PALO HAYDAR, NÂMI DİĞER BALO

.

Allah rahmet eylesin Tepebaşı'mızın bir güzel insanı da, bizlerin 'Palo' yakınlarınsa, 'Balo' dediği Palo Haydar'dı elbet.

İri yarı, boyu bir doksandan fazla, tebessümü eksik olmayan, yüzün de bir  avuç dolusu pala bıyıkları olan, yakışıklı ve heybetli bu adamın çok eskilerden Sivas'dan geldiği söylenir.

Bir iki sağmal ineği, at arabası için ıskartalar arasından seçtiği küçük cüsseli atından gayri mal malvarlığı varmıydı bilinmez. Bilinen bir şey vardır ki; aza kanaat getiren Haydar Ağa için; mal da yalan mülkte yalandı. Aslolan gönül kırmama, barış ve huzurdu itikadı da buydu...

Boş durmayı sevmez, gayret O'ndan gerisi Hüdâ'dan olduğuna inanır, nâmert kapısını çalmamak için didinir çırpınırdı  Palo Haydar.

Güzün odun da, baharın şu mevki senin bu mevki benim hesabı, Goca Göksun yazısını, elin de ğalıç (orak), bir anadutla sahibi olmayan yol kenarında ki otu, dikeni biçer hayvanlarının kış hazırlığını dur durak demeden temin ederdi.

Helalınden yüklediği bu otların üzerine oturup da, gururla bir Göksun'a girişi olurdu ki sorman gitsin!

Mesajı açıktı aslında; 'hiç bir şey helal kazancın yerini tutmaz !'. Palo Haydar'ın yaşam gayesi de, O'nu onurlu kılan da bunlardı elbet.

Hele Tepebaşı Rampası'nı da, sağ salim yardım almadan cılız atıyla çıkabilmişse günün bahtiyarı da Palo Haydar'dı tabi ki.

Siz bakmayın O'nun iri yârılığına, pamuk gibi yumşak bir yürek sahibiydi O...

Meydan'a doğru ilerlediğim de, çoğu kez tepeden heybetle inen bu adamı görürdüm. Baş başa uzadıkça uzayan sohbetlerimiz eksik olmazdı O'nunla...

Karınca kaderince, Hünkâr Hacı Bektaş ve Pirlerden sufi geleneğini sürdürüyordu O.

Eşref-i Mahluk bilinen insanı, hep merkeze koyardı. Konuştukça o günkü aklımla  "Pir"ini yakalamaya çalışırdım ama nafile..

"yaratanın yansıması" olarak kabul edilen insanı da, onu kırmayı da, eziyeti de ve hatta öldürmeyi de yaratana karşı gelmek bilirdi O.

Bana bir defasın da, "pirler tahta kılıç kuşanır. Kılıcının gücü onu kuşananın manevi gücüyle ölçülür" gibi bir şeylerden bahsetmişti O.

Devr-i dâim olsun O'nun vefatını duyunca çok üzülmüştüm. Ama kalbi dolu olan, bir Pir'e meyilli  bu adam, bende meraklandıracak şifreler bırakarak gitti.

Doğruluğunu hiç şüphesiz en yakınlarının bileceğini peşinen söyleyerek, yıllar sonrasın da Palo Haydar'ımızı daha iyi tanımak adına sordum soruşturdum ama, Palo Haydar'ın şifrelerini  hala kafam da netleştiremedim diyebilirim

Sivas'dan gelmişti O, yani Şıh Süleyman ve Seyyid Veyis gibi Pirler yatağından. Bu Pirler sonradan komşu ilçe Sarız da ikamet ettiler ve Pirler burada Dümüklü Ali Baba'ya el verdiler. Şeyh Ali Baba ki tahta kılıç kuşanırdı. Sarız, Maraş, Elbistan ve Afşin de çok sayıda müritleri vardı. Palo Haydar'ın " tahta kılıç kuşanır" dediği Pir, Ali Baba olmasın ?

Palo Haydar, Sivas'dan direk Göksun'a mı geldi? Yoksa Sivas'dan Sarız'a oradan mı Göksun'a geldi?

Yüreğini dolduran o güzelim Eşref-i Mahluk muhabbetini kimden hangi Pirinden aldı?

Umarım yakınları veya Göksun'lu genç tarihçiler bir gün aydınlatacaktır bizi.

Yüreğin de taşıdığı o ulvi aşkı, muhabbeti; her kim veya nereden almış olursa olsun Göksun'lu da iz bırakan güzel bir adamdı bizim Palo Haydar'ımız vesselam.

Mustafa Coşkun KALE'nin,

Henüz yayımlanmamış,

"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri