir an. en yakın mesafeyi yarım bir saatte alan otobüs bile zor ilerlerken polisin gelmesi, yolcuların nakli oldukça zaman alacaktı. sanırım düşünmeden konuşuyordu.
Bu arada kalkanların yerine ayaktaki herkes oturdu. zaten iki durak sonra otobüs tenhalaştı.
Bu arada bizim arabanın dikiz aynası kırıldı. yola nasıl devam edecektik. Şoför;
-görmüyorum diyordu.
İkisi tartışmayı sonlandıramadı. Bizim ki atladı araca ve yola koyuldu. arkadan diğer kaptan bağırıyordu;
-nereye kardeşim ! polis gelecek !
Ve biz çoktan kalabalık E-5 yoluna dalmıştık bile.
Hep söyleniyor ve direksiyonu sallamaya devam ediyordu. arada bir ani fren yaparak olayı hatırlatıyordu sanki. olaydan etkilenmiş olmalıydı ki yolcuları tam durağında indirmiyordu. bu arada merkezi arayarak onlara olay hakkında bilgi verdi, fotoğraf çektiğini işten sonra uğrayacağını beyan etti. Birkaç kişiyi iki durak ileride indirdi ve onlara yol tarif etti. Sanırım dalgındı. Olaya aldırmaz görünüyordu ama kafasına takılmıştı.
Aslında şoför fena bir adama benzemiyordu. uzun sayılacak bir boyu, açık teni ve siyah çerçeveli gözlüğü ile kravatı ile duruşu temiz bir insana benziyordu.zaten hakkını da pek bir iyi korudu.yolcularını sadece zamanında son durakta indirdi…